MAKALE, İslâmofobi
ve radikalizmin tanımlandığı ilk hâlinden çok, çeşitli alanlara yayılarak daha
yararlı hâle gelmektedir. Bunun için makale, İslâmofobinin kurgusu ve
üretildiği alanın kendi zeminine yönelmekle beraber, İslâmofobi konusunun
başladığı yerde durmayarak Batı toplumlarının sistematik olarak ve giderek
artan/artırılan korku ve dehşeti daha fazla alana hizmet eder hâle geldiğini
ileri sürmektedir.
Batılı toplumlar her geçen vakit daha fazla muhatap kılındıkları Müslümanların parçalı ve dağınık hâllerine sanal bir tecrübe üzerinden “İslâm” tarif ve tanımına ulaştıklarında hem kendilerini, hem de Müslümanları buna inandırmaya çalıştılar. Hâlen bu çabaları, birçok koldan, toplumsal ve kültürel bütün alanlarda devam etmektedir. Daha da ötesi, İslâmofobi ve radikalizm tartışmaları dahi bu ikna faaliyetinin bir parçası olarak durmaktadır. Bunun için de makalenin başlığı altında yürütülen çalışmalar bir yandan sürdürülürken, diğer yandan İslâmofobi ve radikalizm de aynı süratle devam etmektedir.
Bu durum, iki hususun
dikkatli bir şekilde takibini gerektirmektedir. Bunun ilki, Müslümanların
pratik olarak söz, fiil ve kültürel hayata dair işaret ve savunularından
oluşmaktadır. İkincisi de Müslümanların bizatihi kendilerinin İslâm, Kitap,
Peygamber vb. temel meselelerde kendilerini kuşattıkları alana karşılık
gelmektedir. Doğal olarak hiç doymayan canavar için üretilen yem misali, modern
toplumda bilgi ile topluluklar arasında mesafenin daraldığı ve hatta giderek
daha fazla küçülen ya da daralan bu alan içerisinde “İslâmofobi” üzerinde
konuşulması zorunludur. Çünkü İslâmofobi, ana hatları ya da kabaca ne olduğu
veya olacağı hakkında bir yol haritasına sahip olmasına mukabil, bunun
toplumlar tarafından içselleştirilmesi ve sorgulamadan kabulü hakkında birden
fazla uç verecek önerilerin ortaya çıkarılmasını gerektirmektedir.
Bu talep yerine getirilmediği
takdirde, İslâmofobinin alanı giderek belirsizleşmekte ve Batılılaşan bütün
dünyada epistemik bir keşmekeş oluşturacak yerde bulunmaktadır. Yani Müslümanlar,
kendilerini adlandırdıkları dil ve anlam dünyasından inanç, ibadet ve sosyal
ilişkiler de dâhil kültürel hayatın tamamına tüm referanslarını yine
kendilerine ait kıldıkları “İslâm” üzerinden gerçekleştirmektedirler.
İki türlü “İslâmofobi”nin
talihsiz ve umutsuz olanı, Batı’dan bir şekilde parçalı kılınmış dünyanın bütün
olan bir parçası edilmiş olanıdır. Çünkü İslâmofobinin mekânı kendi yerinden
bir başka alana taşındığında, yeni bir “kevniyat”, yani varoluşla yüz yüze
kalmaktadır. Bu durum Batı için büyük bir talihsizlik olurken, doğrudan
iktisadî ve askerî faaliyetin bir parçası olarak algılanmaktadır.
Uzun zamandan beri koloni
bağlantılı değerlendirmeler ile koloni sonrası (postcolony) yeni yaklaşım
içerisinde daha hafif, yumuşak ve merhamet arasındaki çizgiler belirginleştirilmeye
çalışılmaktadır. Oysa Müslümanların yaşadıkları, bizatihi kendisi arızalı ve
sorunlu bir yerde durduğunda onun ürediği ve kurgulandığı alanı da sorunlu hâle
getirmektedir. Kaldı ki, son dönemlerde Batılı dinî, siyasî ve kültürel
çevrelerin, mevcut işaret ve parçaların İslâm’ı temsil etmediği ve İslâm’ın
bundan ötede bir yerde durduğunu söylemeye devam ettikleri gözlenmektedir.
Öyleyse hemen herkesin İslâm
ile Müslümanlar arasındaki ayrıma işaret edip bu alanı derinleştirmeye çalışması
üzerinde durulmalı ve bu nokta daha da anlaşılır kılınmalıdır. Bu açıklama ve
çabaların ne için yapılmakta olduğu, doğal olarak bu ayrıştırmanın sonucunun
nereye varacağı/vardırılacağı merak konusudur. Hâlbuki “İslâmofobi” kaynağı
olarak yeniden güncellenen örneklerin –ki Batı ya da işgal karşısında mücadele
eden topluluklar da aynı söyleme sahipler- diliyle aynı yere ve zemine
yaklaşmaktadırlar. Netice itibariyle bu makale, İslâmofobinin ürediği ve
kurgulandığı iki farklı alanın işaretine dayanmakta ve bunlar arasındaki
paralel, zıt ve aynı olanı dile getirmektedir.
Batı’nın Müslüman korkusu
Bir başka sorun ise, Batı’nın
Müslümanlar ile karşılaşmasını adlandırdıkları noktada yer almaktadır. Yani
Batının Müslümanlarla karşılaşmasından daha ziyade, İslâm’dan uzaklaşmaları
üzerine kuruludur. İslâm ile olan mesafeyi daha kolay ve basit bir yerden,
Müslümanlar üzerinden hemen herkesin yakinen bildiği, gösterilen ve tanıdık
gelen örneklerle atlatmış oldular. Oysa modern Batı tarihinin hemen bütün
kotlarında ya da kritik eşiklerinde Müslümanlar yer almaktadır. Müslümanlara
ilişkin Batı, özellikle modern zamanın bütün katmanlarına sindirilmiş olarak
temellerinde Müslüman korkusu bulunmaktadır. Bu korku zaman içerisinde
tanımlanmasına, kontrol altına alınmasına ve giderilmesine karşın, yani İslâmofobi
ve radikalizm olarak adlanmasından bu yana esas korkunun kendisine müracaat
edilmektedir.
Öyleyse İslâmofobi ve
radikalizm etrafında dolanarak merkezde yer alan bu korku “İslâm”dır. Aksi
hâlde, bilgi çağında, iletişim gezegeninde, iktisadî ve askerî başarıların baş
döndürücülüğü modern toplumları sarhoş etmek için yeterli veri sunsa da, bu
güvenli alan içerisinde Müslümanlardan korku, bu sistem için ciddî bir zafiyet
oluşturmaktadır. Hatta bunca güç ve imkâna karşın modern Batı toplumlarında bu
işaretler, yani sayılabilen, biriktirilen ve arttırılan bu dünya, güven verici
ve kaygı giderici bir unsur olarak yer almaktadır.
Şimdi böylesi güçlü ve sorunları sürekli çözebilen işareti karşısında korkunun kendisi gerçekçi, samimi, askerî ve güvenlik açısından uygun görünmemektedir.
Müslüman korkusu, Batı’nın
kendi kurgusunu küçülen dünya içinde kaosa ve cinnete dönüştürecektir. Fakat
esas sorun burada değildir! Modern Batı’nın arkaik bir zaman diliminden
kendisini sıyırarak İslâm ve Muhammed (sav) ile olan hesaplaşması bu konunun en
derininde yatmakta ve bu hesaplaşma için yeni bir plân yapılmaktadır. Bir
şekilde Batı ve dünyayı kontrol eden aktörleri, Müslümanlar üzerinden
ürettikleri ve işaret ettikleri yeni programın meşru ve makul alanını “İslâmofobi”
aracılığıyla sağlamaktadırlar.
Ancak Batı için sorun
Müslümanlar değildir; en azından Müslümanlar olmaktan çıkmıştır. Esas sorun İslâm’dır.
Bu durum, giderek sıkışan ve daralan Batı için yeniden kendisini üretebileceği
bir alan olarak iş görmek durumundadır. Buradan hareketle, kendi tarihsel
alanını tek yanlı ve yönlü olarak biçimlendirmiş olduğu ve buradan üretmiş
olduğu güven, dikkate almadığı bir başka yerden sinyal vermeye başlamıştır.
Eğer İslâmofobi ve radikalizm vesilesiyle karşılaşılan krize çözüm aranacak ise,
İslâm ile olan ilişki ve irtibatı yeni baştan düzenlemek zorundadır. Çünkü bir
şekilde etkileyip biçimlendirdiği Müslümanların önemli bir kısmı
Batılılaşmıştır.
İslâm ve Hazreti Muhammed
(sav), Batı’nın Roma, Pagan ve Katolik kurgunun zihinsel ve düşünsel alanı ve
varoluşunun hesaplaşması anlamına gelmektedir. Bu durum İsa (as) ve İncil
hakkındaki kırılganlığın, Allah’ın dini, kitabı ve peygamberi oluşuna ilişkin
korkunun tetiklenmesine işaret etmektedir.
Dünya ve üzerindekileri
kontrol altına alıp yönetme iddiasında bulunan modern teori, işlettiği yöntem
ve bununla uygulamaya yöneldiği dünyada insan ve evren arasındaki ilişkinin
aktarıldığı öğretinin ilki vahiyledir. Buna göre modern dünyada, vahiy ile
aktarılan bilgi devre dışı bırakıldığına göre bir şekilde insan ürünü olan,
hatta insanın bunalımlarını, korkularını ve karanlıklarını aktaran metin ve
elçiler dünyasının içinden üretilen sistem karşısında denge bozucu ve huzursuz
edici yer İslâm’dır.
İslâm, Hazreti Âdem’den
Hazreti Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin anlattığı veya anlatmakla yükümlü
oldukları Allah’ın dinidir. Bunun için Allah’ın elçileri ve peygamberlerin
getirdiği kitap da Allah’ın kitabıdır. İslâmofobi, “Vahiy, Kitap, Elçi korkusu”dur
ve bu korku insanın kendisini yerleştirdiği merkeze davet etmekte veya tehdit
olarak algılanmaktadır.
Oysa modern Batı’nın kendisi
de Allah’ın kullarından oluşmaktadır ve Allah’ın kulları, Allah’ın Kitabı ve
Allah’ın Elçisine muhataplardır. Bundan da öte, modern Batı toplumları
Müslümanlık üzerinden kendilerini ayrıştırdıkları yerde, Allah’ın kulu,
Allah’ın kitabı ve Allah’ın elçilerinden uzakta ya da bir kısmına muhatap
kılmakta, bir kısmını reddetmektedirler. Burada da modern öncesi Batı
toplumlarının Müslümanlık tanım ve tarifleri bir şekilde olumsuz bir anlam
içerdiğine göre, bu olumsuz tanım ve tarif, her konjonktürel dönemde yeniden
güncellenmektedir.
Güncellenme modern dönemlerde de devam ettirildiğinde, Batı, kendisi için düzenlediği dünyayı bir şekilde olumsuzladığı Müslümanlar için de istemekte ve bunu da hayata geçirmek istemektedir. Doğal olarak Müslümanları kontrol edebileceği ve üstesinden gelebileceği bir yere taşıdığına göre, korkusunun kaynağına ulaşmış durumda ve korkusuyla yüzleşmek, hatta bunu bütün dünyaya yaptırmak arzusundadır.
Sonuç
Netice itibariyle
Müslümanlar, kendilerinin acımasız, terörist, fakir ve dürüst olmadıkları
zehabına kapılmalarının ardından iki türlü bir yarılma yaşamaktadırlar.
Bunlardan ilki, İslâm ile olan ilişkiyi belirsizleştirmektir. İkincisi ise,
kendi mülküne aldığı bir İslâm ile yoluna devam etmektir. Her iki sonuçta İslâmofobi
için güçlü bir kaynak ve destek oluşturulmaktadır.
Koloni öncesi ve sonrasında
Müslümanların varlık alanını ilk mesele olarak anlama, aktarma ve sürekli
kılmada başarısız oldukları açıktır. Bu durum, çok uzun zamandan beri
Müslümanların yaşadıkları bir krizdi ve kendilerini bir türlü mesajın ilk
hâline döndürüp aktaramadılar. Bu uğurdaki çabalar da bir türlü “bilgi”
alanından “varlık” alanına taşımada başarı gösteremedi. Hatta günümüzde Batı
ile karşılaşmada muhatap olarak gördükleri “Pozitivist Ontoloji” karşısında da
aynı yöntemi takip ederek “bilgi” üzerinden karşılık verme ve cevap üretmeye
devam ettiler. Oysa kendi içinde ve karşılaşmanın bizatihi başlangıç noktası,
âlemin ve insanın birliği üzerinden hilkate yönelmeliydi.
Bu makale, konu olarak
Müslümanların uzun zamandan beri Allah'ın kitabı olan Kur’an’ı, Allah'ın
kullarına ve yine bütün âlemlere rahmet olarak gönderdiği Son Peygamber Hazreti
Muhammed'e indirip onun aracılığıyla Mekke'de yaşayan Allah'ın kullarının
tamamına duyurduğunu unuttukları tezinden yola çıkmaktadır. Aynı minval üzere
bütün peygamberlerde de olduğu gibi, Hazreti Muhammed’in de Allah'ın sözünü
aktarıp yine insan ve evrenin yaratıcısının Allah olduğu ile söze başladığı ve
yine Allah'ın kendi kullarına gönderdiği şekliyle vahyi aktardığı örneğine
dikkat çekmektedir. Bu durum ne Batılı, Doğulu, ne de Müslüman-Hıristiyan
kavgası veya rekabetidir. Bilâkis, Allah’ın Kitabına ve Peygamberine muhatap
olmakla ilgili, İslâmofobi ve radikalizm, bu korkunun açığa vurmuş hâlidir.
Müslümanların yaşadıkları kriz ve fasit dairede kalmaları, Kur’an’ın “Allah'ın kulları olarak sadece Müslümanlara ait olduğu” gibi bir yere düşürmekte, bu da tevhidi aktarmak ve anlamak yerine, yani içe dönmek yerine, karşıtlık ve farklılığa işaret eden bir dil ve anlama yaklaştırmaları sonucunu getirmektedir. Bir başka ifadeyle, modern âdemin isimlerini üreten bu dünyaya yönelik itirazları ya da politik ve ideolojik bir çerçeveden çıkarıp Allah'ın Kendisini anlattığı bir yere götüremedikleri için, dillerine dolanmış olarak sadece bilgi kalmaktadır. Bilgi bir başka varlık alanına düşünce ya da karşılaşınca kendi zeminini kuramamakta veya çok farklı anlam kazanmaktadır. Bunun için son iki yüzyılda Müslümanlar, sadece kendilerini Allah’ın kulu görmekte, Kur’an’ı Müslümanların Kitabı bilmekte ve son Peygamber’i de âlemlere rahmet değil de kendi peygamberleri olarak tanıtmaktadırlar. Hâlbuki vahiy önce Allah'ı, kullarını, Peygamberini, Kitabını ve evreni, yani yaratılışı aktarıp anlatmaktadır. Çünkü insan, önce varlık hakkındaki bilgi ile kendini anlamlı kılar ve emniyette kalabilir. Bir yöntem ve anlayış olarak bu noktanın ikinci plâna bırakıldığını düşünüyorum.