İstanbul’un fedakâr kuleleri, bencil gökdelenleri (2)

Etekleri her daim ıslak, hüzünlü bir güzel olarak zamana meydan okuyarak Boğaziçi’nde süzülen Kız Kulesi çok şeye şâhit olmuş. Yanından geçen gemiler kulağına çok şey fısıldamış. Onunla samîmi olmadığımızdan mıdır bilmem, açmıyor sırrını kimselere. Asırlardır orada, o denizin içinde ve bizler çok az şey biliyoruz onun hakkında…

Boğaz’ın nâzenin kızı: Kız Kulesi

Galata Kulesi ne kadar eril ise, Kız Kulesi o kadar dişil… Bunu bir ben söylemiyorum, Türk yazar, şâir ve ressamları da aynı fikirdeler. Bedri Rahmi Eyüoğlu’nun İstanbul Destanı’ndan yıllar önce okumuştum: “İstanbul deyince aklıma kuleler gelir/ Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır/ Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa/ Galata Kulesi’ne varır/ Bir sürü çocukları olur…” 

“İstanbul’da, Boğaziçi’nde bir garip Orhan Veli’yim” diyen şâir de, “Elifba’mın yapraklarında/ Gemilerim, yelkenli gemilerim./ Giderler yamyamların memleketlerine/ Gemilerim, yan yata yata/ Gemilerim, kurşun kalemiyle çizilmiş;/ Gemilerim, kırmızı bayraklı./ Elifba’mın yapraklarında/ Kız Kulesi, Gemilerim” diyerek Kız Kulesi’ni dizelerine böyle taşımıştı.

Ve İstanbul tutkunu Sunay Akın, “Karanlıktan korkan çocukların/ Müzik kutusudur Kız Kulesi/ Kapağı açıldığında/ Dansa başlayan balerin/ Hınzır martıların şakalarıyla/ Islanır elbisesi” diyerek ağırlamıştı bu nârin, bu zarif kuleyi dizelerinde.

 

Etekleri her daim ıslak, hüzünlü bir güzel olarak zamana meydan okuyarak Boğaziçi’nde süzülen Kız Kulesi çok şeye şâhit olmuş. Yanından geçen gemiler kulağına çok şey fısıldamış. Onunla samîmi olmadığımızdan mıdır bilmem, açmıyor sırrını kimselere. Asırlardır orada, o denizin içinde ve bizler çok az şey biliyoruz onun hakkında.

İlham kaynağı bu kulenin mâzisine de çok efsane, çok menkıbe yakıştırılmış. “Hangisi doğrudur?” diye şüpheye düşseniz de, bu hikâyelerin her biri birbirinden hisli ve yakışıyor Kız Kulesi’ne hepsi. En meşhuru ve kabule yakını ise şu idi: Bizans Kralı, biricik kızının bir yılanın zehriyle öleceğini öğrenir falcılardan. İnanır bu kehânete. Korkar, çâre bulmak için gecesini gündüzüne katar. El-nihâyet, bulur bir çözüm. Denizin ortasına Antik Çağ’da “Arkla/Küçük Kule” ve “Damialis/Dana Yavrusu” tâbir edilen, M.Ö. 410’da Atinalı Komutan Alkibiades’in Asya’dan kopan küçük kara parçasına inşâ ettirdiği kuleye yerleştirecektir kızını.

Bugün Üsküdar Salacak’taki bu kulede korunacaktı Kral’ın kızı. Ormanın, çiçeğin, bitkinin olmadığı bu ortamda yılan da olmazdı.

Bir kehanet ve bir hakîkat

Fakat rivâyetteki kehânet, kaderin hükmünde bir an itibar kaybetmişti. Kulede yaşayan prensese bir asker âşık olmuş, ona çiçeklerle dolu bir sepet sunmuştu gizlice. Nereden bilsindi ki yılan çiçekleri severdi. (Üzüm olduğu da rivâyetler arasındadır.) Prenses çiçekleri kabul etmiş ve yılanın zehri, aşk ile akan kanına karışmıştı. Ölüm, kaçışı olmayan bir hakîkat olarak Kral’ın kızını deniz ortasındaki bu kulede yakalamıştı. Falcıların kehâneti yerini bulurken, ölümden kaçış olmayacağını Kral anlamış mıydı, hiç bilmiyoruz.

Bu kulenin M.Ö. 341’de, Yunanlı Komutan Chares’in eşi için anıt mezar olarak kullanıldığını yazar tarih kitapları.

Bunlar romantik kayıtlar. Bir de Boğaz’ın stratejik konumuna inşâ ettirilmiş bu küçük kara parçasının üzerindeki kule, yıllarca şehrin savunmasını yapmış. 1143 ila 1178 yılları arasında hükümdarlık yapan İmparator Manuel Commenenos, yanıp yıkılan, rüzgârın hoyrat ellerinde defalarca hırpalanan bu kuleyi yenilemiş ve savaş gemilerinin peşine düşmüşmüş. Sonra burası Venedikliler tarafından ticaret ve savaş üssü olarak farklı amaçlar için kullanılmış. Ve derken tam da bu ayda, Mayıs’ın 29’unda, İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından gemiler kızaklardan kaydırılarak fethedilmiş. Mâzisi eski, hatıraları yüklü bu kule yıktırılarak yeniden inşâ ettirilmiş. Savunma maksatlı olmayıp başarı ve barış toplarının atıldığı, bir nevi gelip geçenlere Osmanlı’nın tarihi gücünün sözcülüğünü yaptığı bir eser olarak kullanılmış.

Gemilere göz kırparmış

Yıllar geçmiş, Kız Kulesi’nin ruhu genç, bedeni artık çok yaşlıymış. O büyük İstanbul depremine dayanamayarak yıkılmış. 1510 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından onarılmış. Çevresi sığ olduğundan, etrafından dünya ülkelerinin gemileri geçtiğinden bir fener ilave ettirilmiş ve “Deniz Feneri” unvanı ile yeniden tutunmuş Kız Kulesi hayata.

Yağ kandillerinden oluşan bu fener, bir gün tutuşturmuş kulenin ahşap tenini. O vakit Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, kurşun ve cam ile yenilemiş kulenin elbisesini.

Osmanlı’nın son asrında, hastane ve karantina alanı olarak kullanılarak o dönemin illeti veba salgının şehre bulaşması önlenmiş.

II. Mahmut döneminde Osmanlı-Barok tarzı ile restore edilmiş. 1857’de yeni bir fener ilave edilmiş. Gelen geçen gemilere göz kırparmış.

Etekleri her daim ıslak, hüzünlü bir güzel olarak zamana meydan okuyarak Boğaziçi’nde süzülen Kız Kulesi çok şeye şâhit olmuş. Yanından geçen gemiler kulağına çok şey fısıldamış. Onunla samîmi olmadığımızdan mıdır bilmem, açmıyor sırrını kimselere. Asırlardır orada, o denizin içinde ve bizler çok az şey biliyoruz onun hakkında.

1959 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın himâyesine alınmış. Boğaz’ın deniz ve hava trafiğini denetleyen radar istasyonuna dönüştürülmüş. 1983 ila 1992 yılları arasında Deniz İşletmeleri sahiplenmiş bu güzel, nâzenin ve bir o kadar da mahâretli kuleyi. Ara istasyon olarak kullanılmış.

1995’te yeniden onarılmış. Yeni kostümüyle şimdilerde daha da alımlıymış. 2000 yılında ise belki bizlerden birine sırrını açar diye kapıları bize açılmış.

Bu arada, son dönemde Türk filmi “Kız Kulesi Âşıkları” ve James Bond serisinin 19. filmi “Dünya Yetmez”de (The World is Not Enough) rol almış.

Dışarıdan çıtı pıtı, nârin bir kızı andıran bu kuleyi mutlaka yakından görmelisiniz! “Hiçbir şey dışarıdan göründüğü kadar (ve gibi) değildir” hakîkatine şâhit olmalı ve Marmara Denizi’nin hiç eksik olmayan rüzgârıyla meşk ederek bir fincan Türk kahvesini gülümseyerek yudumlamalısınız. Sizi tebessümle karşılayacak, her katında ayrı sırlar barındıran mahremiyetini sizinle dost bir edâ ile paylaşacak. Onu bekletmeyin, olur mu?

*

121 yaşında mütedeyyin bir delikanlı: Dolmabahçe Saat Kulesi

Osmanlı’nın son yüzyılına damgasını vuran Abdulhamid Han zamanın nabzını tutan bir zât idi ki Anadolu’nun pek çok şehrinde yaptırdığı saat kuleleri, bunun ispatıydı. Zira mü’minin mutlaka zaman bilinci olmalıydı. İstanbul Dolmabahçe’de de bir saat kulesi inşâ ettirmişti. Halk, namaz vakitlerini takip edebilsin, yangınlardan haberdar olsun ve hava durumunu bilsin istiyordu. İşte bu maksatlarla Saray mimarlarından Sarkis Balyan’a talimat vermiş ve 1890 ila 1895 yılları arasında, Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer alan saat kulesinin inşâsı gerçekleştirilmiş.

Tarih kitaplarına maliyet bütçesi ile geçen bu kule, 1 milyon 210 bin 550 kuruşa mâl olmuş. “Kuruşu kuruşuna” kayda geçmiş bu maliyet, zamanın sultanı Abdulhamid Han’ın mîr-i malını hesaplı harcayışının ve kayda geçişinin ispatı hükmünde kayıtlarda yer almış. Yani yuvarlanmamış rakamlar! Üstelik Sultan Abdülaziz döneminde yapımı başlanan ve yarım kalan Azîziye Camii’nin taşları kullanılarak inşâ ettirilmiş.

 

Bunlar görünen yüzünün şıklığı Dolmabahçe’deki saat kulesinin. Bir de işlevselliği var tabiî. Kuledeki her kapı ve pencerenin ikişer yanını sütunlar süslüyor, her yüzeyde kemer kavislerinin içinde barometreler yer alıyor. Barometrelerde hava durumları “Fırtına, Rüzgâr, Yağmur, Mütehavvil (değişken hava), Eyi Hava, Sabit Hava” şeklinde listelenmiş. Eğer ziyaret ederseniz, aynen bu biçimde korunduğunu görebilirsiniz.

Dolmahçe Saat Kulesi, kıvrımlı süslemeleri, Barok ve Ampir tarzda kostümü, 27 metrelik endâmı ile zarif bir delikanlıyı andırıyor. Donanımlı mimarisinde sahanlıktaki renkli geometrik taşlar dikkat çekiyor. Kulenin her kenarında yer alan altışar basamaklı merdiven, hâkimiyeti tesis ediyor. Ayrıca merdiven köşelerinde yer alan iki katlı fıskiyeler de zarafetine zarafet ekliyor.

Bunlar görünen yüzünün şıklığı Dolmabahçe’deki saat kulesinin. Bir de işlevselliği var tabiî. Kuledeki her kapı ve pencerenin ikişer yanını sütunlar süslüyor, her yüzeyde kemer kavislerinin içinde barometreler yer alıyor. Barometrelerde hava durumları “Fırtına, Rüzgâr, Yağmur, Mütehavvil (değişken hava), Eyi Hava, Sabit Hava” şeklinde listelenmiş. Eğer ziyaret ederseniz, aynen bu biçimde korunduğunu görebilirsiniz.

Abdulhamid Han tarafından terazi ve silah eklenerek tamamlanmış olan Osmanlı arması kulenin yakasına bir mermere oyularak âdetâ broş gibi nakşedilmiş.

Bugün hâlâ kurulan ve hem gemilere, hem de ahâliye zamanı bildiren kulenin Paul Garnier markalı saatleri, zamanın saatçi başı Johann Meyer tarafından Fransa’dan getirtilmiş ve yine onun tarafından makinelerin kurulumu ile yerleştirilmiş.

121 yıldır Dolmabahçe Sarayı’nı ve denizi gözleyen kule, pek çok tarihin yakın şâhidi olmuş. Aynı zamanda tarihte devlet adamlarının halk ile buluşmalarına ve özel kabullerin gerçekleştirilmesine ev sahipliği yapmakla da bilinen kule, yakın tarihimizde paralel yapı örgütünün Gezi Parkı ihânetlerinden sonra, zamanın İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun halk ile buluşmasına da sahne oldu. Üşenmeyiniz efendim, İstanbul’daysanız, İstanbul’a yolunuz düşerse onu mutlaka ziyaret ediniz! Yakışıklı, birikimli bir delikanlı ile tanışacaksınız. Sizi ağırlamakta kusur etmeyecek kadar zarif olduğunu unutmayınız!

*

Saraylı bir beyzâde: Yıldız Saat Kulesi

Saraylı bir kule: Yıldız Saat Kulesi… Ayakları sağlam basan, mütevazı duruşuyla ağırbaşlı bir beyzâde gibidir. Beşiktaş’ın Yıldız semtindeki Yıldız Sarayı Kompleksi’nde bulunan Hamîdiye Camii’nin bahçesinde yer alması nedeniyle “Hamîdiye” adıyla da anılır. O da mütedeyyindir ve namaz vakitlerini dakikası dakikasına bildirmekle mükelleftir. Yani bu maksat için inşâ edilmiştir. Mimarı, Sarkis Balyan’dır.

20 metre yüksekliğindeki aşağıdan yukarı doğru incelen zarif bünyesi üç kattan oluşur. II. Abdulhamid Han tarafından 1889 ila 1890 yılları arasında Osmanlı ve Neo-Gotik tarzda yapılmış ağırbaşlı kule, sağlam duruşunu sekizgen kaidesinden alır. Giriş kapısı üzerinde bulunan II. Abdulhamid Han’ın tuğrası, Sultan’ın vakte ve ibadete verdiği değerin izahı gibidir.

Dört cepheli ve üç katlı kulenin ilk katında dört adet yazıt, ikinci katında bir termometre ve barometre, en üst katında ise saat odası bulunur. Kule, sivri ve dilimli kubbesi ile saraylı bir edâya sahiptir.

Yön tayinine de memur olan kulenin kubbe üzerinde bir pusula bulunur ki kule, tek başına havanın ve zamanın nabzını tutarak mü’minlerin ibadet ve etrafını kuşatan coğrafyalardan ne denli mes’ul olduklarının altını çizer sükûnetiyle. Sessizce sözünü söyleyen bir hâl vardır daima üzerinde.

 

Beşiktaş’ın Yıldız semtindeki Yıldız Sarayı Kompleksi’nde bulunan Hamîdiye Camii’nin bahçesinde yer alması nedeniyle “Hamîdiye” adıyla da anılır. O da mütedeyyindir ve namaz vakitlerini dakikası dakikasına bildirmekle mükelleftir.

Osmanlı’nın son yüzyıl tanığı olmanın onurunu taşır. Çok gün görmüş, çok çileye şâhit olmuş, çok “Âmin!” işitmiş olmanın ağırlığını hissettirir yanı başında kendisine yârenlik edene.

İşte şâhit olduğu ıstıraplardan sadece biri: 21 Temmuz 1905 yılında, II. Abdulhamid Han’a karşı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından Hamîdiye Camii önünde düzenlenen suikast girişimi...

Bir parça hüzün varsa yüzünde, bilinsin ki şâhit olduğu ihânetlerin çetelesindendir!

Görmeli, Yıldız Sarayı’nın o efsunlu atmosferinde bulunmalı, parkında çay yudumlamalı, Hamîdiye Camii’nin şadırvanında buz gibi su ile abdest alıp Yıldız Saat Kulesi’ne bakarak namaz vaktini gözlemelisiniz! Sırrından sır, ihlâsından ikram devşirmelisiniz! Meselâ geç kalmadan, bu yaz onu görmek için yollara düşebilirsiniz…