İKİNCİ Dünya Savaşı’nda Almanya’da Nazi Partisi’nin (Hitler yönetiminin) Yahudilere karşı soykırım uyguladığı gerekçesiyle, BM kararına bağlı olarak Almanya’da özel bir mahkeme (Nürnberg Askerî Ceza Mahkemesi) Ekim 1945’te kurulmuş ve Nazi Partisi yöneticileri yargılanmışlardır.
Nazi liderleri bu mahkemede, barışa karşı suç (uluslararası sözleşme ve anlaşmaları çiğneyerek savaş çıkarma), insanlığa karşı suç (sürgün, imha ve soykırım), savaş suçları (savaş hukukunu çiğneme) ve ilk üç maddede sıralanan suçların “ortak bir plân ve komplo dönemi ile gerçekleştirilmesi” iddiası ile başlayan mahkemede yargılanmıştır. Bu yargılamada 216 oturum yapılmış, 1 Ekim 1946’da ilân edilen mahkeme kararı ile Nazi Partisi liderlerinden 22 tanesi idam, diğerleri ise çeşitli ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı.
Savaş suçlusunun mağlûbu yargılanır, galibine dokunulmaz
Nürnberg Mahkemesi, savaş suçları bakımından dünyada bir ilktir. Mahkemeyi İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri (ABD, Fransa, İngiltere ve Rusya/SSCB) açmıştır. Savaşın mağlûbu olan Alman yöneticileri yargılanmış ve “Yahudilere karşı işlemiş oldukları suçlardan” dolayı cezalandırılmışlardır.
Elbette Nürnberg Mahkemesi, “galiplerin işledikleri savaş suçlarını gündemine almamıştır”. Galiplerin, başta Japonya’da sivil hedeflere karşı kullandıkları atom bombaları ile yaptıkları bütün katliamlar, kötü bir savaş hatırası olarak yanlarında kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, dünyada ABD öncülüğünde yeni bir siyâsî ve askerî denge kurulmuştur. ABD’nin öncülüğüyle birlikte artık örtük bir vaziyette dünyada bir çeşit Yahudi egemenliği başlamıştır. Bu egemenliğin sonucunda 14 Mayıs 1948’de BM kararı ile İsrail’in kuruluşu resmileşmiştir.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında soykırıma maruz kalmak sadece Yahudiler için geçerli sayılmıştır. Bu alanda bir çeşit Yahudi tekeli oluşturulmuştur. Hollywood gibi yerlerde yapılan filmler üzerinden oluşturulan propaganda yoluyla bu tekel bütün insanlığın zihninde kalıcı hâle getirilmeye çalışılmıştır.
İsrail hakkındaki soykırım dâvâsı
Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023’te İsrail’e karşı Gazze’de yaptıklarından dolayı Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM ya da Lahey Uluslararası Adalet Divanı -UAD-), Soykırım Sözleşmesi’ne bağlı olarak, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ihlâli gerekçesiyle dâvâ açmıştır. Mahkemedeki ilk duruşmalar tarafların savunmalarının dinlenmesi için 11-12 Ocak 2024’te yapılmıştır (AA, 27 Ocak 2024).
Aslında Nürnberg Mahkemesi’nde Nazilere yöneltilen “barışa karşı suç işleme, insanlığa karşı suç işleme, savaş suçları ve bir etnisiteyi tümüyle ya da kısmen yok etmeyi planlayıp uygulama” fiillerini İsrail, kurulduğu (1948) günden beri fazlasıyla işlemektedir. Ancak İsrail’in bu suçlar için yargılanması 2024 yılında mümkün olabilmiştir. İşte Güney Afrika Cumhuriyeti’nin UAD girişimi ile Yahudilerin soykırım tekeli kırılmaya başlanmıştır!
Yahudilerin maruz kaldıkları soykırım dolayısıyla başka topluluklara, Filistinlilere benzeri soykırımları yapmaları ABD ve AB’de şimdiye kadar bir çeşit hak olarak görülmüştür. Ezici çoğunluğu Hıristiyan olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin girişimleri sonunda, üyelerinin hepsi Hıristiyan olan UAD’de İsrail, “soykırım sanığı” olarak yargılanmaya başlanmıştır. Bu, İsrail’in 75 yıldan beri yaptıkları için, oldukça küçük bir adımken, insanlık onurunun geleceği adına büyük bir adım sayılabilir.
İslâm İşbirliği Teşkilatı’na üye 57 ülke, toplamda 17 milyon askeri varken, İsrail’e karşı hiçbir askerî eylem yapamadıkları gibi, UAD’ye gidip dâvâ da açmamışlardır. Bu yüzden “İslâm ülkeleri” denilen devletlerde ne kadar lider, şeyh, emir, melik, melike, mehdi, imam, rehber, kurtarıcı, başkan, önder, kurucu unvanı taşıyan varsa hepsi adına utanç verici bir sonuçtur bu.
Lahey’deki UAD, İsrail’in soykırım suçları için açılan dâvâyı zamana yayarak işi savsaklamamıştır. Teslim edilmelidir ki, bu da iyi bir başlangıçtır. UAD, 26 Ocak 2024’te ilk kararını ilân etmiş ve buna göre İsrail, kabul ederek tarafı olduğu Uluslararası Soykırım Sözleşmesi’nin 2’nci maddesindeki fiilleri (bir toplumsal grubun üyelerinin öldürülmeleri, onlara ciddî bedensel ve zihinsel zararlar vermesi, grubun tamamının veya bir kısmının yok olmasına yol açacak şekilde hayat şartlarını kötüleştirmesi, grup içinde doğumları engellenmesi gibi) önlemediği, askerî birliklerinin bu fiilleri engellemediği ve aksine işlediği, Filistinlilere karşı açıkça ve doğrudan soykırım çağrısı yapanları engellemediği ve cezalandırmadığı, Gazze’ye, Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı olumsuz hayat şartlarının giderilmesi için acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insanî yardımların ulaştırılmasını engellediği, Gazze’de Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi’nin ihlâli niteliğinde olduğu bilinen fiiller hakkındaki delilleri yok etmesi, korumaması, bunun için gerekli tedbirleri almaması, bundan dolayı sıralanan bu fiiller hakkında neler yapıldığı hakkında bir ay içinde Divan’a bilgi sunmak zorunda sayılmıştır.
İsrail yargılanacak!
Bu kararlar, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin bütün taleplerini kapsamamıştır. Askerî operasyonların tamamen durdurulması ve işgal edilen yerlerin tümüyle boşaltılması kararda yer almamıştır. Askerî operasyonların “soykırımı önleme sözleşmesini ihlâle engel olmayacak” sınırda tutulması istenmiştir. Bunun nasıl olacağına ise yer vermemiştir. Bu, Filistinlilerin maruz kaldıkları soykırım için oldukça yersiz, hatta uçuk kaçık bir ifade olmuştur. Yine de İsrail’in askerî operasyonları için sanık olarak savunmaya zorlanması ve yaptıklarının soykırım suçu ile yargı konusu yapılması ilk defa görünen bir iştir.
Güney Afrika Cumhuriyeti, soykırım sözleşmesini ihlâl eden bütün asker yahut sivil kişilerin cezalandırılmasını önlemeyi İsrail’in sözleşmeyle birlikte üstlendiği ancak bu yükümlülüğünü yerine getirmediğinin belirtilmesine karşılık UAD’nin soykırım suçunun sadece “aleni soykırım çağrısı yapanlarla sınırlı tutulması” ise hayâl kırıcı olmuştur.
Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail’in yapıp ettikleri için bir haftada UAD’ye rapor vermesini talep etmişken, bu süre UAD kararı ile bir aya çıkarılmıştır.
UAD’nin bu tedbir kararı, Birleşmiş Milletler (BM) organlarının ve gönüllü kuruluşların raporları ve görüşleri ile büyük ölçüde uyumludur. Daha önce BM ve gönüllü kuruluşların ilgili rapor ve görüşleri olmasaydı UAD’den böyle bir karar muhtemelen çıkmazdı. Bu karar ile Gazze’deki insanî durumun felâketi, bir uluslararası mahkeme kararı ile dünya kamuoyuna sunulmuştur. Yetersizdir, ancak insanlık için Gazze adına önemli bir gelişmedir.
UAD’nin Gazze için aldığı bu kararlar, bazen 16’ya karşı 1, bazen 15’e karşı 2 gibi ezici çoğunlukla alınmış olması da insanlık adına önemli bir gelişmedir.
26 Ocak 2026 tarihinde UAD’de alınan bu kararların nihaî olarak nasıl sonuçlanacağını önceden tayin etmek güçtür. Üstelik verilecek nihaî kararın ne ölçüde uygulanabilir olacağını söylemeye de imkân yoktur. Çünkü verilecek nihaî kararlar, BM Güvenlik Konseyi kararı ile uygulanabilecektir. BM Güvenlik Konseyi’nde ise ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler varken İsrail’i gerçekten zora sokacak kararların çıkmasını beklemek hayâlciliktir. Güvenlik Konseyi’nden (farz-ı muhal) çıkacak kararları ABD, İngiltere ve Fransa’ya karşı uygulayabilecek bir güç henüz ortada yoktur.
Dünya siyâsî dengelerinin bu gerçeğine rağmen, İsrail’in 75 yıldan beri yapageldiği soykırımlar nedeniyle sorgulanamazlığı, yargılanamazlığı ve dokunulmazlığı efsanesi bütünüyle ortadan kalmıştır. Dünya Siyonist lobisinin medya üzerinde tesis ettiği tekele rağmen, Filistin’de İsrail’in işlediği soykırım bütün insanlığın gündemi hâline gelmiştir. Siyonist lobi bunu engelleyememiştir. İnsanlığın geleceği adına bu sonuç önemli bir gelişmedir.
Ukrayna’da Rusya Devlet Başkanı Putin’in savaş suçu işlemiş olması hakkında UAD tarafından verilen karardan dolayı pek çok ülkeye gidemeyişi gibi, belki yakın zamanda işgalci İsrail liderleri de haklarında açıklanacak olan UAD kararlarından dolayı hiçbir yere gidemeyeceklerdir. İsrail’in savaşta yenilmezliği efsanesi çöktüğü gibi, uluslararası diplomasi ve uluslararası hukuk önünde de dokunulmazlığı ve yargılanamazlığı efsanesi de çökmüş olacaktır. Yakın bir gelecekte İsrail, bugünlerini arayabilir duruma düşecektir.
UAD kararları ile artık İsrail’in kanlı soykırımları mahkeme ilâmına dönüşmüş olacaktır. İsrail, sürekli, her yerde ve her zaman kendi kendini savunmak zorunda kalacaktır. “Soykırım mahkûmu” etiketini üzerinden atmayacaktır. Bu durum İsrail için bir moral çöküntüsüyken, Filistin tarafı içinse önemli bir zaferdir.
Dünyada pek çok ülkenin, bu arada BM’nin kabul ettiği Filistin’de iki devletli çözümü yaptığı katliamlar ve milyonları tehcir ederek en çok engellemiş olan İsrail, yine yakın bir zamanda bu iki devletli çözüm modelini kendisi için yegâne kurtuluş yolu olarak görecektir. İsrail’in soykırımları kalıcılık ve bekâsını değil, aksine geçicilik ve yıkılış zamanını hızlandırmıştır.
İsrail’in varlığı büyük ölçüde Birinci Haçlı Seferi’nin sonunda, 1099’da Kudüs’te kurulan Haçlı Krallığı’na benzemektedir. Nasıl ki o krallığın varlığı bir insan ömrünü aşamamış ise, İsrail’in varlığı da yapıp ettiği katliamlar nedeniyle ancak o kadar olabilir.
Bu arada, İslâm İşbirliği Teşkilatına (İİT) üye 57 ülke, İsrail’e karşı ortak bir askerî operasyon yapamamıştır. Aynı 57 ülke İsrail ile olan ticaretlerini de durduramamış, hava sahalarını ve limanlarını da İsrail’e ve onun katliamlarının doğrudan suç ortağı olan ABD ve İngiltere gibi ülkelere kapatamamışlardır. Aksine bu ticaret ve kullanım süreci, İsrail hiçbir soykırım suçu işlememiş gibi devam etmiştir, etmektedir.



