İsveç kendi ipini niçin çekti?

Batı okullarında çocuklar Türk-İslâm düşmanlığı ile yetiştiriliyor. Bir fırsat buldukça Türk ve İslâm düşmanlıklarını dünyaya yayıyorlar. Rasmus Paludan denen dangalak herif; avukat, siyasetçi ve ırkçı. Saldırı yapmayı bırakın, önlemeyi gerektiren vasıflara sahip olması gerekirdi. Demek ki aldığı eğitim, ırkçılık üzerinden İslâm düşmanlığını perçinlemiş durumda.

İSVEÇ’teki Türk Büyükelçiliği önünde, Türkiye’ye, İslâm’a ve Hazreti Muhammed’e (sav) hakaret edilip Kur’ân-ı Kerim yakılması, Batı’nın içindekileri dökmesidir. Batı her daim bu düşünce ve fikriyata sahiptir. Batı’da çok az sayıda kişi, insan hakları ve evrensel hukuk çerçevesinde özgürlük taraftarıdır.

Bizim gibi ülkeler Batı’yı bazen anlamakta zorlanır. Zira Doğu ile Batı, Mars ile Venüs gibidir. Yani farklı formatta kalıplardır. Batı’nın merkezinde menfaat ve madde odaklı katı bir anlayış hâkimdir. Kendilerinden başkasına asla özgürlükçü olarak bakmazlar.

Öncelikle Batı’nın bu yüzünü görmek ve ona göre konuşlanmak gerekir. Şimdi gelelim Avrupa’nın göbeğinde, İsveç’teki Türk Büyükelçiliği önünde Türkiye’ye, İslâm’a ve Hazreti Muhammed’e (sav) hakaret eden ve Kur’ân-ı Kerim yakan dangalak Rasmus Paludan provokasyonunun hedefine…

Bu provokasyonun çok sayıda amacı olabilir. Ancak acil anlamda dört hedefi bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, her dönem olduğu gibi Batı’nın Türk-İslâm düşmanlığının yeni bir yansıma oluşudur. Bu en azından her beş on yılda bir yapılır. Zira Batı okullarında çocuklar Türk-İslâm düşmanlığı ile yetiştiriliyor. Bir fırsat buldukça Türk ve İslâm düşmanlıklarını dünyaya yayıyorlar. Rasmus Paludan denen dangalak herif; avukat, siyasetçi ve ırkçı. Saldırı yapmayı bırakın, önlemeyi gerektiren vasıflara sahip olması gerekirdi. Demek ki aldığı eğitim, ırkçılık üzerinden İslâm düşmanlığını perçinlemiş durumda. Zira Batı’nın bütün eğitim sistemleri isimden müsemmaya geçişi kesmek üzere kurulu. Doğu medeniyetlerinde ve insanlığın nihaî hedefleri arasında ise isimden müsemmaya geçiş, bir kurtuluş vesilesi olarak görülür, desteklenir. Beklenen budur. Bu pencereden Batı’dan İslâm’a saldırı yeni bir bakış değildir. Zamanlaması önemlidir.

Yine zamanlaması açısından provokasyonun ikinci hedefi, Türkiye’nin Mayıs ayı içerisinde seçime gidecek olmasıdır. Evet, provokasyonun en büyük nedenlerinden biri budur ve Türkiye’nin seçimine müdahale etme amacı gütmektedir. Amaç, Batı’nın istediğinin seçilmesidir. Bu nedenle dinî değerler üzerinden Türkiye’ye saldırı yaparak içeride karşıtlık oluşturmak ve Avrupa hedefinin sekteye uğramasını ortaya koyarak bir kısım çevrelerin oylarının rengini değiştirmeye yönelik hamleler vardır.

Üçüncü hedef açısından bakıldığında ise İsveç’in NATO üyesi olmak isterken neden böyle yanlış bir hamle yaptığını görmek önemlidir. Zira akıllıca bir iş gibi görünmüyor. Türkiye Avrupa ile ABD’nin istediği çizgiye gelirse, zaten NATO üyeliğini çantada görüyor İsveç. Mevcut şartlar altında PKK, YPG ve FETÖ üyelerinin iade edilmemesi durumunda da Türkiye’nin İsveç’in istediği NATO üyeliğini desteklemeyeceği açıktır.

İsveç PKK, YPG ve FETÖ üyelerini iade eder ve NATO üyeliğini de alırsa daha mantıklı görülmez mi? Evet ama Türkiye’de bu durum mevcut yönetime destek anlamına geleceğinden işlerine gelmemektedir.

İsveç üzerinden böyle bir durum hem Türkiye’de istenileni elde etmek, hem de NATO üyeliğini garantilemek anlamına gelir. Tam da bu aşamada provokatif eylem bilinçli bir şekilde yapılmıştır. 

Rasmus Paludan denen dangalak herif, daha önce de Kur’an’ın yakıldığı birkaç etkinlik düzenleyerek sosyolojik analizlerini perçinlemiştir ve sıradan biri değildir.

Türkiye, İsveç Savunma Bakanı’nın Türkiye’ye yapacağı ziyareti iptal ederek devlet aklının devrede olduğunu göstermiştir. İsveç halkı durumu görmüş, ancak gözü dönmüştür. İsveçli bazı siyasiler, ABD yanlıları ve ırkçı İslâm düşmanları gerçekleri görememektedirler. Böyle bir durum Deccal’in askerleri olduklarını da göstermektedir.

Dördüncü ve son hedefleri ise, AB üyeliği konusunda aklı sık sık karışan İsveç’i hizaya getirmektir. Yunanistan’ın aklı da karışık idi. Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri geliştirseydi Yunanistan bugün çok daha iyi konumda olabilirdi. Avrupalılar buna izin vermediler ve savunma sanayi teknolojilerini Yunanistan’a satarak ekonomik açıdan onu köleleştirdiler. Yıllarca AB’ye bağımlı hâle getirdiler. Yunan halkı açlık ve sefalet içine itildi. Yakın gelecekte Yunanlar Türkiye’nin kapısını çalmaya başlayacaklardır.

Benzer durum İsveç için de geçerlidir. Avrupa’da aklını başına alması için fırsatı kullanmak istediler. Türkiye’nin İsveç’teki PKK, YPG ve FETÖ üyelerini Türkiye’ye iade etmesi karşılığında NATO üyeliğine “Evet” demesini fırsat bilip İsveç’i tuzağa çektiler. Bu yüzden İsveç kendi idam ipini çekti ve Avrupa’nın kanlı kollarına bıraktı.

İsveç bundan böyle Avrupa’dan bağımsız hareket edemez. İkinci bir Yunanistan gibi köleleşecektir. İsveç’in gözü dönmüş, manyak ve dangalak herifleri, bir toplumu köleleştirmeyi göze almıştır. Zira Paludan denilen herif, avukatlık mesleğini sıklıkla esrarcıları savunmakla geçirmiş biridir.

Türkiye durdurulamaz ise dördüncü sanayi devrimini başarması yolunda emin adımlarla ilerleyecektir. Buna karşın Avrupa’nın saflarını sıklaştırmak için Yunanistan ve İsveç feda edilmiştir. Avrupa dördüncü sanayi devrimini başaramaz ise, Türkiye, Selçuklu ile Osmanlı’dan daha güçlü bir devlet olarak AB’nin başında balyoz ile bekleyecektir. AB işte bundan korkmaktadır! Bunun için Yunanistan ve İsveç’in köleleşmiş olması hiç umurlarında değildir.

Peki, böyle bir aşamada her şey güllük gülistanlık da dinî değerlere sahip çıkmayacak, savunmayacak mıyız? Elbette elimizden geleni yapacağız. Cevabı Kur’ân’da görebiliriz: “Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur’ân) Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.” (Hicr, 9)