SON iki hafta içinde gündem çok hızlı değişti. Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak ve İran, İsrail tarafından füzelerin hedefi yapıldı. Gazze ve Lübnan’da soykırım dünyanın gözü önünde devam ediyor; engellemeyi bırakın, ABD bu durumu ileri derecede destekliyor. İsrail’in İran’a gönderdiği füzeler karşılıklı anlaşmanın bir eseri gibi duruyor.
ABD devreye girip, İsrail’in, İran’ın nükleer üretim tesisleri ve petrol kuyuları gibi alanlarını vurmamasını istedi. Bunu başardı da. Ülkesinde olacak ufak bir ekonomik sarsıntıda ABD, kendi devletine ne olacağını biliyor. Aynı dünyada yeni doğmuş çocuklar, doktorlar, hemşireler ve ibadet yerleri yok olmuş, umurlarında değil.
ABD kontrollü İran’a İsrail saldırısı, aslında büyük bir tuzaktı. Kendi ülkelerinin halklarını bir nebze de olsa ikna etmenin yoludur bu. Tam bu aşamada MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamasının ardından FETÖ başının ölümü ikinci plâna düşerken, Türkiye ciddi bir adım atmayı denemek istedi. TUSAŞ saldırısı ile terör patronunun Kandil ve İmralı olmadığı, asıl çıbanbaşı patronun ABD olduğu görüldü. Bu süreç devam ederken, “Türk’ü sevmeyen Kürt, Kürt’ü sevmeyen Türk” ifadesi kullanılarak birliktelik açıklaması yapıldı.
İran’a yapılan İsrail saldırısının göstermelik aşamasında, Türkiye’deki bu çıkış ve ABD’nin her iki olayda da at başı gitmesi, hedefin Türkiye olduğunu gösteriyor.
Bu olaydan sonraki yirmi dört saat içinde İsrail; Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak ve İran’a saldırdı. Dünyadan ve Müslüman ülkelerden çıt çıkmadı. Bu sindirilmişlik büyük bir plânın sonucunda ortaya çıktı. Kan gölüne dönen bu coğrafyada Osmanlı’ya kafa tutup güya bağımsızlık kazananların hiçbiri rahat yüzü görmedi. Bu ayrı bir konu olsa da gerçek maalesef budur.
Fransa, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin gelip ülkelerindeki petrol, doğalgaz, müze ve tarihî eserlere el koymalarına karşın bu halkların Osmanlı karşıtı olmaları akıl alır şey değil. Geri dönüp baktıklarında hiç böyle şeyleri tarihlerinde görmeyeceklerdir.
Dünya geçtiğimiz yüzyılda milliyetçilik akımlarıyla imparatorlukların yıkılmasını hedefledi ancak yeni birlikler kurulma ihtiyacı hissedildi.
Avrupa Birliği, Birleşik Amerika, Türk Devletleri Teşkilatı, BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü bunlardan bazıları. Böyle oluşumlar en fazla bir ömür dayanabilir. Avrupa Birliği çökmenin eşiğine geldi ve İngiltere, birlikten hemen ayrıldı. ABD’de ise iç savaş çıkma seviyesine gelindi. ABD kontrollü İsrail bu coğrafyayı kan gölüne çevirdi ama ABD’de iç savaş çıkar ve eyaletler ayrılmaya başlarsa, ABD’nin bir asırdır dünyada akıttığı kanın hesabı da çıkar.
Ortadoğu ve Afrika kaynaklarını sömüren ABD ve Batılı devletler, bunların 2050’li yıllarda tükeneceğini bildiklerinden, coğrafyanın haritasını değiştirmenin derdine düştüler. Ekonomik olarak ayakta kalabilmek için silah satmaları gerekiyor. Çünkü ABD ekonomisinin bel kemiğini silah teknolojileri oluşturuyor. Bu nedenle nerede bir kan akıyorsa, arkasında ABD yer alıyor.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gören Sayın Bahçeli, sanırım ülkenin yararına elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kitlenin şaşkınlığını küçümsememek de lâzım. Açılım Süreci’ne karşı duranlar şimdilerde ne yapacaklarını bilemediler. Türkiye gerçeği, her şeyin önüne geçti.
İşte bu “Türkiye gerçeğini” iyi okumak lâzım. Öncelikle TUSAŞ’a yapılan hain terör saldırısı, en az hasarla atlatılmışa benziyor. Zamanlamasının manidar olduğu aşikâr. Türkiye’nin bu tür olayları hasarsız atlatmasının yolu da var ama zayıf karın da mevcut. Bu anlamda ülkemizin olayları zararsız atlatmasındaki zayıf karnını aşağıdakiler gibi tanımlayabiliriz:
Birincisi; olaylar olmadan önce analiz edememe yeteneği yıllardır devam ediyor.
İkincisi; liyakat ve sadakat ikileminde sürekli olarak sadakat tercih ediliyor. Beceriksiz bazı bürokrat ve atanmışlar, şahsî gelecek kaygısıyla hareket edip ülke yararına karar alamıyorlar.
Üçüncüsü; yetişmiş bireyler dünyanın en değerli hazinesi, bu noktada 2024 Türkiye’sinde eğitimde fırsat eşitliği akademide işlemiyor. İlk defa orijinal Türkiye vatandaşları 1990’da kurulan üniversitelerde yer edinmeye başladılar ama şimdilerde bile bunların canına okunuyor. Yetişmiş bireyler Almanya’nın günümüz dünyasına etkisine bir örnek. Türkiye ise yetişmiş bireyleri savunma sanayii teknolojilerinde değerlendirmeyi başardı ama akademide bu işe erişemedi. Atanmışlar şahsî çıkarları uğruna Devlet’in bütün imkânlarını kullanıyor, kimseden ses çıkmıyor.
Dördüncüsü ise, gelinen dünyada bir asır önceki fikirlerin artık dünyayı taşımadığı gerçeğidir. Ancak bu aşamada da gerek toplum, gerekse Devlet, buna hazır görünmüyor. Dijital teknoloji ve internet ile işler, ülke lehinde hızla ilerleyebilirdi. Ancak öyle olmadı. Siyaset günlük işlerin derdinde olduğundan, kalıcılığa odaklanabilmesi için ekonominin çok iyi olması gerekiyor. Avrupa’da bile ekonomik sıkıntılar baş gösterdiğinden, Türkiye bu durumdan etkilenmiştir.
Ekonomik durum dünyada böyleyken, Türkiye siyâsî olaylarla da karşı karşıya kaldı. Doğu Akdeniz gazı ve yer altı zenginlikleri Batılı devletler tarafından paylaşılacakmış gibi duruyor. Gazze ve Lübnan saldırısının asıl amacı bu. Ekonomik açıdan bu zenginliğe “Dur!” diyebilecek ve yeni ticaret yollarının açılmasına öncülük edebilecek Türkiye’nin durdurulması gerekiyor. Bunları plânlayan Batılılar her daim içeriden kendilerine uşaklık edecek birilerini buluyorlar, bulmaya da devam edecekler.
İsrail’in İran’a kontrollü ve anlaşmalı saldırısı, Türkiye’yi ateşin içine çekmek içindir. Suriye ve Irak saldırılarında bu ülkelerin İsrail’e cevap verdiği görülmedi. Çünkü başlarının dertlerine düştüler. Gerçek terör patronu ve baş düşman ABD ile aynı yatağa girdiler. Bugün bile Suriye ve Irak, Türkiye’yi ABD’den daha tehlikeli görüyor. Bu kadar kafayı sıyırmış bir topluluk ile nereye gidilecek? 400 yıl birlikte yaşadığımız unutuldu ama ABD, Fransa ve İngiltere gibi devletlerin kucağında maskara oldular. Ve Türkiye de bundan nasibini aldı. Nasıl mı? Sadece bir bilimden örnek vereyim: 1970 yılına kadar resmî kanalla getirilen fizikçi hocaların tamamı Yahudi… Başka sorunuz?



