
İNGİLTERE eski başbakanlarından Lord Palmerston’un (Ö. 1865), “İngiltere’nin
ebedî dostları ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır” cümlesi her
nasılsa çok taraftar bulmuştur. Lordun adı anılmaksızın adeta kutsal bir ilke
gibi uluslararası ilişkilerin temelinde “ebedî dostluk da, ebedî düşmanlık da yoktur”
diye geçerli bir ilke hâlini almıştır. Bu söz, aslında ülkeler arasındaki
ilişkilerin ahlâkî bir ilkeye değil, çıkara bağlı olmasını öngören ya da
çıkarlara dayalı olarak ilişkilerin sürdürülmesini meşru gören bir anlayışın
sonucudur.
Ülkeler arasında
bazen düşmanlık, bazen dostlukla açıklanan ilişkiler de bu görüşü doğrulayacak
bir içeriğe sahiptir. Türkiye’nin bazı komşuları, müttefikleri, bu arada İsrail
ile olan inişli çıkışlı ilişkilerini de yine bu görüş çerçevesinde ele alanlar
oldukça fazladır.
Nitekim İsrail
Cumhurbaşkanı İsaac Herzog’un 9 Mart 2022’deki Ankara ziyaretini “Uluslararası
ilişkilerde çıkarlar, ideolojilere ve inançlara üstün gelmektedir” diye memnuniyetle
karşılayanlar olmuştur (Bilal Sambur, Independent Türkçe, 12 Mart 2022).
Uluslararası ilişkilerin gerçekten ilgili ülkelerin çıkarları doğrultusunda
sürdürülmesi bu iddiayı doğrulayabilirdi. Ancak İsrail ile Türkiye gibi
ülkelerin, tarafların ortak çıkarları yerine “daha çok ve özellikle İsrail’in
çıkarları doğrultusunda geliştiği” görüşünü haklı çıkaracak örnekler fazladır.
Dönemsel şartlara
bağlı olarak uluslararası ilişkilerin temin ettiği çıkarların kolayca üstün
geldiği ideolojilerin ya da inançların niteliği de sorgulanmaya muhtaçtır. Yine
de gelip geçen dönemsel şartlara ve geçici çıkarların aldatıcı cazibesine
rağmen inançların ve ideolojilerin varlığını sürdürebilmeleri, asıl üstünlüğe
sahip taraf olduklarını açıklamaktadır.
İsrail hakkında
Müslümanlar arasında iki görüşün yaygın olduğu bilinmektedir. Bunlardan
birincisine göre “İsrail haritadan silinmeli, yok edilmeli, denizden (Akdeniz)
nehre (Şeria) kadar bağımsız Filistin Devleti kurulmalıdır”. Bu görüşün
taraftarları az olmakla birlikte etki alanı ve yaydığı heyecan oldukça
fazladır. İsrail saldırganlığı, işgal ve katliamları bu görüşü teyit
etmektedir. Söylem düzeyinde “İsrail’i haritadan silme” görüşünün tekeli
İran’da bulunmaktadır.
İsrail hakkında
yaygın olan ikinci görüş ise 1967 Savaşı öncesindeki sınırları esas alan
Filistin bölgesinde iki devletli (Arap ve İsrail) çözümü savunmaktadır. “İslâm
ülkeleri” denilen devletlerin büyük çoğunluğu bu görüşü destekleyegelmiştir.
***
Türkiye’nin İsrail
ile olan ilişkilerini 1948’den başlayarak “karşılıklı çıkarlar” veya ahlâkî
ilkeler ile açıklamak oldukça zordur. Çünkü durup dururken ve aceleyle 1948’de
Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olarak elde ettiği bir faydayı
duyan ya da gören olmamıştır. Buna karşılık Türkiye, bu tanıma siyasetiyle
bütün tarihî misyonunu yeniden ve bir kere daha inkâr ettiği gibi kendi
halkının duygularını da fena hâlde incitmiştir.
Nitekim 1948’den
sonra gelip geçen hükûmetlerin uğraştığı işlerden biri de “Türkiye-İsrail
ilişkilerinin varlığına halkı inandırma” çabası olmuştur. Teslim etmelidir ki,
bu çaba halk nezdinde bir karşılık bulmuş ve halkın bir bölümü, “Araplar için
İsrail ile sorun yaşamak yerine, İsrail ile iyi ilişkilerin kurulmasını”
benimsemiştir.
Amerika’da
lobilerin etkili olduğu ve Yahudi lobisinin yardımı ile ABD hükûmetlerinin
“Ermeni soykırımını kabul etmedikleri” propagandası ile Türkiye-İsrail
ilişkileri gerekli ve meşru gösterilmeye çalışılmıştır. Ermeni soykırımı
iddialarına karşılık İsrail ve Yahudi lobisi ile iyi ilişki kurma isteği
Türkiye’nin dış siyasetini adeta rehin almıştır.
Ermeni lobisinin
ABD ve AB ülkelerinde elde ettiği mevziler, Türkiye’nin Yahudi lobisine muhtaç
olduğu tezinin bir hayâle, bir varsayıma dayandığını göstermiştir.
AK Parti
iktidarına kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin genel tutumu İsrail’in lehine
olmuştur. Türkiye medyası üzerinde eskiden beri hatırı sayılır ölçüde bir
Yahudi etkisi vardır. Bu etki Kemalizm’den kaynaklı Arap aleyhtarlığı ile
uyumlu bir şekilde İsrail lehine bir kamuoyu oluşturmada tayin edici olmuştur.
Bu genel gidişten
farklı olarak Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, İsrail’i sıkça
eleştirmekle birlikte hiçbir zaman “İsrail’i tanımayacağız, haritadan
sileceğiz, denizden nehre kadar Filistin devleti kuracağız” gibi sözler
etmemiştir. Aksine, 1967 sınırlarını esas alan iki devletli bir çözümün
Filistin meselesi için çare olacağını savunmuştur.
Erbakan
liderliğindeki Refahyol hükûmeti zamanında (1996-1997) Türkiye-İsrail arasında
ilişkiler, askerî ve ticarî alanda imzalanan yeni anlaşmalar ile artmıştır. Her
ne kadar Başbakan Erbakan’a rağmen dönemin askerî vesayeti bu ilişkilerin
artmasına yol açtığı söylenilmiş olsa da Erbakan’ın artan ilişkilere engel
olacak bir girişimi olmamıştır. Necmettin Erbakan, Refahyol hükûmetinden sonra
İsrail aleyhtarı görüşlerini arttırarak savunmuştur. 2009’da düzenlenen bir
Kudüs mitinginde, İsrail’in Gazze’ye saldırmasını “Firavunun yaptığı
zulümlerden daha fazlası” olduğunu belirtmiştir. Erbakan bu dönemde, eskiden
konuşmalarında sözünü ettiği “Filistin’de iki devletli çözüm” önerisine yer
vermemiştir.
***
İki devletli
çözüme umut bağlayanları meşgul edecek pek çok olay yaşandı. Ekim 1991’de
İspanya Madrid’de başlayan İsrail-Filistin görüşmeleri kesintilerle ve çeşitli
imza törenleriyle sürüp gitmiştir. Bunların içinde belki en önemlisi veya iki
devletli çözüme en çok umut vereni, 13 Eylül 1993’te İsveç Oslo’da
imzalanmıştır.
FKÖ lideri Yaser
Arafat, Temmuz 1994’te sürgünden Ramallah’a döndü. Ramallah Filistin
Devletinin, hükümetinin merkezi oldu. İsrail ile Filistin arasında 1994, 1995,
1997, 1998, 1999 ve 2000’de çeşitli anlaşmalar imzalandı. İsrail tarafı bu
anlaşmalara hiçbir zaman sadık kalmamıştır. Göstermelik de olsa Filistin
Devleti’ni tanıyarak ilk anlaşmayı imzalayan İsrail eski Başbakanı İzak Rabin,
1995’te bir suikast ile öldürülmüştür.
İsrail halkı,
Filistin’in kendilerine Tanrı tarafından verildiğine (arz-ı mevut: vaat edilmiş
yer), bu yüzden Filistinlilerin orada gasp durumunda olduğuna inandığı için,
Filistinlilere karşı her zaman şiddet ve terörü savunan partileri
desteklemiştir. Daha çok Filistinli öldürmeyi, daha çok Filistinli sürgün etmeyi,
topraklarını gasp etmeyi vaat eden partilerin İsrail’de seçim kazanma şansı
barış taraftarlarına göre her zaman fazladır.
SSCB’nin dağılması
ile birlikte SSCB sınırları içindeki Yahudi nüfusun İsrail’e göç ettirilmesi
çalışmaları son otuz yılda sürüp gitmiştir. Dışarıdan taşınan Yahudi nüfusu ile
Filistin’de nüfus dengesizliği İsrail’in lehine değiştirilmeye çalışılmış, yeni
yerleşim yerlerinin kurulması için Filistinli Arapların arazileri zorla gasp
edilerek onlar yersiz yurtsuz bırakılmışlardır.
***
Cumhurbaşkanı
Erdoğan, 29 Ocak 2009’da İsviçre’deki Davos Zirvesi’nde, İsrail Cumhurbaşkanı
Peres’e karşı “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” çıkışı ile birlikte, kendi
tabanında İsrail’e karşı biriken öfkeyi açığa vurmuştu.
15 Mayıs 2018’de
ise “İsrail bir terör devletidir” demiştir Erdoğan (AA). 2009-2022 aralığında
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benzeri içerikte pek çok konuşması olmuştur.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Davos’ta ünlü “One minute” çıkışına karşı İsrail’in görünürdeki ilk
cevabı, 31 Mayıs 2010’da İHH’nın Gazze’ye gönderdiği “Mavi Marmara” adlı yardım
gemisine düzenlenen baskında 13 Türkiye vatandaşının şehit edilmesi olmuştur.
Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulmasında, Batı basınında bitip tükenmez Erdoğan
aleyhtarı kampanyaları da İsrail’in cevapları arasında hatırlamak yerinde olur.
Ancak bu süre içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan yine de “İsrail’i tanımıyoruz,
haritadan sileceğiz” gibi çıkışlar yapmamıştır. Türkiye-İsrail ilişkileri en
alt düzeye inmiş ama ticaretleri (2021’de 6,2 milyar dolar) artarak devam
etmiştir.
Nihayet İsrail
Cumhurbaşkanı Herzog, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlisi olarak Ankara’yı ziyaret
etti. Şatafatlı bir törenle karşılandı. En üst seviyede bir protokol uygulandı.
Türkiye daha alt düzeyde bir protokol yerine en üst seviyeyi tercih ederek,
herhâlde Türkiye-İsrail ilişkilerine verdiği önemi göstermek istemiştir.
Cumhurbaşkanı Herzog
için yapılan törenlerin “terör devleti İsrail” söylemiyle açıklanması zordur. Benzeri
bir durum İsrail için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratmak ve hatta
devirmek için gizli açık imkânlarını seferber eden İsrail, şimdi Erdoğan’ın
ayağına kadar gelerek onunla ilişkilerini geliştirmeyi göze almıştır. Üstelik
Herzog, Ankara’da, “Aramızda ebediyen çözemeyeceğimizi bildiğimiz sorunların
varlığına rağmen ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” demişken, Erdoğan da “Filistin
hassasiyetine” sahip olduklarını hatırlatmıştır. Yani tarafların her şeyi
unutmadıkları ve her şeye yeniden başladıklarını söylemeye imkân yoktur.
***
Kudüs’ün durumu
iki ülke ilişkilerini zora sokacak bir mahiyete sahiptir. Çünkü 1980’de İsrail
Kudüs’ü başkent ilân etmiş, ancak geçen kırk yıllık sürede Türkiye, büyükelçiliğini
Kudüs’e taşımamıştır. ABD Başkanı Trump’un 2017’de bir karar alarak “Kudüs’ü
İsrail’in başkenti” olarak tanımasından sonra pek çok ülke büyükelçiliğini
Kudüs’e taşımıştır. Türkiye açısından ilk sınav, büyükelçiliğini Kudüs’e
taşıyıp taşımayacağıdır. Kısa sürede, hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde
böyle bir taşınma işleminin olması akla uygun değildir. Muhtemelen iki ülke
karşılıklı olarak yeniden büyükelçi tayin edecektir. Türkiye büyükelçiliği de
Tel Aviv’de kalmaya devam edecektir.
Türkiye için
ikinci sınav ise karşılıklı ziyaretler nedeniyle Türkiye Cumhurbaşkanı veya
Dışişleri Bakanı’nın resmî görüşmeler için Kudüs’e gidip gitmeyeceğidir. Çünkü
resmî görüşmeler için Kudüs’e gitmekle Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu kabul
edilmiş olacaktır. İsrail’in böyle bir beklenti içinde olması, muhtemel bir
oldubitti ile Türk tarafına böyle bir şey kabul ettirmeye çalışması beklenir.
İsrail’in
varlığına ya da yayılmacılığına itirazı olanlar genellikle radikal, uyuşmaz ve
barışa karşı olmakla suçlanırlar. Böylece radikal sayılanlardan değişmeleri
beklenir. Buna karşılık, İsrail’in yaptığı anlaşmaları çiğnemesi, savunmasız ve
masum sivilleri öldürmesi, topraklarını gasp ederek dışarıdan topladığı
Yahudilere “Gelin, iki bin yıl önce buralar sizindi” diyen işgalci
politikalarında hiçbir değişiklik olmaksızın devam etmesi, “İsrail’in var olma
haklarından” sayılmaktadır.
Türkiye’nin
İsrail’e olan ihtiyacından çok daha fazlası ile İsrail, Türkiye’ye muhtaçtır.
Geçmişte iki tarafın iyi ilişkilerinden kazanan taraf İsrail olmuştur.
İsrail’in Türkiye’ye karşı olan ihtiyacı hesaba katılmaksızın yürütülecek bir
siyaset, geçmişin tekrarı olacaktır. Türkiye bu hâliyle “İsrail’i haritadan silme”
siyasetini yürütecek imkânlara sahip değildir. Ancak gelip geçici dönemsel
şartların etkisiyle İsrail’i kazançlı çıkaracak ikili ilişkilerini tekrarlaması,
1948’den beri sürdürülen yanlışın tekrarından başka bir şey olmayacaktır.
“İsrail, yıkılasın, enkazını göreyim!
Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim.”