
12 MART 1921’de Meclis kararı
ile kabul edilen, gönülden ve yürekten yazılan İstiklâl Marşı her bir kelâmı
ile ders verir meziyettedir. Yazılışından kabul edilişine kadar birçok ibretli
olayı da bizlere derinden hissettirir.
Erkân-ı
Harbiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı), Maarif Vekâletine (Millî Eğitim
Bakanlığı) müracaat ederek, “savaşımızın marşını anlatacak, halka ve askere
heyecan verecek ve diğer milletlerde bulunan millî marşlara denk gelecek bir
marşın yazılıp bestelenmesini” istemiştir. Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı,
bütün kuruluşlara bir genelge ile bildiri yaptığı gibi gazetelere de ilân
vererek “birinci seçilene 500 lira mükâfat” olmak üzere bir yarışma açmıştır.
Yarışmaya
700’den fazla şiir gelmiştir. Mehmet Akif Bey, işin içinde ödül olduğunu
duyduğu için bu işten önce elini eteğini çekmiştir ama içinde de derin bir ukde
kalmıştır. İlginçtir ki, dönemin milletvekillerinin bile 8 liraya denk gelen
maaşı varken, böyle bir marş için 500 lira gibi önemli bir ödül konulmasına
rağmen ve üzerinde yakın arkadaşı baytar Prof. Şefik Kolaylı’nın paltosunu
ödünç olarak giymekte olan Üstad Mehmet Akif, bu ödül mevzuundan hiç haz bile
etmemiştir. Araya birçok yakın dostunun girmesi bile onu ikna etmeye
yetmemiştir. En sonunda yakın dostlarından Hamdullah Suphi, Üstad’ı ikna etmesi
için yanına gönderilmiştir. Hamdullah Suphi, Mehmet Akif’in yanına vardığında, “Ödül
olarak 500 lira vereceklermiş, ben de yazacağım Akif Bey” diyerek atmıştır
hemen kendini öne. Akif bu, edep timsali bir şahsiyet, birden öfkelenmiş ve “Sen
nasıl parayla bunu yazmaya niyetlenirsin?” demiştir. Hamdullah Suphi de, “Peki
Üstad, sen yaz o zaman” demiş ve para vermeyeceklerini de ekleyip zor da olsa
Akif’i ikna etmeyi başarmıştır.
Akif
ödül olayına öfkelense de, bu durum için gönlünde kıvılcımlar çoktan
başlamıştır. Sıra, artık vatan sevdası ile yanan Akif için artık bu muhteşem
kelâmları sayfalara dökmeye gelmiştir.
İman
dolu bir ihlâs ve gönülden bir samimiyet ile İstiklâl Marşı’nı Taceddin Dergâhı’nda
büyük bir heyecan ile kaleme almıştır. Anadolu’nun Kurtuluş Savaşlarını verdiği
bu zamanda müthiş bir duygu çağlayanı olduğu gibi aynı zamanda aziz
milletimizin Müslüman olup öz ve has benliğini bulduktan sonra kazandığı bütün
değerleri ve güzellikleri dile getiren, hepimizin yaşama gayesini tespit ve ilân
eden muazzam bir bildiri ve bir millî yemini kaleme almıştır Mehmet Akif Ersoy.
“Korkma!”
hitabı ile başlamıştır Üstad mısralarına. Tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu’nun ifade
ettiği gibi, Akif, İstiklâl Marşı’nı yazarken başlangıç kelimesi olan “Korkma!”
ifadesini Hazreti Muhammed’in (sav) hicret esnasında, Sevr mağarasında Hazreti
Ebubekir’e söylediği gibi, “Korkma, Allah bizimledir!” sözünden ilham alarak
yazmıştır. Bunu da şöyle anlatır Yavuz Bahadıroğlu: “Akif, Taceddin Dergâhı’na
kapanıp İstiklâl Marşı’nın ilk mısraının ilk kelimesini besmele eşliğinde
duvara döşedi: ‘Korkma!’ Bu kelime, Peygamberimiz Efendimizin (sav) Mekke’den Medine’ye
hicreti sırasında sığındığı Sevr mağarasında, muhteşem yol arkadaşı Hazreti
Ebubekir’in endişelenmesi üzerine söylediği teselli cümlesinin ilk kelimesinden
alınmıştı: ‘Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir!’”
Akif
bu iman dolu ilhamla yüreğine seslenmiş ve bir bir o muhteşem mısraları
sayfalara dökmüştür. Üstad bilir ki, bu aziz millete ahdi vardır Allah’ın. “Korkma!”
der ve “Dön bir bak cihana, cihanda bir tek tüten ocak kalsa dahi bu millet
yine de seninle olacaktır” der. Sonrasında, “Çatma kaşını kurban olduğum ey
nazlı hilâlim!” der ve gönülden bir şekilde bayrağa seslenir. “Kırdık seni,
binlerce şehit ile kırmızıya bürüdük seni, ama dön bir bak o kahraman ırkına” der.
Bu aziz milletin Allah’tan başka Hakk tanımadığını sitemle dile getirir. “Ezelden
beridir hür yaşadım” diye ekler Akif. Yani der ki, “Siz beni görmediniz mi
mazide, Çanakkale’de? Tek vücut olmuş bu millete hangi çılgın zincir vuracakmış,
şaşarım”.
Etrafımızı
sarsa da çelik zırhlı duvar, “Kardeşim, senin iman dolu göğsün var, ne
duruyorsun? Hele kendine gel, kim böyle bir imandan geçebilir. Bırak, ulusun
medeniyet dedikleri canavar” der. Ve Akif, dikkat çekerek uyarır: “Arkadaş!
Yurdumu alçaklara uğratma sakın! Bedenini, yüreğini yani her bir zerreni siper
et ki Allah’ın sana vaat ettiği günlere kavuşasın.” Sonra yine uyarır: “Bastığın,
adım attığın her bir toprağı önce tanı, her bir karışında ecdadından izler var.
Belki gün gelecek, senden bir karış toprak isteyecekler, aman ha, düşün
ecdadını ve verme asla bu cennet vatanı!”
Sonra
bir niyazda bulunuyor Akif: “Her bir karışı cennetten bir parça olan bu aziz
topraklardan canımı da, cananımı da alsa Allah, yeter ki bizleri vatanımızdan
etmesin!” Ve ekliyor: “Bu garip ruhumda Ya Rabbi, ancak mabedime namahrem eli
değmez ise şahadet vasıl olur bizlere, Senin ezanların ile vücut buluruz Ya
Rabbi! O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım. O zaman yükselerek arşa
değer belki başım…”
Son
kıtaya gelince artık ümitsizlik diyarından uzaklaşıyor Üstad; başlarda nazlı
hilâl dediği bayrağa sesleniyor tekrar: “Dalgalan sen de artık! Bir kendine gel
hele! Hür yaşamış, Allah’tan başka Hakk bilmeyen bu aziz milletin
bağımsızlığını istemesi sonuna kadar hakkıdır.”
İstiklâle sevdalı, hürriyetine düşkün bu kahraman millete şu son iki mısra ile sesleniyor Mehmet Akif Ersoy: “Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet./ Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”