İNSAN hayatında
yaşanan şeylerin istatistiği tutulsa, sanırım israf, en üst seviyelerde yer
alacak.
Uyku,
yemek, öğrencilik, çalışma hayatı, maddiyat ve maneviyat gibi insan hayatında
büyük yerler kaplayan kavramlarla yarışırcasına, neredeyse insanın diğer yüzü
olmuş israf. Hepimiz bir şekilde israfın bir köşesinden tutmuşuz.
İsrafta
başı çektiğimiz ilk şey yaşamımızdır. Doğan Cüceloğlu, “Var Mısın?” adlı
kitabında, “Gelişmesine önem verilmemiş bir çocuk, millî servete ihanettir.
Vatandaşın çözüm üretmek yerine şikâyet etmeye harcadığı zaman da damlayan musluk
gibi ulusal bir israftır” der. Aynı kitapta Cüceloğlu, çocuk için, “Çocuk,
doğuştan bir bilim insanıdır; eğitimin niyeti, kişinin getirdiği merak
potansiyelini beslemek, daha karmaşık soruları sorabilecek ve yolculuğa zevkle
devam edebilecek durumda kalmasını sağlamaktır” diye ekler.
Yaşam
israfında başlangıç olarak ilk önce insanın çocukluğu israf edilir. Aile ve
eğitim sistemi, beraberce çocuk içinde hazır bulunan merak, keşif ve heyecan
duygularını işlemek ve bu sayede ömür boyu araştıran ve öğrenmeye devam eden
bireyler yetişmesini sağlamak yerine başka bir yol izler. Kurallar, müfredat,
ceza ve ödül gibi sistemlerle bireyin mekanik bir yapıya kavuşması sağlanır.
Böylece herkes gibi olması sağlanarak farklı düşünemeyen bir toplumun temelleri
atılır.
Çocukluğu
israf edilen birey, ileride kendi üzerinde çalışıp destek alamaz ise yaşamını
büyük ölçüde israfa çevirecektir. Çevremize baktığımızda, insanların
çoğunluğunun israf üzere bir yaşamda olduğunu görüyoruz. Zamanlar öyle dehşet verici
bir şekilde israf ediliyor ki hangi bir tarafını anlatmaksak ki? “Televizyon”
denen kutunun içine sanki bizde bolca bulunan değersiz bir metal atarcasına
saatleri boşaltmak meselâ… Ne kadar akıllıca?
Yaşamı
programlamak her yerde öğretilmez. Programlanmayan bir sürecin düzensiz
ilerleyişi ve sonrasında dağılması kaçınılmazdır. Okullarda ve evlerde yaşam ve
insan kavramı detaylı şekilde işlenip değerlendirilmez. Bir yol haritası
belirlemek, insana kendini kazandırmak gibi şeyler hiç yer bulamazken, eğitim
sisteminin kendine görev olarak seçtiği belli temel dersleri de öğretme biçimi
tamamen israftan ibarettir. Milyonlarca çocuk, okula bir şeyler öğrensin diye
gönderilir. Zarurî olan on iki yıllık eğitim süreci hiç de az bir süre değil.
Bu sürenin tamamen israf edildiği merkezlerdir okullar. Kural ağırlıklı, not
sistemi altında ezilen, merak ve heyecan duygularından arındırılmış stres
yerleri hâle gelmiştir okullar. Öğrenciler okul hayatının monotonluğunu
aşabilmek için birbirlerine tutunmaktadırlar.
Çocukluk
israf edildi. 12 yıllık zorunluluk, adı üstünde, zoraki gidilen on iki senelik
okul hayatı israfa gitti. Üniversite hayatı varsa tabiî, bir dört sene de oraya
gitti. Ya sonra? Sahi, bunca yıllık okul hayatı sürecinde kimse israftan
bahsetmiş miydi?
El
ele verdik, hep birlikte yaşamımızı, zamanımızı ucuza harcıyoruz. Pişmanlığını
ahiret yurduna saklıyoruz. Evet, çok şikâyet de bir israf! Bu nedenle “Neler
yapabiliriz?” kısmına geçmek istiyorum…
Ne
istiyoruz? Ne yapabiliriz?
Neredeyse
bütün yazılarımda çözümün başlangıç noktası hep aynıdır. Çözüm, önce
idarecilerin önderliğinde, yönetim ve koordinasyonunda başlamalı ve
ilerlemelidir. Bireysel çabalar yetersiz ve uzun soluklu değil. İdarecilerimiz
toplumu ilgilendiren her konuda çalışmalar yapsalar da bu çalışmalar genellikle
belirli zaman dilimlerinde uygulanan, kapsamı ve etki alanı zayıf, toplumun
tamamına ulaşamayan yapıda olmaktadır. Örneğin ekmek israfına dikkat çekilir; kamu
spotları, birkaç konuşma ve birkaç etkinlik ile farkındalık oluşturulmaya
çalışılır ve “Bunun sırası bitti, şimdi ne var?” denir. Enerji israfı, su
israfı sırasıyla yerlerini alır, görsel ve yazılı materyaller kullanılır ve
ilgili kurum ve kuruluşlar sorumluluklarını yerine getirmenin huzuruyla
yollarına devam ederler.
Burada
şu soruyu sormak gerek: Bu yolla önüne geçilmiş kaç israf konusu var?
Eksikliğimiz
olan her şeyin (bu değerlerimiz, kültürümüz ya da israf konusu olsun)
işleneceği ve çözüleceği yer, önce eğitim sistemidir, aile kurumudur.
Kalbinde
kök salmış şeydir hayat. Kalplere giden yol ise kaliteli ve bilinçli bir aile
yuvası, ilham verici bir eğitmen ve eğitim sisteminden geçer. Zorla ancak beyne
ve düşüncelere girer, kalbe ise giremezsiniz. Kalpte yerleştirilmeyen bir şey
için istediğiniz kadar farkındalık kampanyası yapın, uzun süreli bir
bilinçlenme elde edemezsiniz. Zaman israfı, su israfı, beyin kapasitesi israfı,
ekmek israfı, enerji israfı, para israfı gibi israflarla kuşatılmış durumdayız.
İsraf ile bu kadar iç içeyiz ama yine de rahatsızlık veren bir durum yok gibi
yaşayıp gidiyoruz.
“Farkındalık”
deyip duruyoruz sürekli. Nedir Allah aşkına bu farkındalık? Gündeme alınan her
konuda adı geçen “farkındalık” kavramı yeterince anlaşılabilmiş bir şey mi
sizce? Bir şeylerin farkına varmak güzel ama bir anlığına kazandığımız
farkındalık ile ne yapacağız sonra?
Gelip
geçici farkındalıklar ve gündemine göre üstlenilen sorumluluk mu daha etkili ve
uzun süreli olur, yoksa çocukluktan itibaren aşılanmış ve her açıdan edinilmiş
bir sorumluluk bilinci mi?
İnsan
olmanın esas göstergesi, hayatı araştırmak üzerinedir. Var olmanın, varlığın ve
Var Edicinin farkına varmak, kendi dünyası ile beraber çevresinin de gelişmesine
katkı sunmaktır. Bize yakışan en güzel şey, doğumdan ölüme öğrenci olmaktır.
Öğrenilecek ne varsa imkânlar ölçüsünde öğrenmeye ve öğretmeye çalışmaktır.
Herkes -istese de, istemese de- varlığı ile etrafa bir şeyler anlatır. Zaman
teknoloji çağı, uzay çağı, internet çağı ve diğer yandan da çok ileri seviyede
bir israf çağı aynı zamanda. Başta dediğim gibi, insanın bir yüzü israf olmuş.
Zamanını, ömrünü, parasını, suyunu, gücünü, aklını, neyi varsa sanki
bolmuşçasına, sınırsızmışçasına israf etmesi trajik bir durum. Ömrün,
maddiyatın ve maneviyatın bereketini kaçıran en önemli şeydir israf.
Bazı
zamanlarda içimde gerçekten çok derin sızılar duyuyorum. Farkındalık her zaman
mutluluk, heyecan ve merak getirmiyor; bazen kalbî ağrılar getiriyor. Neredeyse
bütün yazılarımın arasına sıkıştırdığım bir konudur eğitim sistemi. Her zaman
gündemin ilk sıralarında olması gereken ve kanayan bir yaradır. İdarecilerin
ellerinden geleni yaptıklarına şüphe yok, ama diğer yandan bu çabaların yanlış
ya da eksik ilerlediği de aşikârdır.
Eğitim
sistemi ve okul, sadece Türkçe, matematik, fen, sosyal bilgiler, tarih, din
kültürü, coğrafya, yazılı ve sözlü sınavlar ile ödevlerden ibaret olmamalı. “İsraf”
adıyla başlı başına bir ders ve ders kitabı olmalı meselâ. “Öz kültürümüz” başlıklı
zorunlu bir ders olmalı meselâ. Öz kültür konusu tarih, coğrafya veya edebiyat
kitabı içinde dar alanlara sıkıştırılacak bir konu değildir.
Sonra
“insan” kavramı var. Bu öyle bir kavram ki, sadece bir ders olmaktan daha öte
tutulması gereken, tüm toplumun öğrenci olması gereken bir konu. Ömür boyu
öğrenilmeye devam edilmesi, işlenmesi gereken bir konu… İnsana kendini
tanıtmaktan daha önemli olabilir bu iş. Varlık anlamının araştırılması,
tartışılması ve bu konuda gelişim gösterilmesi sadece bireyi değil, toplumu ve
insanlığı ileriye taşıyacaktır. İnsanlığını öğrenen, üstüne öz kültürü ile
sağlam bir özgüven temeli atılan bireye sonrasında hangi dersi verirsen ver,
sorun değil. Kalpten kalbe yol aç, öğrenci olmuş, kâşif, olmuş heyecanlı ve
ilgili öğretmenler ile kalpler arasında bilgi o kadar hızlı yol alır ki o zaman
öğrenmenin keyfine doyum olmaz.
İsraf
her şeyden; her yerde israf
“İsraf”,
sözlük anlamında sadece savurganlığa değinmez. Gaflete, cehalete ve hâddi
aşmaya da işaret eder. Öyle ya, insan bilse israfın ne demek olduğunu, yapar mı
hiç böyle bir şey? Elde olan ne varsa emanet olduğunu, kendine verilen ne nimet
varsa hepsinin bir imtihan olduğunu ve elindekini nasıl kullandığına göre iç ve
dış dünyasının şekillendiğini bilse, hâddini aşar mı hiç?
Üzücü
kısmı ise, bilmek için bir çabanın sahibi de değil insan. İnsanlığın büyük bir
kısmı hâddini çok aştı; akşam haberleri seyredilecek gibi değil. Cahilliğin en
büyüğünü en çok okumuş olanlar, “Akıllıyım” diyenler yapıyorlar. Koca koca
devletler ve siyasetçiler birbirlerini yiyorlar. Paylaşmak yerine bölünmeyi
teşvik ediyorlar. İnsanı sokak sokak, anlayış anlayış, renk renk böldüler, yine
de doymuyorlar.
Avazım
çıktığı kadar bağırmak, sesli sesli ağlamak, televizyonlara çıkıp isyan etmek
istiyorum: Ey insanlık, varlığınızı daha fazla israf etmeyin, bu kadar
tükendiğimiz yetmez mi? İsraf olduk, harap olduk, kaybolduk!
Neyi
nasıl aşılamak istediğiniz çok önemli. Örneğin, bir kurumda ekmek israfı konusu
işleniyor ve tüm kurumlara bilgilendirme yazıları ve afiş benzeri dosyalar
gönderilmek suretiyle toplumsal olarak konuya dikkat çekmeye ve farkındalık
oluşturmaya çalışılıyor… Kurum ve kuruluşlarda küçük büyük afişler belki
haftalarca duvarlarda asılı kalıyorlar. Televizyon ve radyolarda
bilgilendirmeler de yapılıyor. Güzel etkinlikler bunlar… Ama israf, belli
başlıklara ve belli zamanlara indirgenecek bir konu değil!
Bunun
anlamı, konuyu basitleştirmektir. Basitleştirilen bir kavramın etkisi ve
kalıcılığı olmaz. Diğer bir ifadeyle, insan kendi beynini, bilinçaltını böyle
ikna edemez!
Aile
yuvasından başlamak üzere okullar, kurum ve kuruluşlar ve özellikle de idareler
bunu bir yaşam biçimi hâline getirmelidir. Yaşam biçimleri kurallarla, ceza ve
ödül sistemleriyle, duyurularla yürütülmez. Yaşam biçimleri, kabul etmek ve
varlığının bir parçası hâline getirmek ile olur. İnsanın olduğu her yerde insana
ait değerler hep el üstünde tutulmalıdır.
Örneğin
bir markete giriyorsunuz ve içeride, hani şu kayan yazıların olduğu elektronik
tabelalarda şu yazıyor: “Hoş geldiniz. Alışveriş için bizi tercih ettiğiniz
için teşekkür eder, değerli zamanınızı çok fazla almamak adına aradığınız bir
ürün varsa size yardımcı olmak isteriz. Unutmayınız, bizleri, ne kadar çok
çeşit ve sayıda ürün aldığınız değil, millî servete verdiğiniz önem mutlu
edecektir! İhtiyaç dışı harcamaların israfa, israfın da aile ve toplum hayatına
olumsuz etkileri olduğunu hatırlatır, keyifli alışverişler dileriz…” Sizce buna
benzer bir şey çok mu tuhaf? Bize katkısı olabilecek önemli konuları sadece
televizyonlar, afişler veya seminerler ilgilendirmese, bizimle birlikte yürüse
değerlerimiz, ne güzel olur!
Eldeki
varlık ve nimet bir imtihandır ve onu nasıl değerlendirdiğin, sadece seni değil,
tüm toplumu ilgilendirir. Bunun dinî sorumluluğu da vardır. Parası çok olan
parasından, gücü çok olan gücünden, bilgisi çok olan bilgisinden hesap
verecektir. Yaşam ve içindeki malzemeler bize tesadüf eseri olarak gökten
düşmedi. Gelenin bir sebebi var. Verilenin nasıl kullanıldığı elbette bir
yerlerde bir şekilde değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Orada bu şekilde bir
hesaplaşma beklemiyorum -ki şaşkınlıklar yaşamaktansa şu an bilinçlenip
üzerimize düşen sorumluluklara sahip çıkabiliriz-. Kendimize çekidüzen verip ne
yaşadığını bilen, nasıl yaşaması gerektiğinin plânlarını yapmaya çalışan
bireyler olmanın gayretini gösterebiliriz. Bu konuda yardım alabilir, yardım
edebilir ve Hakk’a dua edebiliriz.
Yüce
Mevlâ’m, güzel amellerde bulunmak isteyenlere her zaman yardımcı olur, önlerini
açar. Açılan yoldan gitmekten daha güzeldir güzel bir yol açmak, rol model
olmak ve ilham olmak insanlara. Peygamber Efendimizin (sav) şu sözünü duymayan
yoktur: “Bir nehirden abdest alıyor olsanız bile israf etmeyiniz.”
Nehrin
suyunun israf edilmemesi, sadece su israfına değil, söz israfına da değinir.
Bazıları öyle bir gelişme içindedir ki, duruşları, sözleri, yemeleri, içmeleri,
çalışmaları israftan uzaktır. Çünkü onlar varlığa saygı duyar, onu en güzel
şekliyle yaşarlar. Saygı ise fark etmekle, sorumluluk almakla, araştırmak,
anlamak ve hayata tatbik etmekle gerçek yerini bulur. Kendine saygı duyan,
karşısındakine de saygı duyar, suya da, söze de, taşa da… O kimsede saygı ve
sorumluluk bir beden, bir yaşam şekli olmuştur. Rabbim, bizlere böyle bilinçli
bir hayat ve böyle bilinçli bir çevre nasip etsin!
Sevgiyle
kalınız efendim…