İsteme gücü

İnsan, ihtiyacı olanları elbette ister, ama istediği şeyler ihtiyacı olmayabilir. Zevkine, şımarıklığına isteyebilir; ama sınır koymak zoruna da gitse koymalı. Dünyaya ne isimler takarız istediğimizi vermedi diye; “kavanoz dipli, vefasız, yalan dünya”… Kadere ne sitemler ederiz rüzgâr istediğimiz yönde esmedi diye…

İSTEYEBİLMEK ve seçebilmek; düşünebilmenin yansıması, özgürlüğün aynası. İsteme yetkisiyle zübde-i âlem olmanın zevkini tadıyorum. Âlemin özü, özeti olarak ben, seçmenin eşsiz sevincini yaşıyorum…

“Sonra duman hâlinde olan göğe yöneldi. Yerküreye ve göğe, ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin’ buyurdu. Onlar da, ‘İsteyerek geldik’ dediler.”

Fussilet Sûresi 11’inci ayette geçen “İster istemez gelin!” ifadesi, emre itaati hatırlattı ama yerin ve göğün, “İsteyerek geldik” demeleri tüylerimi diken diken etti. Mutlak bir isteyici var besbelli; biz hesapta kitapta yokken, bizi düşünüp kader belirleyen, bizi isteyen, varlığımızı yokluğumuza tercih eden biri… Acaba bizim istediğimiz her ne varsa, aslında Onun istekleri mi? Vahdet-i vücuda göre öyle olmalı. Aslına bakarsanız içimden tam olarak geçen fikir bu. Ama bir yandan da anlayamadığım, “Hangi aşamada kendi bağımsızlığımızı ilân ettik?” ya da “Alın, bu sizin özgürlük alanınız, bu da seçme gücünüz!” mü denildi? Daha çılgınca bir soru var aklımda: Acaba kaderimize karşı bir meyil, bir istek mi konuldu kalbimize?

Sonunu göre göre ateşe atlama kararı aldığım her zaman “Başka seçim yapamaz mıydım?” diye sorarım kendime. Sonra kendinden emin bir cevap cümlesi belirir içimde: “O anki duygularımla, yine kaçınılmaz olarak aynı kararı verirdim.”

İrade

Kadere tutsak bir tarafımız olduğu gibi, kaderde parmağı olan bir tarafımız da var. “Yani alnımızın yazısı her neyse, zamanı geldiği anda ona mı iştiyak duyuyoruz?” diye düşünmeden edemiyorum. Eğer öyleyse kendi direksiyon hâkimiyetimiz ve özgürlüğümüz anlamsızlaşacak. Yok, bu işin içinde başka bir sır gizli, eminim. Aklı zorlayan, durduran ve sadece iman gerektiren bir sır... İyi, o zaman bana yakışanı yapıp haddimi biliyor ve iman ediyorum.

Tıpkı ateşle suyun kadim savaşı gibi çok isteyen, daha az isteyene galip geliyor. Bir milimetre de olsa isteğiyle öne geçen, o farkın sahibi oluyor. Bir an önce harekete geçen, bir an sonra harekete geçene göre mesafeler aşıyor. Bu, istemenin amansız mücadelesi. Bir istek, harekete dönüşmüyorsa zayıf bir istektir; potansiyelden kinetiğe geçmek için barajı kesinlikle aşmak gerek. “Bir türlü namaza başlayamıyorum”, “Bir türlü zayıflayamıyorum”, “Bir türlü sınava çalışamıyorum” diyorsa insan, önce istek seviyesine bakmalı. Çünkü yeterince isteyince, insan yerinde duramaz ve zamanını, gücünü başka yerde harcayamaz. “İstemek başarmanın yarısı” derler ya, ilk hevesin verdiği ateşi hiçbir şey yakamıyor. İstemeden yapılan evlilikler ya ihanetle, ya gözyaşıyla ya da başka başka dramlarla sona eriyor.

İstemeden terzi olunmaz, doktor olunmaz, öğretmen olunmaz, aslında hiçbir şey olunmaz. “Gönülsüz aş ya karın ağrıtır, ya baş”. İstek, sevgiden doğmuş olmalı, ümitten doğmuş olmalı. Evrende her şey, sevgi ve istek yönünde hareket eder, başka yön ve yol arayan varsa bilsin ki, gönlünde sevgi yoktur.

Sayısız melek, katıksız bir itaatle varlığını sürdürürken hem iradesi, hem de isyanı olan insan neden varlık âleminde yerini aldı acaba? Ben kendimden biliyorum, isyan varken itaati tercih etmek bambaşka bir duygu. İşte bu tadı melekler anlayamaz. Cenneti şeytana rağmen tercih etmek, bütün tuzakları aşmak çok güzel. Gelip geçici güzelliklere bir an kapılmak yerine Cennet’i hayâl ederek beklemek çok güzel. Seçebilmek, sevebilmek çok güzel.

Eski dilde öğrenciye “talebe” denirmiş. “Talep eden yani ilim öğrenmeyi isteyen” demekmiş. Bilgeliğin yolu sevmekten ve istemekten geçermiş. Şimdi “öğrenci” deniyor ve sanki yakasına yapışıp tekme tokat öğrenmeye zorlanır gibi, bilginin ve öğretenin kıymeti yok. Çünkü ilmi öğretenin ve öğrenenin arasına sevgi yerine gelecek kaygısı ve çıkarlar konuldu. Mürşidine bağlı müritler tekkelerde, medreselerde yine aynı muhabbet usulüyle yetişirlermiş. Çünkü mürit, “irade buyuran, isteyen, arzu eden; dergâhın nefis terbiyesine, ilmine, irfanına kalbini rapteden” demek. “Sevmeden asla” diye bir sinema filmi niye aklımda yer etti ki? İstemek, akmak, dolmak, sevmek, korumak, mücadele etmek ne güzel zincirleme, değil mi?

Haram olan şeyler dikkatimi çekiyor. Meselâ içki içmek neden haram kılınmış olabilir? Sadece hikmet arayışıyla sorguluyorum. Yoksa, mutlak iradeye teslim olmuşum zaten. Sarhoşluk, akıl ve iradenin sağlıklı kullanılmasına engel olduğu için insanın özgürlüğünü kısıtlıyor. Karar verme gücü azalıyor ve onuru zedeleniyor. Saygı duygusunu yok ediyor. “Yine sarhoş geldi, sızdı” diye eşinden yaka silken kadınların saygısı eksiliyor. Sarhoşken araba kullanıp kaza yapan biri kendini aklayabilir mi? İradesini kullanabilir durumdayken, son aldığı içme kararı ile kendini felâkete sürüklemesi onu suçlu yapan asıl sebeptir.

Kumarda da benzer bir durum var; biraz daha yakın çekim yaparsak... İnsan, para kazanma isteği ile kumara başlar, bazen kazanması onun tutkusunu artırır ve kaybetse de hep kazanma ihtimâline takılı kalır. Heyecan da işin içine girince, bu bir alışkanlığa ve bağımlılığa dönüşür. İşte en tehlikeli kısmı da burası! İradenin arka plânda kalması insanı onursuzlaştırır. Yuvası dağılanlar, borç batağında kalıp intihar edenler ve daha korkunç kararları almak zoruna kalanlar için asıl yok oluş, iradenin yok oluşuyla başlar. İrade ne kadar ihtişamlı bir saltanata sahipmiş böyle!

Sigara ya da uyuşturucu kabilinden ne varsa, irade katili oldukları için haramdırlar. Aklı, dini, nesli, malı ve canı korumasız hâle getirdikleri için haramdırlar. Çünkü insandan aklı ve kalbi çekip aldıktan sonra dehşet saçan bir robot kalır geriye. Kimse kimseye ilk defa sigara teklif ederken “İradene tekme atıyorum” demez. Ama bunun başka açıklaması varsa söyleyin. Normalde hırsızlık veya cinayet kelimelerini duyunca dayanamayan biri, bağımlı olduktan sonra her kötülüğü gözünü kırpmadan yapacak hale gelir. Çünküsü yok, aması yok, nasılı yok, insana ait en güzel şey yok: İrade yok!

Haramdan söz açmışken, zina da çok incelemeye değer bir örnek bence. “Zinaya yaklaşmayın!” emrini birçok insan duymuştur. “Yapmayın!” demiyor Mutlak İrade Sahibi, “Yaklaşmayın!” buyuruyor. Arada öyle bir nüans var ki görülmeye değer. İnsan İlâh3i emri dinlemeyip yaklaştı ve bir sınıra kadar iradesini kullanabildi diyelim, öyle bir an oldu ki, güneş görmüş kar gibi eridi ve iradesine hükmedemedi ve sonra pişman oldu. Ya da ar perdesi kalkınca normalmiş gibi devam etti. Belli bir mesafedeyken, henüz karar alabilecek güçteyken itaat ve sabrı seçmek önemli, yoksa iş işten geçtikten ve karar anı kaçırıldıktan sonra hiçbir çabanın anlamı yok.

Kime sitem?

İnsan, ihtiyacı olanları elbette ister, ama istediği şeyler ihtiyacı olmayabilir. Zevkine, şımarıklığına isteyebilir; ama sınır koymak zoruna da gitse koymalı. Dünyaya ne isimler takarız istediğimizi vermedi diye; “kavanoz dipli, vefasız, yalan dünya”… Kadere ne sitemler ederiz rüzgâr istediğimiz yönde esmedi diye. Bu kadar ardı arkası kesilmeyen istek ve arzuyla dolu oluşumuz, bizim tercihimiz değil ama insan olmak böyle bir şerefin sahibi olmak demek, böyle bir yük var omzumuzda. Bu dünyada murat almak imkânsız. Dilek çeşmeleri, niyaz pencereleri, seccadeler, türbeler hep isteklerimizin, dualarımızın yansıdığı yerler. Ama yarım olan hevesler için bir varış çizgisi çizmiştir Yaradan.

Dert marazını istermiş. Hasta olana ne zarar verirse, ona olan zaafı ve isteği çoğalır ve gözünde tütermiş. İstediğini yapsa hayatına mâl olacak, yapmasa aklı hep onda kalacak. Bu, hayat ve istek noktasına geldiyse, hayatı tercih etmek kutsal bir görev olur artık. “Kendini bilen Rabbini bilir” hadîsinin yeri tam burada gelmişken, insan ne istediğini bilmeli, öyle değil mi?

Ben Rabbimden ne istiyorum, hayattan ne istiyorum, kendimden ne bekliyorum? Hangi isteklerim mutlak irade ile aynı yönde, hangileri isyan kokuyor? Bunları ayıklamak benim görevim. Her istediğini doyasıya yaşamak özgürlük değil. Hiç düşündünüz mü, suçluları cezalandırmak için neden hapse atarlar? Hapis hayatı neden bu kadar zordur? Önemli bir kısmını çözdüm gibi, ne dersiniz? İrade, insanın sahip olduğu en kıymetli şeylerden biri, istediği şeyleri özgürce yapabilmek… Hapis özgürlük alanını olabildiğince daralttığı için, insan, iradesini hayata aktaramaz, işte bunun için acı çeker. Orada da yer, içer, uyur, hayatta kalır, ama istediği yere gidememek, istediğini yiyememek canını acıtır.

Velhasıl, istemek çok müthiş bir fırsat. Zaten kıyamet, mahşer, Cennet, Cehennem ve Araf bunun için var. Sırat, mizan, hesap kitap, her şey bu gücün bedeli olarak var. Sevildik, var edildik, kulluğu seçtik; marifet bu aslında. Sevildik, var edildik, bomboş gelip geçtik. Hüsran bu, kaybetmek bu, iflas bu…

Ülkenin birinde mutlulukla ilgili anket yapmışlar, soru şu: Mutlu olmak için en çok ihtiyaç duyduğunuz şey nedir? Ve ardından gelen cevaplar ürkütücü: “Mutlu olmam için para yeterli ve nereden, nasıl kazandığımın bir önemi yok.” Halkın çoğu bu cevabı vermiş. Bu insanlarda bir şey eksik; insanlık mı desem, şahsiyet mi, iman mı? O zaman bırakalım çalsınlar, yesinler, içsinler, eğlensinler, üç kuruşa adam öldürsünler, her şeyin ticaretini yapsınlar. Ben düşünemiyorum, böyle bir mutluluk anlayışıyla neleri ezip geçerler, varın siz düşünün.

Sadece ben yaşasam, eyvallah; ama sokaktaki kedinin, köpeğin de isteği var, hakkı var, payı var kaderden. Herkes istek ve arzusunu sonsuz sınırsız gerçekleştirme yarışına girerse, sadece güçlü olanların istedikleri olur. Kalanlar köleleşir, esirleşir, nefret dolar, düşmanlaşır, huzur kalmaz, yaşanacak yer kalmaz. Olmaz ama değil mi, böyle de olmaz. İstemek, her zaman güzele doğru, iyiye doğru, hakka ve hakikate doğru olmalı.

İrade, “subuti sıfat” olarak Âdem’e üflenen ruhun içindeydi. Tıpkı görmek, duymak, bilmek gibi, Allah ile empati yapıp bağ kurmak için verilen bir cevherdi. Kömür bir kıvamda kalınca yanar kül olur, bir kıvama gelince de paha biçilmez mücevher olur. İsterse insan, diken gül olur, damla göl olur, düş gerçek olur. Yeter ki güzeli dilesin insan, her şey güzel olur.