İsraf olduk

“İsraf”, sözlük anlamında sadece savurganlığa değinmez. Gaflete, cehalete ve hâddi aşmaya da işaret eder. Öyle ya, insan bilse israfın ne demek olduğunu, yapar mı hiç böyle bir şey? Elde olan ne varsa emanet olduğunu, kendine verilen ne nimet varsa hepsinin bir imtihan olduğunu ve elindekini nasıl kullandığına göre iç ve dış dünyasının şekillendiğini bilse, hâddini aşar mı hiç?

İNSAN hayatında yaşanan şeylerin istatistiği tutulsa, sanırım israf, en üst seviyelerde yer alacak.

Uyku, yemek, öğrencilik, çalışma hayatı, maddiyat ve maneviyat gibi insan hayatında büyük yerler kaplayan kavramlarla yarışırcasına, neredeyse insanın diğer yüzü olmuş israf. Hepimiz bir şekilde israfın bir köşesinden tutmuşuz.

İsrafta başı çektiğimiz ilk şey yaşamımızdır. Doğan Cüceloğlu, “Var Mısın?” adlı kitabında, “Gelişmesine önem verilmemiş bir çocuk, millî servete ihanettir. Vatandaşın çözüm üretmek yerine şikâyet etmeye harcadığı zaman da damlayan musluk gibi ulusal bir israftır” der. Aynı kitapta Cüceloğlu, çocuk için, “Çocuk, doğuştan bir bilim insanıdır; eğitimin niyeti, kişinin getirdiği merak potansiyelini beslemek, daha karmaşık soruları sorabilecek ve yolculuğa zevkle devam edebilecek durumda kalmasını sağlamaktır” diye ekler.

Yaşam israfında başlangıç olarak ilk önce insanın çocukluğu israf edilir. Aile ve eğitim sistemi, beraberce çocuk içinde hazır bulunan merak, keşif ve heyecan duygularını işlemek ve bu sayede ömür boyu araştıran ve öğrenmeye devam eden bireyler yetişmesini sağlamak yerine başka bir yol izler. Kurallar, müfredat, ceza ve ödül gibi sistemlerle bireyin mekanik bir yapıya kavuşması sağlanır. Böylece herkes gibi olması sağlanarak farklı düşünemeyen bir toplumun temelleri atılır.

Çocukluğu israf edilen birey, ileride kendi üzerinde çalışıp destek alamaz ise yaşamını büyük ölçüde israfa çevirecektir. Çevremize baktığımızda, insanların çoğunluğunun israf üzere bir yaşamda olduğunu görüyoruz. Zamanlar öyle dehşet verici bir şekilde israf ediliyor ki hangi bir tarafını anlatmaksak ki? “Televizyon” denen kutunun içine sanki bizde bolca bulunan değersiz bir metal atarcasına saatleri boşaltmak meselâ… Ne kadar akıllıca?

Yaşamı programlamak her yerde öğretilmez. Programlanmayan bir sürecin düzensiz ilerleyişi ve sonrasında dağılması kaçınılmazdır. Okullarda ve evlerde yaşam ve insan kavramı detaylı şekilde işlenip değerlendirilmez. Bir yol haritası belirlemek, insana kendini kazandırmak gibi şeyler hiç yer bulamazken, eğitim sisteminin kendine görev olarak seçtiği belli temel dersleri de öğretme biçimi tamamen israftan ibarettir. Milyonlarca çocuk, okula bir şeyler öğrensin diye gönderilir. Zarurî olan on iki yıllık eğitim süreci hiç de az bir süre değil. Bu sürenin tamamen israf edildiği merkezlerdir okullar. Kural ağırlıklı, not sistemi altında ezilen, merak ve heyecan duygularından arındırılmış stres yerleri hâle gelmiştir okullar. Öğrenciler okul hayatının monotonluğunu aşabilmek için birbirlerine tutunmaktadırlar.

Çocukluk israf edildi. 12 yıllık zorunluluk, adı üstünde, zoraki gidilen on iki senelik okul hayatı israfa gitti. Üniversite hayatı varsa tabiî, bir dört sene de oraya gitti. Ya sonra? Sahi, bunca yıllık okul hayatı sürecinde kimse israftan bahsetmiş miydi?

El ele verdik, hep birlikte yaşamımızı, zamanımızı ucuza harcıyoruz. Pişmanlığını ahiret yurduna saklıyoruz. Evet, çok şikâyet de bir israf! Bu nedenle “Neler yapabiliriz?” kısmına geçmek istiyorum…

Ne istiyoruz? Ne yapabiliriz?

Neredeyse bütün yazılarımda çözümün başlangıç noktası hep aynıdır. Çözüm, önce idarecilerin önderliğinde, yönetim ve koordinasyonunda başlamalı ve ilerlemelidir. Bireysel çabalar yetersiz ve uzun soluklu değil. İdarecilerimiz toplumu ilgilendiren her konuda çalışmalar yapsalar da bu çalışmalar genellikle belirli zaman dilimlerinde uygulanan, kapsamı ve etki alanı zayıf, toplumun tamamına ulaşamayan yapıda olmaktadır. Örneğin ekmek israfına dikkat çekilir; kamu spotları, birkaç konuşma ve birkaç etkinlik ile farkındalık oluşturulmaya çalışılır ve “Bunun sırası bitti, şimdi ne var?” denir. Enerji israfı, su israfı sırasıyla yerlerini alır, görsel ve yazılı materyaller kullanılır ve ilgili kurum ve kuruluşlar sorumluluklarını yerine getirmenin huzuruyla yollarına devam ederler.

Burada şu soruyu sormak gerek: Bu yolla önüne geçilmiş kaç israf konusu var?

Eksikliğimiz olan her şeyin (bu değerlerimiz, kültürümüz ya da israf konusu olsun) işleneceği ve çözüleceği yer, önce eğitim sistemidir, aile kurumudur.

Kalbinde kök salmış şeydir hayat. Kalplere giden yol ise kaliteli ve bilinçli bir aile yuvası, ilham verici bir eğitmen ve eğitim sisteminden geçer. Zorla ancak beyne ve düşüncelere girer, kalbe ise giremezsiniz. Kalpte yerleştirilmeyen bir şey için istediğiniz kadar farkındalık kampanyası yapın, uzun süreli bir bilinçlenme elde edemezsiniz. Zaman israfı, su israfı, beyin kapasitesi israfı, ekmek israfı, enerji israfı, para israfı gibi israflarla kuşatılmış durumdayız. İsraf ile bu kadar iç içeyiz ama yine de rahatsızlık veren bir durum yok gibi yaşayıp gidiyoruz.

“Farkındalık” deyip duruyoruz sürekli. Nedir Allah aşkına bu farkındalık? Gündeme alınan her konuda adı geçen “farkındalık” kavramı yeterince anlaşılabilmiş bir şey mi sizce? Bir şeylerin farkına varmak güzel ama bir anlığına kazandığımız farkındalık ile ne yapacağız sonra?

Gelip geçici farkındalıklar ve gündemine göre üstlenilen sorumluluk mu daha etkili ve uzun süreli olur, yoksa çocukluktan itibaren aşılanmış ve her açıdan edinilmiş bir sorumluluk bilinci mi?

İnsan olmanın esas göstergesi, hayatı araştırmak üzerinedir. Var olmanın, varlığın ve Var Edicinin farkına varmak, kendi dünyası ile beraber çevresinin de gelişmesine katkı sunmaktır. Bize yakışan en güzel şey, doğumdan ölüme öğrenci olmaktır. Öğrenilecek ne varsa imkânlar ölçüsünde öğrenmeye ve öğretmeye çalışmaktır. Herkes -istese de, istemese de- varlığı ile etrafa bir şeyler anlatır. Zaman teknoloji çağı, uzay çağı, internet çağı ve diğer yandan da çok ileri seviyede bir israf çağı aynı zamanda. Başta dediğim gibi, insanın bir yüzü israf olmuş. Zamanını, ömrünü, parasını, suyunu, gücünü, aklını, neyi varsa sanki bolmuşçasına, sınırsızmışçasına israf etmesi trajik bir durum. Ömrün, maddiyatın ve maneviyatın bereketini kaçıran en önemli şeydir israf.

Bazı zamanlarda içimde gerçekten çok derin sızılar duyuyorum. Farkındalık her zaman mutluluk, heyecan ve merak getirmiyor; bazen kalbî ağrılar getiriyor. Neredeyse bütün yazılarımın arasına sıkıştırdığım bir konudur eğitim sistemi. Her zaman gündemin ilk sıralarında olması gereken ve kanayan bir yaradır. İdarecilerin ellerinden geleni yaptıklarına şüphe yok, ama diğer yandan bu çabaların yanlış ya da eksik ilerlediği de aşikârdır.

Eğitim sistemi ve okul, sadece Türkçe, matematik, fen, sosyal bilgiler, tarih, din kültürü, coğrafya, yazılı ve sözlü sınavlar ile ödevlerden ibaret olmamalı. “İsraf” adıyla başlı başına bir ders ve ders kitabı olmalı meselâ. “Öz kültürümüz” başlıklı zorunlu bir ders olmalı meselâ. Öz kültür konusu tarih, coğrafya veya edebiyat kitabı içinde dar alanlara sıkıştırılacak bir konu değildir.

Sonra “insan” kavramı var. Bu öyle bir kavram ki, sadece bir ders olmaktan daha öte tutulması gereken, tüm toplumun öğrenci olması gereken bir konu. Ömür boyu öğrenilmeye devam edilmesi, işlenmesi gereken bir konu… İnsana kendini tanıtmaktan daha önemli olabilir bu iş. Varlık anlamının araştırılması, tartışılması ve bu konuda gelişim gösterilmesi sadece bireyi değil, toplumu ve insanlığı ileriye taşıyacaktır. İnsanlığını öğrenen, üstüne öz kültürü ile sağlam bir özgüven temeli atılan bireye sonrasında hangi dersi verirsen ver, sorun değil. Kalpten kalbe yol aç, öğrenci olmuş, kâşif, olmuş heyecanlı ve ilgili öğretmenler ile kalpler arasında bilgi o kadar hızlı yol alır ki o zaman öğrenmenin keyfine doyum olmaz.

İsraf her şeyden; her yerde israf

“İsraf”, sözlük anlamında sadece savurganlığa değinmez. Gaflete, cehalete ve hâddi aşmaya da işaret eder. Öyle ya, insan bilse israfın ne demek olduğunu, yapar mı hiç böyle bir şey? Elde olan ne varsa emanet olduğunu, kendine verilen ne nimet varsa hepsinin bir imtihan olduğunu ve elindekini nasıl kullandığına göre iç ve dış dünyasının şekillendiğini bilse, hâddini aşar mı hiç?

Üzücü kısmı ise, bilmek için bir çabanın sahibi de değil insan. İnsanlığın büyük bir kısmı hâddini çok aştı; akşam haberleri seyredilecek gibi değil. Cahilliğin en büyüğünü en çok okumuş olanlar, “Akıllıyım” diyenler yapıyorlar. Koca koca devletler ve siyasetçiler birbirlerini yiyorlar. Paylaşmak yerine bölünmeyi teşvik ediyorlar. İnsanı sokak sokak, anlayış anlayış, renk renk böldüler, yine de doymuyorlar.

Avazım çıktığı kadar bağırmak, sesli sesli ağlamak, televizyonlara çıkıp isyan etmek istiyorum: Ey insanlık, varlığınızı daha fazla israf etmeyin, bu kadar tükendiğimiz yetmez mi? İsraf olduk, harap olduk, kaybolduk!

Neyi nasıl aşılamak istediğiniz çok önemli. Örneğin, bir kurumda ekmek israfı konusu işleniyor ve tüm kurumlara bilgilendirme yazıları ve afiş benzeri dosyalar gönderilmek suretiyle toplumsal olarak konuya dikkat çekmeye ve farkındalık oluşturmaya çalışılıyor… Kurum ve kuruluşlarda küçük büyük afişler belki haftalarca duvarlarda asılı kalıyorlar. Televizyon ve radyolarda bilgilendirmeler de yapılıyor. Güzel etkinlikler bunlar… Ama israf, belli başlıklara ve belli zamanlara indirgenecek bir konu değil!

Bunun anlamı, konuyu basitleştirmektir. Basitleştirilen bir kavramın etkisi ve kalıcılığı olmaz. Diğer bir ifadeyle, insan kendi beynini, bilinçaltını böyle ikna edemez!

Aile yuvasından başlamak üzere okullar, kurum ve kuruluşlar ve özellikle de idareler bunu bir yaşam biçimi hâline getirmelidir. Yaşam biçimleri kurallarla, ceza ve ödül sistemleriyle, duyurularla yürütülmez. Yaşam biçimleri, kabul etmek ve varlığının bir parçası hâline getirmek ile olur. İnsanın olduğu her yerde insana ait değerler hep el üstünde tutulmalıdır.

Örneğin bir markete giriyorsunuz ve içeride, hani şu kayan yazıların olduğu elektronik tabelalarda şu yazıyor: “Hoş geldiniz. Alışveriş için bizi tercih ettiğiniz için teşekkür eder, değerli zamanınızı çok fazla almamak adına aradığınız bir ürün varsa size yardımcı olmak isteriz. Unutmayınız, bizleri, ne kadar çok çeşit ve sayıda ürün aldığınız değil, millî servete verdiğiniz önem mutlu edecektir! İhtiyaç dışı harcamaların israfa, israfın da aile ve toplum hayatına olumsuz etkileri olduğunu hatırlatır, keyifli alışverişler dileriz…” Sizce buna benzer bir şey çok mu tuhaf? Bize katkısı olabilecek önemli konuları sadece televizyonlar, afişler veya seminerler ilgilendirmese, bizimle birlikte yürüse değerlerimiz, ne güzel olur!

Eldeki varlık ve nimet bir imtihandır ve onu nasıl değerlendirdiğin, sadece seni değil, tüm toplumu ilgilendirir. Bunun dinî sorumluluğu da vardır. Parası çok olan parasından, gücü çok olan gücünden, bilgisi çok olan bilgisinden hesap verecektir. Yaşam ve içindeki malzemeler bize tesadüf eseri olarak gökten düşmedi. Gelenin bir sebebi var. Verilenin nasıl kullanıldığı elbette bir yerlerde bir şekilde değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Orada bu şekilde bir hesaplaşma beklemiyorum -ki şaşkınlıklar yaşamaktansa şu an bilinçlenip üzerimize düşen sorumluluklara sahip çıkabiliriz-. Kendimize çekidüzen verip ne yaşadığını bilen, nasıl yaşaması gerektiğinin plânlarını yapmaya çalışan bireyler olmanın gayretini gösterebiliriz. Bu konuda yardım alabilir, yardım edebilir ve Hakk’a dua edebiliriz.

Yüce Mevlâ’m, güzel amellerde bulunmak isteyenlere her zaman yardımcı olur, önlerini açar. Açılan yoldan gitmekten daha güzeldir güzel bir yol açmak, rol model olmak ve ilham olmak insanlara. Peygamber Efendimizin (sav) şu sözünü duymayan yoktur: “Bir nehirden abdest alıyor olsanız bile israf etmeyiniz.”

Nehrin suyunun israf edilmemesi, sadece su israfına değil, söz israfına da değinir. Bazıları öyle bir gelişme içindedir ki, duruşları, sözleri, yemeleri, içmeleri, çalışmaları israftan uzaktır. Çünkü onlar varlığa saygı duyar, onu en güzel şekliyle yaşarlar. Saygı ise fark etmekle, sorumluluk almakla, araştırmak, anlamak ve hayata tatbik etmekle gerçek yerini bulur. Kendine saygı duyan, karşısındakine de saygı duyar, suya da, söze de, taşa da… O kimsede saygı ve sorumluluk bir beden, bir yaşam şekli olmuştur. Rabbim, bizlere böyle bilinçli bir hayat ve böyle bilinçli bir çevre nasip etsin!

Sevgiyle kalınız efendim…