İslâmofobinin bilgisi ve Müslümanların tevhidi

Modern âdemin isimlerini üreten bu dünyaya yönelik itirazları ya da politik ve ideolojik bir çerçeveden çıkarıp Allah'ın Kendisini anlattığı bir yere götüremedikleri için, dillerine dolanmış olarak sadece bilgi kalmaktadır. Bilgi bir başka varlık alanına düşünce ya da karşılaşınca kendi zeminini kuramamakta veya çok farklı anlam kazanmaktadır. Bunun için son iki yüzyılda Müslümanlar, sadece kendilerini Allah’ın kulu görmekte, Kur’an’ı Müslümanların Kitabı bilmekte ve son Peygamber’i de âlemlere rahmet değil de kendi peygamberleri olarak tanıtmaktadırlar.

MAKALE, İslâmofobi ve radikalizmin tanımlandığı ilk hâlinden çok, çeşitli alanlara yayılarak daha yararlı hâle gelmektedir. Bunun için makale, İslâmofobinin kurgusu ve üretildiği alanın kendi zeminine yönelmekle beraber, İslâmofobi konusunun başladığı yerde durmayarak Batı toplumlarının sistematik olarak ve giderek artan/artırılan korku ve dehşeti daha fazla alana hizmet eder hâle geldiğini ileri sürmektedir.

Batılı toplumlar her geçen vakit daha fazla muhatap kılındıkları Müslümanların parçalı ve dağınık hâllerine sanal bir tecrübe üzerinden “İslâm” tarif ve tanımına ulaştıklarında hem kendilerini, hem de Müslümanları buna inandırmaya çalıştılar. Hâlen bu çabaları, birçok koldan, toplumsal ve kültürel bütün alanlarda devam etmektedir. Daha da ötesi, İslâmofobi ve radikalizm tartışmaları dahi bu ikna faaliyetinin bir parçası olarak durmaktadır. Bunun için de makalenin başlığı altında yürütülen çalışmalar bir yandan sürdürülürken, diğer yandan İslâmofobi ve radikalizm de aynı süratle devam etmektedir.


Bu durum, iki hususun dikkatli bir şekilde takibini gerektirmektedir. Bunun ilki, Müslümanların pratik olarak söz, fiil ve kültürel hayata dair işaret ve savunularından oluşmaktadır. İkincisi de Müslümanların bizatihi kendilerinin İslâm, Kitap, Peygamber vb. temel meselelerde kendilerini kuşattıkları alana karşılık gelmektedir. Doğal olarak hiç doymayan canavar için üretilen yem misali, modern toplumda bilgi ile topluluklar arasında mesafenin daraldığı ve hatta giderek daha fazla küçülen ya da daralan bu alan içerisinde “İslâmofobi” üzerinde konuşulması zorunludur. Çünkü İslâmofobi, ana hatları ya da kabaca ne olduğu veya olacağı hakkında bir yol haritasına sahip olmasına mukabil, bunun toplumlar tarafından içselleştirilmesi ve sorgulamadan kabulü hakkında birden fazla uç verecek önerilerin ortaya çıkarılmasını gerektirmektedir.

Bu talep yerine getirilmediği takdirde, İslâmofobinin alanı giderek belirsizleşmekte ve Batılılaşan bütün dünyada epistemik bir keşmekeş oluşturacak yerde bulunmaktadır. Yani Müslümanlar, kendilerini adlandırdıkları dil ve anlam dünyasından inanç, ibadet ve sosyal ilişkiler de dâhil kültürel hayatın tamamına tüm referanslarını yine kendilerine ait kıldıkları “İslâm” üzerinden gerçekleştirmektedirler.

İki türlü “İslâmofobi”nin talihsiz ve umutsuz olanı, Batı’dan bir şekilde parçalı kılınmış dünyanın bütün olan bir parçası edilmiş olanıdır. Çünkü İslâmofobinin mekânı kendi yerinden bir başka alana taşındığında, yeni bir “kevniyat”, yani varoluşla yüz yüze kalmaktadır. Bu durum Batı için büyük bir talihsizlik olurken, doğrudan iktisadî ve askerî faaliyetin bir parçası olarak algılanmaktadır.

Uzun zamandan beri koloni bağlantılı değerlendirmeler ile koloni sonrası (postcolony) yeni yaklaşım içerisinde daha hafif, yumuşak ve merhamet arasındaki çizgiler belirginleştirilmeye çalışılmaktadır. Oysa Müslümanların yaşadıkları, bizatihi kendisi arızalı ve sorunlu bir yerde durduğunda onun ürediği ve kurgulandığı alanı da sorunlu hâle getirmektedir. Kaldı ki, son dönemlerde Batılı dinî, siyasî ve kültürel çevrelerin, mevcut işaret ve parçaların İslâm’ı temsil etmediği ve İslâm’ın bundan ötede bir yerde durduğunu söylemeye devam ettikleri gözlenmektedir.

Öyleyse hemen herkesin İslâm ile Müslümanlar arasındaki ayrıma işaret edip bu alanı derinleştirmeye çalışması üzerinde durulmalı ve bu nokta daha da anlaşılır kılınmalıdır. Bu açıklama ve çabaların ne için yapılmakta olduğu, doğal olarak bu ayrıştırmanın sonucunun nereye varacağı/vardırılacağı merak konusudur. Hâlbuki “İslâmofobi” kaynağı olarak yeniden güncellenen örneklerin –ki Batı ya da işgal karşısında mücadele eden topluluklar da aynı söyleme sahipler- diliyle aynı yere ve zemine yaklaşmaktadırlar. Netice itibariyle bu makale, İslâmofobinin ürediği ve kurgulandığı iki farklı alanın işaretine dayanmakta ve bunlar arasındaki paralel, zıt ve aynı olanı dile getirmektedir.

Batı’nın Müslüman korkusu

Bir başka sorun ise, Batı’nın Müslümanlar ile karşılaşmasını adlandırdıkları noktada yer almaktadır. Yani Batının Müslümanlarla karşılaşmasından daha ziyade, İslâm’dan uzaklaşmaları üzerine kuruludur. İslâm ile olan mesafeyi daha kolay ve basit bir yerden, Müslümanlar üzerinden hemen herkesin yakinen bildiği, gösterilen ve tanıdık gelen örneklerle atlatmış oldular. Oysa modern Batı tarihinin hemen bütün kotlarında ya da kritik eşiklerinde Müslümanlar yer almaktadır. Müslümanlara ilişkin Batı, özellikle modern zamanın bütün katmanlarına sindirilmiş olarak temellerinde Müslüman korkusu bulunmaktadır. Bu korku zaman içerisinde tanımlanmasına, kontrol altına alınmasına ve giderilmesine karşın, yani İslâmofobi ve radikalizm olarak adlanmasından bu yana esas korkunun kendisine müracaat edilmektedir.

Öyleyse İslâmofobi ve radikalizm etrafında dolanarak merkezde yer alan bu korku “İslâm”dır. Aksi hâlde, bilgi çağında, iletişim gezegeninde, iktisadî ve askerî başarıların baş döndürücülüğü modern toplumları sarhoş etmek için yeterli veri sunsa da, bu güvenli alan içerisinde Müslümanlardan korku, bu sistem için ciddî bir zafiyet oluşturmaktadır. Hatta bunca güç ve imkâna karşın modern Batı toplumlarında bu işaretler, yani sayılabilen, biriktirilen ve arttırılan bu dünya, güven verici ve kaygı giderici bir unsur olarak yer almaktadır.

Şimdi böylesi güçlü ve sorunları sürekli çözebilen işareti karşısında korkunun kendisi gerçekçi, samimi, askerî ve güvenlik açısından uygun görünmemektedir.


Müslüman korkusu, Batı’nın kendi kurgusunu küçülen dünya içinde kaosa ve cinnete dönüştürecektir. Fakat esas sorun burada değildir! Modern Batı’nın arkaik bir zaman diliminden kendisini sıyırarak İslâm ve Muhammed (sav) ile olan hesaplaşması bu konunun en derininde yatmakta ve bu hesaplaşma için yeni bir plân yapılmaktadır. Bir şekilde Batı ve dünyayı kontrol eden aktörleri, Müslümanlar üzerinden ürettikleri ve işaret ettikleri yeni programın meşru ve makul alanını “İslâmofobi” aracılığıyla sağlamaktadırlar.

Ancak Batı için sorun Müslümanlar değildir; en azından Müslümanlar olmaktan çıkmıştır. Esas sorun İslâm’dır. Bu durum, giderek sıkışan ve daralan Batı için yeniden kendisini üretebileceği bir alan olarak iş görmek durumundadır. Buradan hareketle, kendi tarihsel alanını tek yanlı ve yönlü olarak biçimlendirmiş olduğu ve buradan üretmiş olduğu güven, dikkate almadığı bir başka yerden sinyal vermeye başlamıştır. Eğer İslâmofobi ve radikalizm vesilesiyle karşılaşılan krize çözüm aranacak ise, İslâm ile olan ilişki ve irtibatı yeni baştan düzenlemek zorundadır. Çünkü bir şekilde etkileyip biçimlendirdiği Müslümanların önemli bir kısmı Batılılaşmıştır.

İslâm ve Hazreti Muhammed (sav), Batı’nın Roma, Pagan ve Katolik kurgunun zihinsel ve düşünsel alanı ve varoluşunun hesaplaşması anlamına gelmektedir. Bu durum İsa (as) ve İncil hakkındaki kırılganlığın, Allah’ın dini, kitabı ve peygamberi oluşuna ilişkin korkunun tetiklenmesine işaret etmektedir.

Dünya ve üzerindekileri kontrol altına alıp yönetme iddiasında bulunan modern teori, işlettiği yöntem ve bununla uygulamaya yöneldiği dünyada insan ve evren arasındaki ilişkinin aktarıldığı öğretinin ilki vahiyledir. Buna göre modern dünyada, vahiy ile aktarılan bilgi devre dışı bırakıldığına göre bir şekilde insan ürünü olan, hatta insanın bunalımlarını, korkularını ve karanlıklarını aktaran metin ve elçiler dünyasının içinden üretilen sistem karşısında denge bozucu ve huzursuz edici yer İslâm’dır.

İslâm, Hazreti Âdem’den Hazreti Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin anlattığı veya anlatmakla yükümlü oldukları Allah’ın dinidir. Bunun için Allah’ın elçileri ve peygamberlerin getirdiği kitap da Allah’ın kitabıdır. İslâmofobi, “Vahiy, Kitap, Elçi korkusu”dur ve bu korku insanın kendisini yerleştirdiği merkeze davet etmekte veya tehdit olarak algılanmaktadır.

Oysa modern Batı’nın kendisi de Allah’ın kullarından oluşmaktadır ve Allah’ın kulları, Allah’ın Kitabı ve Allah’ın Elçisine muhataplardır. Bundan da öte, modern Batı toplumları Müslümanlık üzerinden kendilerini ayrıştırdıkları yerde, Allah’ın kulu, Allah’ın kitabı ve Allah’ın elçilerinden uzakta ya da bir kısmına muhatap kılmakta, bir kısmını reddetmektedirler. Burada da modern öncesi Batı toplumlarının Müslümanlık tanım ve tarifleri bir şekilde olumsuz bir anlam içerdiğine göre, bu olumsuz tanım ve tarif, her konjonktürel dönemde yeniden güncellenmektedir.

Güncellenme modern dönemlerde de devam ettirildiğinde, Batı, kendisi için düzenlediği dünyayı bir şekilde olumsuzladığı Müslümanlar için de istemekte ve bunu da hayata geçirmek istemektedir. Doğal olarak Müslümanları kontrol edebileceği ve üstesinden gelebileceği bir yere taşıdığına göre, korkusunun kaynağına ulaşmış durumda ve korkusuyla yüzleşmek, hatta bunu bütün dünyaya yaptırmak arzusundadır.


Sonuç

Netice itibariyle Müslümanlar, kendilerinin acımasız, terörist, fakir ve dürüst olmadıkları zehabına kapılmalarının ardından iki türlü bir yarılma yaşamaktadırlar. Bunlardan ilki, İslâm ile olan ilişkiyi belirsizleştirmektir. İkincisi ise, kendi mülküne aldığı bir İslâm ile yoluna devam etmektir. Her iki sonuçta İslâmofobi için güçlü bir kaynak ve destek oluşturulmaktadır.

Koloni öncesi ve sonrasında Müslümanların varlık alanını ilk mesele olarak anlama, aktarma ve sürekli kılmada başarısız oldukları açıktır. Bu durum, çok uzun zamandan beri Müslümanların yaşadıkları bir krizdi ve kendilerini bir türlü mesajın ilk hâline döndürüp aktaramadılar. Bu uğurdaki çabalar da bir türlü “bilgi” alanından “varlık” alanına taşımada başarı gösteremedi. Hatta günümüzde Batı ile karşılaşmada muhatap olarak gördükleri “Pozitivist Ontoloji” karşısında da aynı yöntemi takip ederek “bilgi” üzerinden karşılık verme ve cevap üretmeye devam ettiler. Oysa kendi içinde ve karşılaşmanın bizatihi başlangıç noktası, âlemin ve insanın birliği üzerinden hilkate yönelmeliydi.

Bu makale, konu olarak Müslümanların uzun zamandan beri Allah'ın kitabı olan Kur’an’ı, Allah'ın kullarına ve yine bütün âlemlere rahmet olarak gönderdiği Son Peygamber Hazreti Muhammed'e indirip onun aracılığıyla Mekke'de yaşayan Allah'ın kullarının tamamına duyurduğunu unuttukları tezinden yola çıkmaktadır. Aynı minval üzere bütün peygamberlerde de olduğu gibi, Hazreti Muhammed’in de Allah'ın sözünü aktarıp yine insan ve evrenin yaratıcısının Allah olduğu ile söze başladığı ve yine Allah'ın kendi kullarına gönderdiği şekliyle vahyi aktardığı örneğine dikkat çekmektedir. Bu durum ne Batılı, Doğulu, ne de Müslüman-Hıristiyan kavgası veya rekabetidir. Bilâkis, Allah’ın Kitabına ve Peygamberine muhatap olmakla ilgili, İslâmofobi ve radikalizm, bu korkunun açığa vurmuş hâlidir.

Müslümanların yaşadıkları kriz ve fasit dairede kalmaları, Kur’an’ın “Allah'ın kulları olarak sadece Müslümanlara ait olduğu” gibi bir yere düşürmekte, bu da tevhidi aktarmak ve anlamak yerine, yani içe dönmek yerine, karşıtlık ve farklılığa işaret eden bir dil ve anlama yaklaştırmaları sonucunu getirmektedir. Bir başka ifadeyle, modern âdemin isimlerini üreten bu dünyaya yönelik itirazları ya da politik ve ideolojik bir çerçeveden çıkarıp Allah'ın Kendisini anlattığı bir yere götüremedikleri için, dillerine dolanmış olarak sadece bilgi kalmaktadır. Bilgi bir başka varlık alanına düşünce ya da karşılaşınca kendi zeminini kuramamakta veya çok farklı anlam kazanmaktadır. Bunun için son iki yüzyılda Müslümanlar, sadece kendilerini Allah’ın kulu görmekte, Kur’an’ı Müslümanların Kitabı bilmekte ve son Peygamber’i de âlemlere rahmet değil de kendi peygamberleri olarak tanıtmaktadırlar. Hâlbuki vahiy önce Allah'ı, kullarını, Peygamberini, Kitabını ve evreni, yani yaratılışı aktarıp anlatmaktadır. Çünkü insan, önce varlık hakkındaki bilgi ile kendini anlamlı kılar ve emniyette kalabilir. Bir yöntem ve anlayış olarak bu noktanın ikinci plâna bırakıldığını düşünüyorum.