İstiklâl Marşı'mız 100 yaşında!

Âkif koşa koşa geldi, ‘Akşam çayını sizde içeceğiz’ dedi. Hasan Basri, bu durumdan memnun olmuştu. Onun, misafir olarak kendi evine gelmesinden mutlu oldu. Ama bu durumun sebebini öğrenmek istedi, Âkif’e sordu. Akif gülümseyerek, ‘Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler’ dedi. Odanın eşyası da zaten o kilimdi. O kilimi fakire veren de Mehmed Âkif’in kendisiydi.

TAKVİMLERİN 12 Mart’ı gösterdiği günün sabahında her kurumda olduğu gibi Cumhuriyet İlkokulu’nda da İstiklâl Marşı’nın kabul edildiği günü ve Mehmed Âkif Ersoy’u anma programı yapıldı. Bahçedeki törenden sonra öğrenciler sınıflarına çıktılar.

Öğretmen Ekrem Bey, sınıfa girer girmez konuştu: “Okuldaki törenimiz bitti, şimdi bizim sınıftaki törenimiz başlıyor. Dört arkadaşınıza konu vermiştim. Onlar da gerekli hazırlığı yapmışlar. Sırayla onları dinleyeceğiz. Cemil, gel bakalım!”

Cemil tahtaya geldi ve elindeki kâğıdı okumaya başladı:

“Arkadaşlar! Benim size anlatacağım konu, İstiklal Marşı yazma yarışması…

O zamanki Millî Eğitim Bakanlığı, millî marş yazma yarışması açmış ve kazanan şaire 500 lira ödül verileceğini açıklamış. ‘Bu iş para için yapılmaz’ diyen Mehmed Âkif, yarışmaya katılmak istememiş. Fakat arkadaşlarının ısrarı üzerine İstiklâl Marşı’nı yazarak yarışmaya katılmış. 724 şiir içinde onun şiiri birinci olmuş. Ödül olarak açıklanan 500 lira kendisine verilmek istenince almamış ve o parayı fakir kadın ve çocuklara bir meslek edindirmek için kurulan vakfa bağışlamış.

Mehmed Âkif Ersoy’un 500 lirayı almadığı o günlerde, 140 lira ile Ankara’da bir çiftlik alınabiliyormuş. İşin dikkat çekici bir yönü daha var: Parayı almadığı o günlerde giyecek paltosu yokmuş ve Ankara’nın soğuk havasında ceketle dolaşıyormuş.

Evet, benim size anlatacaklarım özet olarak bu kadar!”

Öğretmen Ekrem Bey, verdiği bu bilgilerden dolayı Cemil’e teşekkür etti. Cemil’den sonra tahtaya Zeynep geldi:

“Arkadaşlar, benim konum, İstiklâl Marşı’nın hangi şartlar altında ve nerede yazıldığı…

Cemil arkadaşımızın söylediği gibi, Mehmed Âkif Ersoy, para ödülü nedeniyle önce yarışmaya katılmak istememiş. Fakat arkadaşları ona demişler ki, ‘Birinci olsan bile parayı almazsın, başka bir yere bağışlarsın. Senin mutlaka bu yarışmaya katılman lâzım’. Böylece onu râzı etmişler. O da kalemi kâğıdı eline alarak Taceddin Dergâhı’nda geceler boyu uykusuz kalarak bu şiiri yazmıştır.

Mehmed Âkif, Ankara’da milletvekili iken orada kalıyordu. Bu ev 1949 yılında Mehmed Âkif Ersoy Evi adını almış ve müzeye dönüştürülmüştür. Ben, annem ve babamla gidip gördüm. Sınıf olarak yapacağımız gezide sizin de göreceğiniz gibi, bina iki katlı, ahşap bir evdir. Üst katta dinlenme ve toplanma odası vardır. Müzede Mehmed Âkif’e ait cep saati, gözlük, tesbih, tüfek ve şairin yüzünün kalıbı sergileniyor…

Arkadaşlar! Mehmed Âkif Ersoy, yıllar sonra İstiklâl Marşı hakkında şunları söylemiş: ‘İstiklâl Marşı… O günler ne samîmi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir facia karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz… Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazmam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur!’

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

Zeynep alkışlar eşliğinde sırasına oturdu. Öğretmen, Zeynep’e teşekkür etti. Daha sonra tahtaya İbrahim geldi.

“Arkadaşlar, öğretmenimizin bana verdiği konu, ‘Büyük Millet Meclisi’nde İstiklâl Marşı nasıl kabul edilmiş? O gün neler yaşanmış?’…

Önceki arkadaşlarımızın da söylediği gibi, Mehmed Âkif Ersoy’un şiiri, 724 şiir arasından birinci seçilmiştir. Büyük Millet Meclisi’nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda sürekli alkışlar eşliğinde 3 defa arka arkaya dinlenmiş ve Millî Marş olarak kabul edilmiştir. İstiklâl Marşı’nın Meclis’te görüşülüp okunduğu sırada Mehmed Âkif Meclis’te yoktur. O, mahcubiyetinden ve tevazuundan orada kalamamış, sessizce, kimseye görünmeden bir gölge gibi Meclis’ten ayrılmıştır.

Sonraki yıllarda arkadaşı Eşref Edip, Mehmed Âkif’e sormuş: ‘İstiklâl Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız?’ Âkif, ‘Onu millete hediye ettim; artık o, milletindir. Benimle alâkası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım’ demiştir.

Vefatından az bir zaman önce bir grup misafir Âkif’i ziyarete gelmişlerdi. Âkif bitkindi. Söz İstiklâl Marşı’na geldi. Odadakilerden biri, ‘Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?’ deyince, bitkin hâlde yatan Âkif yerinden kalkarak, ‘Kardeşim sen ne diyorsun? Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın’ dedi.”

Ekrem Bey, İbrahim’e teşekkür etti ve “Mehmed Âkif Ersoy’un bu duâsına biz de ‘Âmin’ diyoruz” dedi. Son konuşmacı Selin tahtaya geldi:

“Arkadaşlar, ben de size Mehmed Âkif ile ilgili birkaç anı anlatacağım.

Âkif, Ankara’da ceketle gezerdi. Paltosu yoktu. Çok soğuk günlerde Şefik’in yağmurluğunu kullanırdı. Bir gün Şefik: ‘Âkif Bey, şu mükâfatı kabul edip de bir yağmurluk yahut bir palto alsaydın daha iyi olmaz mıydı?’ diyecek oldu. Mehmed Âkif, Şefik Bey’in bu sözü üzerine sinirlendi, hiddetlendi. Böyle söylediği için tam iki ay arkadaşı Şefik’le konuşmadı.

Bir akşam, Hasan Basri Çantay ve arkadaşlarını Ankara’da evine çay içmeye çağırdı. Çantay ve arkadaşları ona gitmek üzere çıkıyorlardı ki Âkif koşa koşa geldi, ‘Akşam çayını sizde içeceğiz’ dedi. Hasan Basri, bu durumdan memnun olmuştu. Onun, misafir olarak kendi evine gelmesinden mutlu oldu. Ama bu durumun sebebini öğrenmek istedi, Âkif’e sordu. Akif gülümseyerek, ‘Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler’ dedi. Odanın eşyası da zaten o kilimdi. O kilimi fakire veren de Mehmed Âkif’in kendisiydi.

Mehmed Âkif, Millî Mücadele’yi desteklemek için 10 Nisan 1920 günü sabahı, namazdan sonra ailesiyle vedalaştı. On iki yaşındaki oğlu Emin’i de yanına aldı. Çengelköy’deki evinden yürüyerek Üsküdar Karacaahmet Mezarlığına geldi. Âkif’i burada Ali Şükrü Bey bir payton ile bekliyordu. Paytonla Kısıklı üzerinden Alemdağı’na gittiler. Millî Mücadelecilerin toplandığı bir çiftlikte atlara bindiler ve bir süvarinin refakatinde yola devam ettiler. Geceyi bir köyde geçirip ertesi gün İzmit ile Adapazarı arasında, rastladıkları millî kuvvetlere cephane götüren bir kafileye katıldılar. Geyve yakınlarında Kuşçubaşı Eşref ve Yenibahçeli Şükrü Beylere rastladılar. Sonra kafileden ayrılarak demiryolundan Ankara’ya vardılar…”

Selin, “Arkadaşlar, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim” dedi ve yerine oturdu. Ekrem Bey, öğrencilerin bu sunumlarından çok memnun olmuştu. Kendilerine teşekkür etti…