İsrail zulmü karşısında matematik bile çaresiz

Cumartesi 20, Pazar 17, Pazartesi ise 14 tır ile insanî yardım malzemesinin geçişine izin verildi. Hâlbuki hayatın normal devam edebilmesi için en az günde 200 tır geçmesi gerek. Yarısına bile izin vermediler. Sanki orası İsrail kapısı. Ne beri tarafının İsrail’le ilgisi ilişkisi var, ne öte tarafının. Refah Sınır Kapısı denilen yer, Mısır ile Gazze arasında. Hiç alâkası olmamasına rağmen, oradan gelecek yardım malzemeleri İsrail’in keyfine kalmış.

LONDRA metrosu tıklım tıklım. Makinist “Özgür Filistin” diye anons yapıyor. Yolcuların pek çoğu yüksek sesle ona katılıyor, tezahüratta bulunuyorlar. Makinist “Filistin için dua edelim” dedikten sonra iyi bir gün dileyerek bitiriyor.

Bir dakika için, dünya bir parça güzelleşiyor. Bir metro kadar güzelliğe bile ihtiyacımız var. Bakın, Londra metrosundaki o manzara, kısa sürede bize kadar ulaşıyor. Gazze’deki soykırım haber ve görüntülerinin ulaştığı gibi...

Dünyanın her yerinde insanlar İsrail’e lânet okuyor, haksızlığını görüyor. Bazı ülkelerdeki yöneticiler aksi yönde düşünüp hareket etme derdinde. Fakat halk, doğruyu ayırt edebiliyor.

Müslüman ülkeler de buna dâhil.

İsrail zulmü karşısında matematik bile çaresiz.

“Milyon mu büyük, milyar mı?”

Bu sorunun cevabı basit. Kimse şüphe duymaz. Fakat söz konusu İsrail olunca, milyon, milyardan büyük görünüyor.

Yoksa sekiz milyonluk İsrail karşısında sekiz milyarlık dünya nasıl ezik kalabilir?

Şu satırlar yazılırken, İsrail bombalamaya devam ediyor. Maalesef bu satırlar okunurken de durum değişmeyecek. İki cümle bitene kadar bile kaç Filistinlinin katledileceğini, bombalarla şehit düşeceğini bilmiyoruz.

Bildiğimiz şu ki, İslâm dünyası bir araya gelse, yanında bir avuç kalan İsrail’i tükürükle boğabilir. Ne yazık ki, birlikte hareket etme konusunda zaafiyet var. Tek tek çıkışlar cılız kalıyor, etkili olamıyor.

Gazze’de havadan, denizden, karadan aralıksız ölüm yağıyor. İnsanî yardım asgarî seviyenin bile altında. İsrail izin verirse tırlar geçecek.

Cumartesi 20, Pazar 17, Pazartesi ise 14 tır ile insanî yardım malzemesinin geçişine izin verildi. Hâlbuki hayatın normal devam edebilmesi için en az günde 200 tır geçmesi gerek. Yarısına bile izin vermediler.

Sanki orası İsrail kapısı. Ne beri tarafının İsrail’le ilgisi ilişkisi var, ne öte tarafının. Refah Sınır Kapısı denilen yer, Mısır ile Gazze arasında. Hiç alâkası olmamasına rağmen, oradan gelecek yardım malzemeleri İsrail’in keyfine kalmış.

Şöyle bir sahne düşünelim: İyi niyetli bir kişi, eline bir tas çorba almış, yeğenine iki kaşık çorba ikram edecek. Ya da bir lokma ekmek verip iki yudum su içirecek. Aksi hâlde zor durumdaki yeğeni hayata veda edecek. Hayatî bir mecburiyet söz konusu. Ancak, komşulardan biri geliyor, karşı çıkıyor: “Hayır, içiremezsin! Ne ekmek verebilirsin, ne su!”

Böyle davranan komşuya tepki gösterilir, “Ulan sen kimsin? Sana ne? Git işine!” diyerek kovulur. Israr ederse küptü kafasına biner.

Maalesef öyle olmuyor, küptü her zamanki yerinde duruyor. Ve o bir yudum ekmek ile iki yudum su verilemediği için yeğen son nefesini veriyor.

Kestirmeden izah budur.

Biz de ekranda Gazze bombalanırken, babalar çocuklarına ait ceset parçalarını poşetle taşırken, analar feryat ederken, hastaneler, okullar, fırınlar, ibadethâneler bile yerle bir edilirken, sofra başında elimizde kaşıkla kalakalıyoruz.

Lokmalar boğazımıza diziliyor.

Kendimizi suçlu hissediyoruz.

Elimiz titriyor, çorba dökülüyor, gözler doluyor.

Çocukların acı çığlıklarının yankılandığı sırada sofradan kalkanlar az değildir eminim. Daha sonra, geç bir vakitte birkaç lokma atıştırma düşüncesiyle sofradan uzaklaşan çoktur.

Gazze görüntüleri eşliğinde tıkınmayı utanç verici bulup kendine yakıştıramayanlara selâm olsun!

*

Türkiye Yazarlar Birliği, “İsrail’in Soykırım Siyaseti Dünyayı Karanlık Bir Sona Sürüklüyor!” başlıklı bir bildiri yayınladı. Altına imza attığım bildiri şöyle:

“Gazze’de tarihin en zalim katliamı gerçekleşiyor. Filistin halkı aç, susuz ve elektriksiz bırakılıp üzerlerine fosfor bombaları yağdırılırken emperyalist devletler İsrail’in yanında saf tutup katilleri alkışlıyor.  Siyonist teröristler, ‘Artık Filistin’de okullar olmayacak, çünkü çocuk kalmayacak orada!’ diye çığlıklar atarken, İsrail uçakları çocuk hastanelerini bombalıyor.

Vicdanın olmadığı yerde, değil medeniyetten, insanlıktan dahi söz etmek mümkün değildir. Katliamlarını Filistinlilerin insan değil bir çeşit hayvan olduğunu öne sürerek meşrulaştırmak isteyen distopik bir terör devleti var karşımızda. Bölgeyi egemenliği altında tutmak için her aracı mubah gören bu katiller Machiavelli’nin zalim ‘Prens’i Ferdinand’ın izinde insanlığı yok etmenin eşiğindeler.

İsrail için soykırımın netice değil, esas olduğunu görüyoruz. Zira bu devlet bölgenin yerli halkını yok etme zemininde varlığını inşâ ediyor. Bunun için zaman zaman vesileler arıyor, sebeplerin peşinde koşuyor, bir intikam kurgusu yaratarak mazlum rolünde her şeyi yapma hakkını görüyor kendinde.

Mehmet Akif’in ‘Tek dişi kalmış canavar’ dediği bu sahte medeniyetin maskesi düşmüştür. Türkiye Yazarlar Birliği çatısı altında toplanmış yazarlar bu cürmün tanıkları olarak dünyaya seslenmeyi ağır bir sorumluluk olarak görmektedirler.

Filistin halkı sahipsiz değildir. İnsan olmanın gereği olarak bu katliamı engellemek için elimizden gelen her şeyi yapmak zorundayız. İmam Şafii’nin doğduğu Gazze toprakları yalnız dualarımızı değil siyâsî, askerî, ekonomik ve kültürel desteğimizi bekliyor. Ne kadar iman, o kadar Kudüs!”