İslâmiyet’te zaman ve kültürel İslâm

Kültürel İslâm’da olduğu gibi tüm vazife ve sorumluluklarımızı bazı gecelere hasr ve hapsederek hayat boyu yapmamız gereken sorumluluklarımızdan kaçmamalı ve dahi uyanıklık yaparak bu sorumluluklardan kurtulmaya çalışmamalıyız. Eğer böyle yaparsak, Allah’ı değil, kendimizi kandırmış oluruz ne yazık ki!

Zaman analizi

ASLINDA zaman, soyut ve izâfî (göreceli, relatif) bir kavramdır. Somut, mutlak, müşahhas bir olgu ve kavram değildir. İnsanların algı dünyasında (bilişsel, zihinsel, kognitif dünya) zaman kavramının algılanış biçimi ve ona yüklenilen anlam hep değişkenlik özelliği göstermiştir.

Kimine göre zaman hiç geçmez, kimine göre çok hızlı geçer. Kimi insana göre ömür hiç bitmeyecekmiş gibi olur, kimi insana göre ömür dediğin anlık bir şeymiş gibi gelir. Kimi insan zamanın çok çabuk geçtiğinden yakınır, kimi insan “Zaman geçmiyor!” diye dövünür.

İnsanların içinde bulundukları şartlar ve hâller, onların psikolojik dünyalarını etkileyerek zihinlerindeki zaman olgusunu ve algısını hâlden hâle sokar, hercümerç eder.

Zaman kavramının soyut olmasından nâşî, insanlar hayatlarını tanzim etmek ve dahi yaşamlarını kolaylaştırmak için zaman olgusunu buldukları yeni kavramlarla (ezel, ebed, ömür, müddet, kadîm, devir, çağ, mâzi, an, istikbâl, asır, sene, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, sâlise gibi) daha anlaşılır hâle getirmişler ve icat ettikleri âletlerle de (kum saatleri, mekanik saatler, dijital saatler ve kronometreler gibi) zamanı ölçerek daha işlevsel kılmışlardır.

Bütün bunların yanında, daha önceleri aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, gölgeye, seher ve ufuk çizgilerine bakılarak zaman tayinleri yapılırken, sonradan icat edilen takvimler yardımıyla sosyal hayat, kişisel yaşantılar, beşerî münâsebetler, milletlerarası ilişkiler ve seyr ü seferler daha kolay hâle getirilmiştir.

Tarihte zaman

Sosyolojik ve antropolojik olarak tarihte ve tüm kültürlerde bir zaman olgusu ve algısı hep var olagelmiştir. Başka bir ifâde ile zaman olgusu, tarihsel süreçte tüm kültürler ve tüm insanlar için büyük önem arz etmiş ve dahi ortak bir payda teşkil etmiştir.

Zâten insanoğlu zaman içinde “zaman” olgusuyla bir bağ kuramamış olsaydı, hayatını tanzim etmek ve yaşantısını da kolaylaştırmak mümkün hâle gelemeyecekti. Ama burada asıl soru ve sorun, zaman olgusuyla nasıl bir bağ kuracağımız ve müspet mânâda onu nasıl değerlendireceğimizdir. İşte işin nirengi noktası burasıdır!

İslâm düşünce, kelâm ve felsefe tarihine bakıldığında, zaman konusunda çok tartışmaların yapıldığını, üzerine nice kitapların yazıldığını ve zamanın hâlik mı, mahlûk mu, ezelî mi, ebedî mi olup olmadığına dair nice farklı görüş ve düşüncelerin serdedildiğini görmekteyiz. Hatta İslâm Kelâm tarihine bakıldığı zaman, “Dehrîler ya da Dehriyyûn” (zamana tapanlar, zamanı tanrılaştıranlar, zamanı ezelî ve ebedî kılanlar) denilen ateist-materyalist akımların ya da inanç gruplarının varlığından söz edebiliriz.

Kur’ân’da zaman ve önemi

Allah, aşağıdaki âyette şöyle buyuruyor:

“Dediler ki, ‘Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder’. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.” (Câsiye Sûresi, 24’üncü âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)

Yine Kur’ân’a bakıldığı zaman, zamanla ilgili pek çok kavramın varlığından söz etmenin pekâlâ imkân dâhilinde olduğu görülmektedir. Meselâ kavram olarak sâa(t), yevm, şehr, sene, asr, nehar, leyl, duhâ, ramazan, cum’a, kadr, fecr, vakt gibi kavramların yanında, zaman tayini ile ilgili olarak da şems, kamer, hilâl, necm gibi gök cisimlerinden bahsetmek mümkündür.  

Allah, Asr Sûresi’nde de hem zamanla olan ilişkimizi tanzim ediyor, hem de zamanın hayatımızdaki yerini ve önemini tespit ve tâyin ediyor.

“Su gibi akıp giden zamana andolsun ki, (ömrünü israf eden) insan tarifsiz bir ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna…” (Asr Sûresi, Mustafa İslâmoğlu Meâli)

Dolayısıyla Allah zamanı yaratmış ve insanoğlunun zamanla olan ilişkisinin nasıl olacağını düzenlemiş, ayrıca zamanı doğru ve verimli kullanmanın ilkesel parametrelerini de ortaya koymuştur.

Zamanın önemi ve Müslümanlar

Bütün bunlara bakıldığında, zamanın insanlar, toplumlar ve ülkeler için ne denli önemli olduğu ve ne denli hayatî bir kıymete hâiz olduğu herhâlde herkes tarafından kabûl edilecektir. Zâten gerek Kur’ân, gerek tarih, gerek bilimsel veriler ve bulgular, gerekse de tüm yaşanmışlıklar ve tecrübeler, bunun böyle olduğunu açık seçik ve hiçbir itiraza mahâl vermeden ispat etmektedir.

Hâl böyle olunca, “Vakit nakittir”, “Geçen zaman geri gelmez”, “Zaman borç verilemez, borç alınamaz”, “Zaman biriktirilemez” gibi sözler de sözel (şifâhî) kültürümüzde zamanın ne denli paha biçilemez bir kıymete hâiz olduğunu teyit etmektedir.

Ancak bütün bu veriler ve kaynaklar, zamanın bizler için ne kadar önemli ve değerli olduğunu söylemekle birlikte, İslâm coğrafyasında yaşayan biz Müslümanlar, zamanın pek de kadr ü kıymetini bilmemekteyiz. Bilmediğimiz gibi, bu kıymete sırtımızı döneli de yüzyıllar olmuş maalesef!

Zamanı öyle israf ediyoruz ki anlaşılır gibi değil! Öyle boş şeylerle uğraşıyor ve zamanımızı öyle boş şeyler için harcıyoruz ki inanılır gibi değil!

Doğu ve Batı ülkelerinde zaman algısı

90’lı yıllarda bir ara yolum Mısır’a düşmüştü. Kahire’de 4-5 ay kadar kalmıştım. Gözlerime inanamamıştım. Resmî dairelerde mesâi 10:00’da başlıyor, 14:00’da bitiyordu. Zâten öğle aralarında yemek, namaz derken çok az çalışılıyordu.

Kahire Üniversitesindeki bir hocaya bu durumu sorduğumda aşırı sıcakları bahane ve mazeret olarak göstermişti. Ama hemen hemen aynı sıcaklık İspanya’da da vardı. İspanyollar da öğleden sonraları birkaç saat “siesta” yapıyorlardı ama çalışıyorlardı da. İspanya’da bulunduğum sıralar bizzat bunu yakînen müşahede etmiştim. Yine İngiltere gibi görme imkânı bulduğum bazı Avrupa ülkelerinde de durum aynıydı. Hatta İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde insanlar daha çok çalışıyor ve zamanlarını daha dakik olarak kullanıyorlardı. Mısır başta olmak üzere neredeyse tüm Arap ülkelerinde zaman, gündelik olarak öğütülüyor ve boşa harcanıyor maalesef! İnsanların çoğu işsiz güçsüz, kahvehane köşelerinde bol bol nargile tüttürüp ömür tüketiyorlar. Kimilerinin hayatı neredeyse hep câmilerde geçiyor, miskin miskin mescitlerin içinde yan gelip yatıyorlar. Milyonlarca insanın hayatı da yoksulluktan dolayı Kahire’deki mezarlıklarda geçiyor.

Onun için bir Batılının dediği gibi, “The East is the East, the West is the West”. (Doğu Doğu’dur, Batı Batı’dır.)

Batılılar, Müslümanlardan çok çalışıyor ve zamanı da Müslümanlardan daha iyi değerlendiriyorlar. Zâten aradaki fark bunun göstergesi ve dahi açık ispatı değil midir? Rahmetli Âkif de Almanya’ya gidip geldikten sonra aynı şeyleri söylemiyor mu? Allah, Asr Sûresi’nde buna atıf yapmıyor mu? Kültürel İslâm’da ise Müslümanlar faturayı hep zamana çıkarmıyorlar mı?

Şu sözler boşuna mı söylenmiş? “Zaman her şeyin ilâcıdır”, “Aslında çok şey yapacağım ama zamanım yok”, “Zamanla her şey geçer”, “Zaman beni mahvetti”, “Zaman yetmiyor ki” vs.

Kültürel İslâm ve sorumluluklarımız

İslâm’da yani Kur’ân’da olmadığı hâlde, kültürel İslâm’da bir sürü kandiller, kutsal geceler ihdas edilmiştir. Bu gecede yapılan dua ve ibâdetlerin de insanları felâha kavuşturacağı zannedilmiştir. Hâlbuki günün yirmi dört saati, tüm gündüz ve geceler Allah’ın tasarrufundadır ve Allah, günün her ânını İslâm’a uygun olarak yaşamamızı ve bu şekilde bir ömür geçirmemizi istemektedir.

Kur’ân’da Kadir Gecesi’ne, Kur’ân’ın nâzil olduğu Ramazan ayına, miraca, namaz vakitlerine, Cuma’ya, haram aylarına işaret vardır. Kadir Gecesi zaman açısından göreceli bir gecedir ve bin aydan daha hayırlıdır.Ama tüm gecelerimiz ve gündüzlerimiz, Kadir Gecesi’nde olduğu gibi bir ömür boyu aynı sorumluluk duygusu ve hassasiyeti içinde geçmelidir.

Yoksa, kültürel İslâm’da olduğu gibi tüm vazife ve sorumluluklarımızı bazı gecelere hasr ve hapsederek hayat boyu yapmamız gereken sorumluluklarımızdan kaçmamalı ve dahi uyanıklık yaparak bu sorumluluklardan kurtulmaya çalışmamalıyız. Eğer böyle yaparsak, Allah’ı değil, kendimizi kandırmış oluruz ne yazık ki!

İslâm’ın mesajı

İslâm’ın mesajını sadece bazı gün ve gecelere hasreden ve hapseden Müslümanların İslâm coğrafyasındaki hâlleri ortada değil midir? “Kurtuluşa ereceğiz” zannıyla bu kandiller ve “kutsal geceler”de yapılan ibâdet ve duaların sonuçları ortada değil midir?

O hâlde ey Müslüman, Kur’ân’ı doğru anlamanın “zaman”ı hâlâ gelmedi mi?

Şüphesiz ki karar da, sonuçlarına katlanmak da senindir, vesselâm…