İstanbul’un kimliği içinde Taksim Camisi

İstanbul Taksim çevresindeki Müslüman ahalinin, bu caminin anlamını, 69 yıllık yapım mücadelesi içinde görüp değerlendirmesi icap eder. Olay sadece yeni bir cami yapmak ile sınırlı değildir. Bir cami yapmanın sınırlarını çok aşan bir anlam ve geçmişe sahiptir. 2019’da Çamlıca Camisi’nin ibadete açılması, müze adıyla 1932’den beri Ayasofya’nın -78 yıllık işgalin ardından- 2020’de kurtarılması ve nihayet 69 yıllık bir mücadelenin sonunda Taksim Camisi’nin 2021’de ibadete açılması, İstanbul siluetini zenginleştiren ve tamamlayan önemli halkalardır.

KOMÜNİST Çin’in başkenti Pekin’de veya Kuzey Kore başkenti Pyongyang’da cami yaptırmak, İstanbul Taksim’de cami yaptırmaktan belki daha kolay olabilirdi.

28 Mayıs 2021’de yapımı tamamlanarak ibadete açılan Taksim Camisi için, bir taraf 150 yıllık beklentinin sonunda elde edilen büyük başarıdan söz ederken (Sibel Eraslan, “150 Yıllık Aradan Sonra Verilen Cevap”, 31 Mayıs 2021, Star Gazetesi), diğer tarafsa büyük bir yenilginin ardından tarifsiz acılara boğulmuştur (“Siyasal İslâm’ın 70 Yıllık İnadı”, 28 Mayıs 2021, Evrensel Gazetesi).

İstanbul Taksim’de bir camiyi bu kadar önemli yapan özellik nedir?

Ayasofya’nın kapatılmasından Taksim Camisi’ne erişen kronoloji

Osmanlı döneminde Beyoğlu ve çevresi daha çok Hıristiyan/Yahudi azınlıkların yaşadığı bir bölgeydi. 19’uncu yüzyılda Avrupa ülkelerinden gelip buraya yerleşen Avrupalılar (Levanten) ile birlikte Beyoğlu, İstanbul’un ortasında Müslüman nüfusun çok az görünür olduğu Avrupaî/Hıristiyan bir yer durumuna gelmişti.

Günümüzde Gezi Parkı olarak bilinen yerde ise 1804’te yapılan Taksim Kışlası vardı. Kışlanın içinde cami de vardı. Ancak CHP yıkım ekibi, 1940’ta bu kışlayı camisi ile birlikte yıkarak park hâline getirdi. Beyoğlu’nun ortası sayılacak bir yerde, 1596’da yapılan Ağaoğlu Camisi ise camiden çok küçük bir mescit özelliği taşımaktaydı ve çevrenin cami ihtiyacı için yetersizdi.

20’nci yüzyılda önce Nüfus Mübadelesi (1923), sonra 5-6 Eylül 1955 Olayları’ndan sonra İstanbul’daki gayr-i Müslim nüfusu önemli ölçüde azaldı. 1950’lerden itibaren Türkiye’de ekonomik gelişmenin bir sonucu olarak başlayan iç göçlerle birlikte, İstanbul’daki, bu arada Beyoğlu’ndaki nüfus yapısında da önemli bir değişme ve büyüme başladı.

Beyoğlu’nda yerleşen ya da işi nedeniyle bulunan Müslüman nüfus için cami yoktu. Evet, Ağaoğlu Camisi vardı ama özellikle Cuma ve bayram namazları için yetersizdi.

İstanbul’un siluetinin camilerden oluşması Cumhuriyet/tek parti döneminde bir şikâyet ve yakınma konusu olmuştur. Attila İlhan, “İstanbul’un siluetinden minareleri çıkardığımız takdirde onun herhangi bir Avrupa kentinden farkının kalmayacağı” yönündeki itirazı yalnızca İnönü dönemini kapsar ve Kemal Paşa zamanını bu şikâyetin dışında tutar.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’un aslında bir Bizans/Rum şehri olduğu ve Türklere ait olmadığı yolundaki Avrupa destekli vurgular etrafında başlayan tartışmalar, işgalden sonra da devam etmiştir. İstanbul’un Fethi’nin 500’üncü yıl dönümü olan 1953’te İstanbul’un Türk ve Müslüman şehri olduğu vurgusuna göre kutlama törenleri yapılması isteği haber olmuştur.

27 Ocak 1937’de Cumhuriyet Gazetesi, “İstanbul’un Fatih tarafından zaptını tesid (kutlamak) etmiyoruz. Evvelce yapılan İstanbul’un Fethi ihtifalinden (töreninden) vazgeçtik” diyerek Yunan tarafından da İstanbul’un Fethi’ne benzer kutlama törenlerinin bırakılması için çağrıda bulunmuştur. Zaten tek parti döneminde “İstanbul’un Fethi”, önemli olaylar arasından çıkarılmıştır. Herkes bunun Osmanlı tarihinin önemsiz sayılmasının bir sonucu olduğunu kabul etmiş olsa da aslında Yunan tarafı ile kurulan dostluğun gereği olduğunu Cumhuriyet Gazetesi bu çağrısı ile duyurmuştur.

İstanbul’un Fethi’nin 500’üncü yılı kutlamaları için 1952’de “Fetih Yıllarını Aydınlatma Cemiyeti” kurulmuştur. Bu cemiyetin fetih kutlama programında Ayasofya’nın yeniden fethi plânlanmıştır. Nihal Atsız’ın hazırladığı plâna göre, 29 Mayıs 1453’te Ayasofya’ya girilerek hutbe okunup namaz kılınacak, böylece Ayasofya İslâm’a ve Türk’e döndürülmüş olacaktı. İstanbul polisi aldığı tedbirler ile bu plânın uygulanmasını engellemiştir. (Altan Deliorman, Tanıdığımız Atsız, İstanbul 1978, s.76-91)

İslâmî çevreler Atsız’ı olumsuz bir kanaat ile ansalar da, onun, fethin 500’üncü yılı için böyle bir kutlama plânı hazırlamış olması, tarihin ibretlik örneklerinden olmalıdır.  

Buna karşılık, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, 1952’de ilk defa Ayasofya’yı cami durumuna getirmekten söz etmiş ve 1955’te ise Taksim’de, günümüzde cami yapılan yerde bir küçük bir cami yapılması için bir parseli İstanbul Belediyesi’ne tahsis ettirmişti. Böylece Taksim’e cami yapımı çalışması da, tartışması da başlamış oldu. 1956’da “Taksim Camiini Yaptırma Derneği” kuruldu.

Görüldüğü gibi Taksim’e cami yapılması da, Ayasofya’nın cami yapılması çabası için de Menderes dönemi bir milât olmuştur.

Menderes’in öncülük ettiği Taksim’e cami yaptırma girişimi sonuçsuz kaldı. 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden sonra cami için yapılmış olan arsa tahsisi de iptal edildi. 1965’te ise Başbakan Süleyman Demirel’in liderliğindeki hükûmet, aldığı bir karar ile cami yapılması plânlanan yerde Ziraat Bankası ve Hazine’ye ait arazinin bir bölümünü Vakıflar Müdürlüğüne tahsis etmişti. Ancak 1965’te CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan, Taksim’e cami yapılması çalışmalarını idare mahkemesine taşıyarak iptal ettirmişti. İşcan, CHP’nin değil yeni cami yapmak, eski camilere bile tahammül edemediğini, mahkeme kararını da arkasına alarak bir kere daha göstermiş oldu.

Tek parti döneminin ceberut valilerinden olan bu Haşim İşcan’ın adı, başta İstanbul, Bursa ve Erzurum olmak üzere pek çok şehirde okul ve caddelere verilmek üzere kendisine ve zihniyetine âdeta bir ödül verir gibi tabelâlarda zulüm dönemlerinin hatırası olarak durmaktadır.

Taksim’de olup bitenler, elbette bunlardan ibaret değildi. 1969’da Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın eserlerinin gösterimi için açılan ama bir yıl sonra büyük bir yangın ile kullanılmaz hâle gelen İstanbul Kültür Sarayı (İKM) isimli binanın onarımı 1977’de tamamlandı. 1978’de Bülent Ecevit liderliğindeki hükûmet, binanın adını “Atatürk Kültür Merkezi” (AKM) olarak değiştirdi. Bir binanın adının İKM’den AKM’ye çevrilmesi de hem bir sığlığın, hem de bir takıntılı ısrarın örneği oldu.

Geçim derdindeki yoksul halkın paraları ile opera, bale ve tiyatro eserlerinin oynatılmasına bu adla devam edilmesi kararlaştırıldı. Böylece yoksul Türk halkı, geçim derdi yerine bale, opera ve tiyatro eserleri ile meşgul olup mutluluğa ulaşacaktı(!). AK Parti idaresi de AKM binasını aynı adla yeniden yaparak bu garip övünmeye kıyısından köşesinden ortak olmaya çalıştı.

1977’de Süleyman Demirel başkanlığındaki İkinci Milliyetçi Cephe Hükûmeti, Beyoğlu imar plânını değiştirdi. Beyoğlu yeni imar plânında, önceden otopark olarak gösterilen alan, “cami alanı” olarak tahsis edilmiştir. Bu plân için Kültür Bakanlığı, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan onay da almıştı. Ancak cami yeri olarak tahsis edilen alanın mülk sahiplerinden birisi İstanbul Belediyesi idi. Belediye Başkanı ise CHP’li Ahmet İsvan’dı ve bu tahsise de, Taksim’e cami yapılmasını öngören Beyoğlu yeni imar plânına da itiraz edip mahkemeye müracaat etti. Böylece CHP idaresi, cami yapılmasına karşı cansiperane mücadelesine yeni bir halka daha eklemiş oldu.

CHP’nin Müslüman mabedine tahammülü

Bülent Ecevit başkanlığında 1978’de kurulan hükûmetle birlikte Taksim’de cami yapılması da durdurulmuş oldu. Ancak konu 1980’de Süleyman Demirel liderliğindeki hükûmetin, cami yapımı için daha önce 1965’te tahsis edilmiş olan alanın yeniden cami için ayrılması kararını alması ile gündeme geldi. CHP çevreleri, “Taksim’e cami olmaz, yaptırmayız” kampanyası başlattılar. 1956’da kurulmuş olan “Taksim Camiini Yaptırma Derneği” de yıllar içinde amacını terk etmeden, yönetici ve ad değiştirerek, “Taksim Cami-i Şerifi Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği” olmuştu.

Bu derneğin öncülüğünde Eylül 1980’de Taksim Camisi temel atma töreni hazırlıkları yapılırken, 12 Eylül Askerî Darbesi oldu. CHP çevrelerinin Taksim’e cami yapılmasını engelleme çabasına, darbeciler can-ı gönülden büyük destek verdiler. Böylece temel atılamadı, cami yapılamadı. CHP bu konuda bir kere daha galip geldi.

Taksim Cami-i Şerifi Külliyesi Yaptırma Derneği, konuyu önce İstanbul İdare Mahkemesine, onun reddetmesinden sonra ise Danıştay’a götürmüştü. Danıştay, 1983’te elbette CHP çevrelerinin görüşleri doğrultusunda karar aldı: “Taksim’e cami yapılmasında kamu yararına uygun olmadığını” iddia ve ilân etti. Türkiye tarihinde “kamu yararını” CHP ve aynı doğrultudaki yargı organları ile askerî darbeciler tayin etme hakkına ve yetkisine sahiplerdi. Seçilmiş hükûmetlerin “kamu yararını tayin etme” hak ve yetkileri yoktu.

1990’lı yıllarda “Taksim’e cami yaparız/yaptırmayız” tartışması devam etti. Bu tartışmalara Refah Partisi ve onun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan da katılmıştı.

1995’te Tansu Çiller başkanlığındaki DYP-SHP koalisyonu, “cami yapılması için tahsis edilmesi plânlanan belediye imar plânlarında ise otopark olarak görünen alanda ‘tarihî su yapılarına ait ve tuğla mezarlardan oluşan kalıntılar olduğu’ gerekçesiyle” bu bölgeyi SİT alanı ilân etti. Böylece DYP, koalisyon ortağı SHP’nin (CHP’nin) hatırına 1952’den beri süregelen Taksim’e cami yaptırma çabasına bir SİT alanı engeli koymuş oldu.  

Bütün sol çevreler CHP öncülüğünde, bu arada İstanbul Mimarlar Odası, Anıtlar Kurulu gibi kurumlar ile birlikte 1952’den beri Taksim’e cami yapılmasını engellemeye çalıştı. Taksim çevresinde bulunan 10 kilise ve 1 havranın varlığı da cami için engel nedenlerinden biri olarak sayıldı. Sayıları birkaç yüz olan İstanbul Yahudileri ve iki bin beş yüz olduğu söylenen İstanbul Rumlarının Taksim çevresindeki varlığı, camiye engel görüldü. Bütün bunlar bağımsız ve halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de yaşandı.


Taksim Camisi hayırlı olsun!

Nihayet Taksim Camisi’nin temeli 2017’de atıldı. Dört yıllık bir çalışmanın sonunda, İstanbul’un Fethi’nin 568’inci yıl dönümünde, 28 Mayıs 2021’de ibadete açıldı. Caminin yapılmasında katkısı olan herkesten Allah razı olsun.

Taksim’e cami yapmayı, CHP ve Kemalist çevreler bir meydan savaşına dönüştürdüler. Caminin açılmasını da “siyasal İslâm’ın inadı” diye adlandırdılar. 1952’de başlayan Taksim’e cami çabası, 69 yıl sonra, 2021’de caminin ibadete açılması ile sonuçlandı. Türkiye’de camilerin açık olmasını, ezanların okunmasını Kemal Paşa’nın varlığı ile açıklamayı sevenler, bu camiye engel olmak için yapılabilecek her şeyi yaptılar. Camilerin varlığına, oralarda ezanların okunmasına duydukları kin ve nefreti 1952’den beri gösterdiler.

Bütün bunların sonunda, “Türkiye’de, İstanbul’da bir caminin ibadete açılmasında ne var?” denilebilir. Ancak teslim edilmelidir ki, Taksim’e cami yapmak, Pekin ve Pyonyang’da cami yapmaktan daha zor olmuştur. CHP zihniyetinin İslâm’a ve onun sembollerine karşı duyduğu kin ve nefretin ölçüsüz ve tahammül edilemez boyutlarda olduğunu gösteren örneklerden birisidir.

İstanbul Taksim çevresindeki Müslüman ahalinin, bu caminin anlamını, 69 yıllık yapım mücadelesi içinde görüp değerlendirmesi icap eder. Olay sadece yeni bir cami yapmak ile sınırlı değildir. Bir cami yapmanın sınırlarını çok aşan bir anlam ve geçmişe sahiptir.

2019’da Çamlıca Camisi’nin ibadete açılması, müze adıyla 1932’den beri Ayasofya’nın -78 yıllık işgalin ardından- 2020’de kurtarılması ve nihayet 69 yıllık bir mücadelenin sonunda Taksim Camisi’nin 2021’de ibadete açılması, İstanbul siluetini zenginleştiren ve tamamlayan önemli halkalardır.

ABD’li Biden ve AB liderleri, İstanbul’u hayâllerine bağlı olarak “Konstantinapol” diye adlandırmaya devam etseler de İstanbul’un camilerden oluşan silueti, İslâmî geçmişini devam ettirmektedir.

Bitirirken bir not: Son yıllarda plânsız bir şekilde doyumsuz kazanma hırsıyla dikilen iğreti gökdelenlerse, Batılı liderlerin İstanbul’u Konstantinapol olarak görmelerinden daha yıkıcı olmaktadır.