İstiska

İnsan ve toprak, yağmurun sel olup aktığı, yıkıp geçtiği, talan ettiği, sürekli ve taşkın olduğu bir âlemde kalabilemez. Hayvan ve bitki, bu taşkın ve destursuz akışta nefes alabilemez. Bu hayatî cevher, rahmet ve bereket kaynağıyken, insan ve hayvan ve bitki ve de âlem, nasıl da yağmurla telef olabiliyor?

TOPRAK; insanın varlık temeli, canlı organizmanın yaşam kaynağı ve hak yolda yürüyüşü anlatan bir tınıdır. Bu tınıya kulak vermek, yaratılışımızdaki tüm zıt kavramları toprakta görebileceğimiz düsturunu nakşeder benliğimize. Toprağı bilmek, toprağa bakmak... Onun; ektiğin kadar biçtiğini vaat eden verici tabiatından da öte anlamları beraberinde getirir.

Yağmur, toprak ve insan...

Verimli bir hava kütlesinde bu üç yaratılmışın interaktif varlık öyküsüne mikroskobik bir perspektif açmak, bize uğrayan bu yağmursuzluk ve zaman zaman da talan eden “çok” yağmurluluk garabetinin sebeplerine ışık tutacaktır. Bazen ömrü zedeleyen ve hayatî normları sekteye uğratan insan hâlleri, nedenleri sezilemeyen fakat sonuçları yıkıcı bir kompozisyon meydana getirir. Bazen insanı; tüm olumlu sonuçları düşlerken tüm aksi akıbetlere uğratan, kendi davranış tercihlerinin bir yansımasıdır. Fakat bu sevimsiz davranışlar, karanlık odalarda kör noktalara gizlenir. Görebilmek ve kavrayabilmek, bununla birlikte yanlışı doğruya evirebilmek, ancak güçlü bir huzme sayesinde olabilir. Ve tabiî ki boyutları minimal, etkileri devâsa yanlışlara bir büyüteç yardımıyla temas etmek de algımızı ve ufkumuzu genişletecektir.

Su buharının yükselerek damlalara dönüşmesi, binlercesinin bir araya gelmesi ve bu nemli kütlenin bir soğuk hava dalgasıyla temâsı, “yağmur” denilen ekolojik programı hayata geçiriyor. Bazen de düşük basınçlı hava katmanında yani yükseklerde, gitgide soğuyan havanın içinde yoğunlaşan su buharıyla kara bulutlar ve onunla birlikte de yağmur meydana geliyor. Binlerce su damlasının el ele vermiş hâlleridir bulutlar...

Yeryüzünde güneşle ısınan, gökyüzüne buharlaşarak yükselen su damlaları, tekrar su damlası hâline gelebilmek için hava katmanında zerrelere ihtiyaç duyar.

Bir zerre, bir toz zerreciği, bir su damlasının meydana gelişine yardım eder.

Binlerce su damlası tek başlarına bir kuvvet oluşturamaz. Yeryüzünün ihtiyaç duyduğu yağmurun oluşumunda bir “beraberlik ilkesi” mevcûttur. Bu damlalar, ancak birbirlerine tutunarak ve doğru yerde bulunarak yağmura dönüşeceklerdir. Yeteri kadar birlikte ve yeteri kadar soğuk bir katmanda bulunduklarında, yeryüzü ve tüm canlı organizma, yağmurun rahmetiyle buluşabilir.

Burada hemen bir rikkate uğramak gerekmez mi?

Yağmur, Yaratan’ın rahmeti... Kâinatın, insanın ve tüm ekolojik dengenin devamı için elzem!

Dikkatle ve rikkatle bakıldığında, yağmur için toprak, toprak için yağmur gerekiyor... Yağmur için önce sıcak, sonra soğuk gerekiyor. Yağmur için önce zerre, sonra topluluk gerekiyor. Bir zerreden bir damla, bin damladan bir bulut, bir buluttan bir yağmur meydana geliyor. Bunun için yeryüzünde suyun ısınması ve buharlaşması, gökyüzünde suyun soğuması gerekiyor.

Rahmet ve bereket kaynağı yağmurun bazen bir afete dönüşmesindeki zıtlık gibi, sıcak ve soğuk, tane ve bütün birbirini tamamlıyor.

Bu yağmursuz vakitler de nereden geliyor peki?

İnsan ve toprak, yağmursuz kalabilemez. Hayvan ve bitki, yağmursuz olabilemez. Bu hayatî cevher, ekolojik sistemin değişmez ve şaşmaz bir parçasıyken, varlığı o kadar tabiî ve kaçınılmazken, insan ve hayvan ve bitki ve de âlem, nasıl da yağmursuz kalabiliyor?

Bir de zıddına bakmalı...

İnsan ve toprak, yağmurun sel olup aktığı, yıkıp geçtiği, talan ettiği, sürekli ve taşkın olduğu bir âlemde kalabilemez. Hayvan ve bitki, bu taşkın ve destursuz akışta nefes alabilemez. Bu hayatî cevher, rahmet ve bereket kaynağıyken, insan ve hayvan ve bitki ve de âlem, nasıl da yağmurla telef olabiliyor?

Demek ki, insana yağmur “ölçülü” gerek. Toprağa da... Tüm yaşayan, nefes alan varlığa yağmur gerek. Ama ölçülü gerek!

Yaratan, yağmuru insana rahmet olarak yaratmış. Rahmeti zahmete çeviren de ancak bir “aşırılık” ya da “azlık” hâlinde meydana geliyor. Aşırı ısınma ve soğuma, aşırı zerreler, aşırı su damlaları... Bazen de az yoğunlaşma, az buharlaşma, az soğuma, az su damlaları...

Yetecek kadar çok ve yetecek miktarı aşmayacak kadar az olabilmesi bir ölçüyle mümkün olabilir. Yağmursuz, kurak bir bahçede içten içe yanan bitkiler, böcekler, toprak ve insan, taşkın bir yağmurda yine aynı yoksunluğa düşmez mi?

Şimdi o karanlık odalarda kör noktalara saklanmış insan hâllerine ışık tutmanın ve bir büyüteç yardımıyla anlaşılır, kavranır bir nispete eriştirmenin zamanıdır o zaman!

Toprak insan, insan topraktı

İnsan topraktandır ve insan toprağa benzer. İki yaratılmış da suya muhtaçtır.

Toprağın muhtaç olduğu su, kendi vücût iklimindedir. Ama önce kendinden ayrılması ve sonra tekrar kendine dönmesiyle suya kanar toprak. Topraktaki su göğe yükselir ve tekrar su olarak toprağa iner. Yerde su olmasa, buharlaşmasa, göğe çıkmasa, orada tekrar damla hâline gelmese, bu damlalar birleşmese ve toprağa yağmur olarak düşmese, toprak, bütün verimini ve niteliğini yitirir yavaş yavaş. Tıpkı insanın kendi ikliminde var olan her şeyin, kendinden ayrılarak kâinata yansıması, oradan da yine kendine dönmesi gibi...

İnsanın, çevresine etki ederken bunu iman ve ihlâsla yapması, topraktaki suyun buharlaşması olayıdır. İnsanın tüm âleme verdiği etkinin iyi olması, gökyüzünde bir araya gelen su damlalarının ölçüsünü gösterir. İnsandan insana değen etkinin kötü ve olumsuz olması da bu ölçünün aşırılık ve azlık ile yansımasına neden olur. Her yeri besleyen, rahmetle müjdeleyen ölçülü yağmur, nasıl ki topraktan başlayıp toprağa dönüyorsa, her yeri yıkan ve talan eden aşırı yağmur ve her yeri kuraklığa mahkûm eden yağmursuzluk da yine en çok toprağı üzecektir. Ve insanın da iyi ve kötü amelleri yine kendinden peyda olup kendine dönecektir.

Yüzü toprağa benzer insanın. Topraktaki tohumun büyüyüp kendi kimliğiyle filiz vermesi gibi insanın içindeki cevher de büyür, şekillenir ve yüzüne yansır. Eli de topraktır insanın; almayı da vermeyi de bilir... Ama her şeyden önce, içi topraktır insanın. Bazen kurur, bazen yeşerir, bazen depremlere tutulur… En çok içi topraktır insanın!

İnsan, kendinden yansıyana muhtaçtır. Toprağın sahip olduğu suya ve onun yerden göğe, gökten yere uzanan yolculuğuna muhtaç olduğu gibi... İnsan, kendinden verdiklerinin kendine dönüşüne muhtaçtır. Daha da etkileyici olanı ise; insan toprağa, toprak insana muhtaçtır. Ama tam buradaki mecburiyet ve tâbiyet; sevgideki muhtaçlıktır. İnsan toprağı sevmeli, toprak insanı. İşte o zaman ne fazla, ne eksik; tam da gerektiği kadar yağmur, rahmetiyle saracaktır hem toprağı, hem insanı!

İnsan toprağı incittiğinde...

İnsan toprağı üzdüğünde ya yağmursuz vakitlere duçar olur ya da sellerin, taşkınların yakıp yıktığı iklimlerde sürüklenir gider. Pek çoktur toprağı incitmenin yolu.

Bir kalbi kırmak, toprağı incitmektir. Bir yetimi küstürmek, toprağı küstürmektir. Bir hakka rücû etmek, toprağı kandırmaktır. Bunca ölçüsüzlük, an gelir, insanın kendini -kendinden değilmişçesine- bitirir.

Bir toz zerresiyle buluşan buharın damlaya, damlaların buluta, bulutların yağmura, yağmurların taşkınlara dönüşmesi nasıl ki bilimsel verilerin sınırlarında vuku buluyorsa, insanın dışavurumcu hareket kabiliyetinde, bir zerre kadar önemsemediği tüm amelleri de taşkınlara ya da kuraklığa sebebiyet verecek kadar ehemmiyetlidir. Bir toz zerresi, bir damlacık su... Yokluğunun, kurak mevsimlerde çatlayan toprakların verimsiz ve yaşamsız çürümeye mahkûm ettiği bir zerre; varlığında yeşeren, coşkun açan bir iklimi seriyor insanoğlunun ayakları altına... Bir zerrenin afet olup coşkun su kütleleriyle evleri, köyleri, şehirleri yıktığına, bazen de yokluğunda toprağı katman katman kurutup tüm faunayı ve florayı yok ettiğine inanan akıl(!), insanın kâinata yansıttığı bir zerrenin de yakıp yıkabileceğine ve hayat verebileceğine nasıl ikna olmaz ki? Oysa insan da topraktı...

Ama insan önce insanı, sonra toprağı incittiğinde, kâinatta ölçüyü tüm mahlûkatın hizmetine sunan Yaratan, ölçünün kaybından insanı mesul tutmayacak mı?

Yağmur duâsı

Her şey bir zerreden yola çıkar, kütlelere dönüşür. İnsanın insana iyiliği, lütfu da bir zerreyle başlar, damlaların ölçülü birlikteliğiyle vücût bulan yağmur gibi serinletir toprağı...

Ölçülü bir yağmurla tarlaları, toprağı, ağaçları huzurda tutmak için her zerrenin ölçülü yol alması gerekiyor. Bu ölçülü yağmur için aç Rabbine elini, yağmur dile! Fakat Allah’ın yarattığı toprağı, insanı ve kâinatı incitme! İncitme ki, senden yansıyan her şey sana lütuf olarak dönsün.

Yağmur; bereket ve rahmettir. Allah’ın bu nimetini Allah’tan isterken, O’nun yarattıklarına hürmetle davranmak lâzım gelir. Her zerrenle ölçüde kal! Ancak o zaman bu ihsanla buluşur insan. Topraktan ayrılan su damlası gibi bil attığın her adımı. Isınacak, buharlaşacak, bir zerreye tutunacak, bir damlacık olacak, damlalarla birleşecek, bulutları var edecek ve elbet sana dönecek! Çünkü insan da topraktı en nihâyetinde...