İsrail’in enkazını görmek

Türkiye’nin İsrail’e olan ihtiyacından çok daha fazlası ile İsrail, Türkiye’ye muhtaçtır. Geçmişte iki tarafın iyi ilişkilerinden kazanan taraf İsrail olmuştur. İsrail’in Türkiye’ye karşı olan ihtiyacı hesaba katılmaksızın yürütülecek bir siyaset, geçmişin tekrarı olacaktır. Türkiye bu hâliyle “İsrail’i haritadan silme” siyasetini yürütecek imkânlara sahip değildir. Ancak gelip geçici dönemsel şartların etkisiyle İsrail’i kazançlı çıkaracak ikili ilişkilerini tekrarlaması, 1948’den beri sürdürülen yanlışın tekrarından başka bir şey olmayacaktır.

İNGİLTERE eski başbakanlarından Lord Palmerston’un (Ö. 1865), “İngiltere’nin ebedî dostları ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır” cümlesi her nasılsa çok taraftar bulmuştur. Lordun adı anılmaksızın adeta kutsal bir ilke gibi uluslararası ilişkilerin temelinde “ebedî dostluk da, ebedî düşmanlık da yoktur” diye geçerli bir ilke hâlini almıştır. Bu söz, aslında ülkeler arasındaki ilişkilerin ahlâkî bir ilkeye değil, çıkara bağlı olmasını öngören ya da çıkarlara dayalı olarak ilişkilerin sürdürülmesini meşru gören bir anlayışın sonucudur.

Ülkeler arasında bazen düşmanlık, bazen dostlukla açıklanan ilişkiler de bu görüşü doğrulayacak bir içeriğe sahiptir. Türkiye’nin bazı komşuları, müttefikleri, bu arada İsrail ile olan inişli çıkışlı ilişkilerini de yine bu görüş çerçevesinde ele alanlar oldukça fazladır.

Nitekim İsrail Cumhurbaşkanı İsaac Herzog’un 9 Mart 2022’deki Ankara ziyaretini “Uluslararası ilişkilerde çıkarlar, ideolojilere ve inançlara üstün gelmektedir” diye memnuniyetle karşılayanlar olmuştur (Bilal Sambur, Independent Türkçe, 12 Mart 2022). Uluslararası ilişkilerin gerçekten ilgili ülkelerin çıkarları doğrultusunda sürdürülmesi bu iddiayı doğrulayabilirdi. Ancak İsrail ile Türkiye gibi ülkelerin, tarafların ortak çıkarları yerine “daha çok ve özellikle İsrail’in çıkarları doğrultusunda geliştiği” görüşünü haklı çıkaracak örnekler fazladır.

Dönemsel şartlara bağlı olarak uluslararası ilişkilerin temin ettiği çıkarların kolayca üstün geldiği ideolojilerin ya da inançların niteliği de sorgulanmaya muhtaçtır. Yine de gelip geçen dönemsel şartlara ve geçici çıkarların aldatıcı cazibesine rağmen inançların ve ideolojilerin varlığını sürdürebilmeleri, asıl üstünlüğe sahip taraf olduklarını açıklamaktadır.

İsrail hakkında Müslümanlar arasında iki görüşün yaygın olduğu bilinmektedir. Bunlardan birincisine göre “İsrail haritadan silinmeli, yok edilmeli, denizden (Akdeniz) nehre (Şeria) kadar bağımsız Filistin Devleti kurulmalıdır”. Bu görüşün taraftarları az olmakla birlikte etki alanı ve yaydığı heyecan oldukça fazladır. İsrail saldırganlığı, işgal ve katliamları bu görüşü teyit etmektedir. Söylem düzeyinde “İsrail’i haritadan silme” görüşünün tekeli İran’da bulunmaktadır.

İsrail hakkında yaygın olan ikinci görüş ise 1967 Savaşı öncesindeki sınırları esas alan Filistin bölgesinde iki devletli (Arap ve İsrail) çözümü savunmaktadır. “İslâm ülkeleri” denilen devletlerin büyük çoğunluğu bu görüşü destekleyegelmiştir.

***

Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini 1948’den başlayarak “karşılıklı çıkarlar” veya ahlâkî ilkeler ile açıklamak oldukça zordur. Çünkü durup dururken ve aceleyle 1948’de Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olarak elde ettiği bir faydayı duyan ya da gören olmamıştır. Buna karşılık Türkiye, bu tanıma siyasetiyle bütün tarihî misyonunu yeniden ve bir kere daha inkâr ettiği gibi kendi halkının duygularını da fena hâlde incitmiştir.

Nitekim 1948’den sonra gelip geçen hükûmetlerin uğraştığı işlerden biri de “Türkiye-İsrail ilişkilerinin varlığına halkı inandırma” çabası olmuştur. Teslim etmelidir ki, bu çaba halk nezdinde bir karşılık bulmuş ve halkın bir bölümü, “Araplar için İsrail ile sorun yaşamak yerine, İsrail ile iyi ilişkilerin kurulmasını” benimsemiştir.

Amerika’da lobilerin etkili olduğu ve Yahudi lobisinin yardımı ile ABD hükûmetlerinin “Ermeni soykırımını kabul etmedikleri” propagandası ile Türkiye-İsrail ilişkileri gerekli ve meşru gösterilmeye çalışılmıştır. Ermeni soykırımı iddialarına karşılık İsrail ve Yahudi lobisi ile iyi ilişki kurma isteği Türkiye’nin dış siyasetini adeta rehin almıştır.

Ermeni lobisinin ABD ve AB ülkelerinde elde ettiği mevziler, Türkiye’nin Yahudi lobisine muhtaç olduğu tezinin bir hayâle, bir varsayıma dayandığını göstermiştir.

AK Parti iktidarına kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin genel tutumu İsrail’in lehine olmuştur. Türkiye medyası üzerinde eskiden beri hatırı sayılır ölçüde bir Yahudi etkisi vardır. Bu etki Kemalizm’den kaynaklı Arap aleyhtarlığı ile uyumlu bir şekilde İsrail lehine bir kamuoyu oluşturmada tayin edici olmuştur.

Bu genel gidişten farklı olarak Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, İsrail’i sıkça eleştirmekle birlikte hiçbir zaman “İsrail’i tanımayacağız, haritadan sileceğiz, denizden nehre kadar Filistin devleti kuracağız” gibi sözler etmemiştir. Aksine, 1967 sınırlarını esas alan iki devletli bir çözümün Filistin meselesi için çare olacağını savunmuştur.

Erbakan liderliğindeki Refahyol hükûmeti zamanında (1996-1997) Türkiye-İsrail arasında ilişkiler, askerî ve ticarî alanda imzalanan yeni anlaşmalar ile artmıştır. Her ne kadar Başbakan Erbakan’a rağmen dönemin askerî vesayeti bu ilişkilerin artmasına yol açtığı söylenilmiş olsa da Erbakan’ın artan ilişkilere engel olacak bir girişimi olmamıştır. Necmettin Erbakan, Refahyol hükûmetinden sonra İsrail aleyhtarı görüşlerini arttırarak savunmuştur. 2009’da düzenlenen bir Kudüs mitinginde, İsrail’in Gazze’ye saldırmasını “Firavunun yaptığı zulümlerden daha fazlası” olduğunu belirtmiştir. Erbakan bu dönemde, eskiden konuşmalarında sözünü ettiği “Filistin’de iki devletli çözüm” önerisine yer vermemiştir.

***

İki devletli çözüme umut bağlayanları meşgul edecek pek çok olay yaşandı. Ekim 1991’de İspanya Madrid’de başlayan İsrail-Filistin görüşmeleri kesintilerle ve çeşitli imza törenleriyle sürüp gitmiştir. Bunların içinde belki en önemlisi veya iki devletli çözüme en çok umut vereni, 13 Eylül 1993’te İsveç Oslo’da imzalanmıştır.

FKÖ lideri Yaser Arafat, Temmuz 1994’te sürgünden Ramallah’a döndü. Ramallah Filistin Devletinin, hükümetinin merkezi oldu. İsrail ile Filistin arasında 1994, 1995, 1997, 1998, 1999 ve 2000’de çeşitli anlaşmalar imzalandı. İsrail tarafı bu anlaşmalara hiçbir zaman sadık kalmamıştır. Göstermelik de olsa Filistin Devleti’ni tanıyarak ilk anlaşmayı imzalayan İsrail eski Başbakanı İzak Rabin, 1995’te bir suikast ile öldürülmüştür.

İsrail halkı, Filistin’in kendilerine Tanrı tarafından verildiğine (arz-ı mevut: vaat edilmiş yer), bu yüzden Filistinlilerin orada gasp durumunda olduğuna inandığı için, Filistinlilere karşı her zaman şiddet ve terörü savunan partileri desteklemiştir. Daha çok Filistinli öldürmeyi, daha çok Filistinli sürgün etmeyi, topraklarını gasp etmeyi vaat eden partilerin İsrail’de seçim kazanma şansı barış taraftarlarına göre her zaman fazladır.

SSCB’nin dağılması ile birlikte SSCB sınırları içindeki Yahudi nüfusun İsrail’e göç ettirilmesi çalışmaları son otuz yılda sürüp gitmiştir. Dışarıdan taşınan Yahudi nüfusu ile Filistin’de nüfus dengesizliği İsrail’in lehine değiştirilmeye çalışılmış, yeni yerleşim yerlerinin kurulması için Filistinli Arapların arazileri zorla gasp edilerek onlar yersiz yurtsuz bırakılmışlardır.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Ocak 2009’da İsviçre’deki Davos Zirvesi’nde, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e karşı “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” çıkışı ile birlikte, kendi tabanında İsrail’e karşı biriken öfkeyi açığa vurmuştu.

15 Mayıs 2018’de ise “İsrail bir terör devletidir” demiştir Erdoğan (AA). 2009-2022 aralığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benzeri içerikte pek çok konuşması olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Davos’ta ünlü “One minute” çıkışına karşı İsrail’in görünürdeki ilk cevabı, 31 Mayıs 2010’da İHH’nın Gazze’ye gönderdiği “Mavi Marmara” adlı yardım gemisine düzenlenen baskında 13 Türkiye vatandaşının şehit edilmesi olmuştur. Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulmasında, Batı basınında bitip tükenmez Erdoğan aleyhtarı kampanyaları da İsrail’in cevapları arasında hatırlamak yerinde olur. Ancak bu süre içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan yine de “İsrail’i tanımıyoruz, haritadan sileceğiz” gibi çıkışlar yapmamıştır. Türkiye-İsrail ilişkileri en alt düzeye inmiş ama ticaretleri (2021’de 6,2 milyar dolar) artarak devam etmiştir.

Nihayet İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Ankara’yı ziyaret etti. Şatafatlı bir törenle karşılandı. En üst seviyede bir protokol uygulandı. Türkiye daha alt düzeyde bir protokol yerine en üst seviyeyi tercih ederek, herhâlde Türkiye-İsrail ilişkilerine verdiği önemi göstermek istemiştir.

Cumhurbaşkanı Herzog için yapılan törenlerin “terör devleti İsrail” söylemiyle açıklanması zordur. Benzeri bir durum İsrail için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratmak ve hatta devirmek için gizli açık imkânlarını seferber eden İsrail, şimdi Erdoğan’ın ayağına kadar gelerek onunla ilişkilerini geliştirmeyi göze almıştır. Üstelik Herzog, Ankara’da, “Aramızda ebediyen çözemeyeceğimizi bildiğimiz sorunların varlığına rağmen ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” demişken, Erdoğan da “Filistin hassasiyetine” sahip olduklarını hatırlatmıştır. Yani tarafların her şeyi unutmadıkları ve her şeye yeniden başladıklarını söylemeye imkân yoktur.

***

Kudüs’ün durumu iki ülke ilişkilerini zora sokacak bir mahiyete sahiptir. Çünkü 1980’de İsrail Kudüs’ü başkent ilân etmiş, ancak geçen kırk yıllık sürede Türkiye, büyükelçiliğini Kudüs’e taşımamıştır. ABD Başkanı Trump’un 2017’de bir karar alarak “Kudüs’ü İsrail’in başkenti” olarak tanımasından sonra pek çok ülke büyükelçiliğini Kudüs’e taşımıştır. Türkiye açısından ilk sınav, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyıp taşımayacağıdır. Kısa sürede, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde böyle bir taşınma işleminin olması akla uygun değildir. Muhtemelen iki ülke karşılıklı olarak yeniden büyükelçi tayin edecektir. Türkiye büyükelçiliği de Tel Aviv’de kalmaya devam edecektir.

Türkiye için ikinci sınav ise karşılıklı ziyaretler nedeniyle Türkiye Cumhurbaşkanı veya Dışişleri Bakanı’nın resmî görüşmeler için Kudüs’e gidip gitmeyeceğidir. Çünkü resmî görüşmeler için Kudüs’e gitmekle Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu kabul edilmiş olacaktır. İsrail’in böyle bir beklenti içinde olması, muhtemel bir oldubitti ile Türk tarafına böyle bir şey kabul ettirmeye çalışması beklenir.

İsrail’in varlığına ya da yayılmacılığına itirazı olanlar genellikle radikal, uyuşmaz ve barışa karşı olmakla suçlanırlar. Böylece radikal sayılanlardan değişmeleri beklenir. Buna karşılık, İsrail’in yaptığı anlaşmaları çiğnemesi, savunmasız ve masum sivilleri öldürmesi, topraklarını gasp ederek dışarıdan topladığı Yahudilere “Gelin, iki bin yıl önce buralar sizindi” diyen işgalci politikalarında hiçbir değişiklik olmaksızın devam etmesi, “İsrail’in var olma haklarından” sayılmaktadır.

Türkiye’nin İsrail’e olan ihtiyacından çok daha fazlası ile İsrail, Türkiye’ye muhtaçtır. Geçmişte iki tarafın iyi ilişkilerinden kazanan taraf İsrail olmuştur. İsrail’in Türkiye’ye karşı olan ihtiyacı hesaba katılmaksızın yürütülecek bir siyaset, geçmişin tekrarı olacaktır. Türkiye bu hâliyle “İsrail’i haritadan silme” siyasetini yürütecek imkânlara sahip değildir. Ancak gelip geçici dönemsel şartların etkisiyle İsrail’i kazançlı çıkaracak ikili ilişkilerini tekrarlaması, 1948’den beri sürdürülen yanlışın tekrarından başka bir şey olmayacaktır.

“İsrail, yıkılasın, enkazını göreyim!

Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim.”