Zaman
analizi
ASLINDA zaman, soyut ve
izâfî (göreceli, relatif) bir kavramdır. Somut, mutlak, müşahhas bir olgu ve
kavram değildir. İnsanların algı dünyasında (bilişsel, zihinsel, kognitif
dünya) zaman kavramının algılanış biçimi ve ona yüklenilen anlam hep
değişkenlik özelliği göstermiştir.
Kimine
göre zaman hiç geçmez, kimine göre çok hızlı geçer. Kimi insana göre ömür hiç
bitmeyecekmiş gibi olur, kimi insana göre ömür dediğin anlık bir şeymiş gibi
gelir. Kimi insan zamanın çok çabuk geçtiğinden yakınır, kimi insan “Zaman
geçmiyor!” diye dövünür.
İnsanların
içinde bulundukları şartlar ve hâller, onların psikolojik dünyalarını
etkileyerek zihinlerindeki zaman olgusunu ve algısını hâlden hâle sokar,
hercümerç eder.
Zaman
kavramının soyut olmasından nâşî, insanlar hayatlarını tanzim etmek ve dahi
yaşamlarını kolaylaştırmak için zaman olgusunu buldukları yeni kavramlarla (ezel,
ebed, ömür, müddet, kadîm, devir, çağ, mâzi, an, istikbâl, asır, sene, ay, hafta,
gün, saat, dakika, saniye, sâlise gibi) daha anlaşılır hâle getirmişler ve icat
ettikleri âletlerle de (kum saatleri, mekanik saatler, dijital saatler ve
kronometreler gibi) zamanı ölçerek daha işlevsel kılmışlardır.
Bütün
bunların yanında, daha önceleri aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze,
gölgeye, seher ve ufuk çizgilerine bakılarak zaman tayinleri yapılırken,
sonradan icat edilen takvimler yardımıyla sosyal hayat, kişisel yaşantılar,
beşerî münâsebetler, milletlerarası ilişkiler ve seyr ü seferler daha kolay
hâle getirilmiştir.
Tarihte
zaman
Sosyolojik
ve antropolojik olarak tarihte ve tüm kültürlerde bir zaman olgusu ve algısı
hep var olagelmiştir. Başka bir ifâde ile zaman olgusu, tarihsel süreçte tüm
kültürler ve tüm insanlar için büyük önem arz etmiş ve dahi ortak bir payda
teşkil etmiştir.
Zâten
insanoğlu zaman içinde “zaman” olgusuyla bir bağ kuramamış olsaydı, hayatını
tanzim etmek ve yaşantısını da kolaylaştırmak mümkün hâle gelemeyecekti. Ama
burada asıl soru ve sorun, zaman olgusuyla nasıl bir bağ kuracağımız ve müspet
mânâda onu nasıl değerlendireceğimizdir. İşte işin nirengi noktası burasıdır!
İslâm
düşünce, kelâm ve felsefe tarihine bakıldığında, zaman konusunda çok tartışmaların
yapıldığını, üzerine nice kitapların yazıldığını ve zamanın hâlik mı, mahlûk
mu, ezelî mi, ebedî mi olup olmadığına dair nice farklı görüş ve düşüncelerin
serdedildiğini görmekteyiz. Hatta İslâm Kelâm tarihine bakıldığı zaman,
“Dehrîler ya da Dehriyyûn” (zamana tapanlar, zamanı tanrılaştıranlar, zamanı ezelî
ve ebedî kılanlar) denilen ateist-materyalist akımların ya da inanç gruplarının
varlığından söz edebiliriz.
Kur’ân’da
zaman ve önemi
Allah,
aşağıdaki âyette şöyle buyuruyor:
“Dediler
ki, ‘Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman
yok eder’. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda
bulunuyorlar.”
(Câsiye Sûresi, 24’üncü âyet, Diyânet İşleri Meâli, Yeni)
Yine
Kur’ân’a bakıldığı zaman, zamanla ilgili pek çok kavramın varlığından söz etmenin
pekâlâ imkân dâhilinde olduğu görülmektedir. Meselâ kavram olarak sâa(t), yevm,
şehr, sene, asr, nehar, leyl, duhâ, ramazan, cum’a, kadr, fecr, vakt gibi
kavramların yanında, zaman tayini ile ilgili olarak da şems, kamer, hilâl, necm
gibi gök cisimlerinden bahsetmek mümkündür.
Allah,
Asr Sûresi’nde de hem zamanla olan ilişkimizi tanzim ediyor, hem de zamanın
hayatımızdaki yerini ve önemini tespit ve tâyin ediyor.
“Su
gibi akıp giden zamana andolsun ki, (ömrünü israf eden) insan tarifsiz bir
ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı
tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna…” (Asr Sûresi, Mustafa
İslâmoğlu Meâli)
Dolayısıyla
Allah zamanı yaratmış ve insanoğlunun zamanla olan ilişkisinin nasıl olacağını
düzenlemiş, ayrıca zamanı doğru ve verimli kullanmanın ilkesel parametrelerini
de ortaya koymuştur.
Zamanın
önemi ve Müslümanlar
Bütün
bunlara bakıldığında, zamanın insanlar, toplumlar ve ülkeler için ne denli
önemli olduğu ve ne denli hayatî bir kıymete hâiz olduğu herhâlde herkes
tarafından kabûl edilecektir. Zâten gerek Kur’ân, gerek tarih, gerek bilimsel
veriler ve bulgular, gerekse de tüm yaşanmışlıklar ve tecrübeler, bunun böyle
olduğunu açık seçik ve hiçbir itiraza mahâl vermeden ispat etmektedir.
Hâl
böyle olunca, “Vakit nakittir”, “Geçen zaman geri gelmez”, “Zaman borç
verilemez, borç alınamaz”, “Zaman biriktirilemez” gibi sözler de sözel (şifâhî)
kültürümüzde zamanın ne denli paha biçilemez bir kıymete hâiz olduğunu teyit
etmektedir.
Ancak
bütün bu veriler ve kaynaklar, zamanın bizler için ne kadar önemli ve değerli
olduğunu söylemekle birlikte, İslâm coğrafyasında yaşayan biz Müslümanlar,
zamanın pek de kadr ü kıymetini bilmemekteyiz. Bilmediğimiz gibi, bu kıymete
sırtımızı döneli de yüzyıllar olmuş maalesef!
Zamanı
öyle israf ediyoruz ki anlaşılır gibi değil! Öyle boş şeylerle uğraşıyor ve zamanımızı
öyle boş şeyler için harcıyoruz ki inanılır gibi değil!
Doğu
ve Batı ülkelerinde zaman algısı
90’lı
yıllarda bir ara yolum Mısır’a düşmüştü. Kahire’de 4-5 ay kadar kalmıştım.
Gözlerime inanamamıştım. Resmî dairelerde mesâi 10:00’da başlıyor, 14:00’da
bitiyordu. Zâten öğle aralarında yemek, namaz derken çok az çalışılıyordu.
Kahire
Üniversitesindeki bir hocaya bu durumu sorduğumda aşırı sıcakları bahane ve
mazeret olarak göstermişti. Ama hemen hemen aynı sıcaklık İspanya’da da vardı.
İspanyollar da öğleden sonraları birkaç saat “siesta” yapıyorlardı ama
çalışıyorlardı da. İspanya’da bulunduğum sıralar bizzat bunu yakînen müşahede
etmiştim. Yine İngiltere gibi görme imkânı bulduğum bazı Avrupa ülkelerinde de
durum aynıydı. Hatta İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde insanlar daha çok
çalışıyor ve zamanlarını daha dakik olarak kullanıyorlardı. Mısır başta olmak
üzere neredeyse tüm Arap ülkelerinde zaman, gündelik olarak öğütülüyor ve boşa harcanıyor
maalesef! İnsanların çoğu işsiz güçsüz, kahvehane köşelerinde bol bol nargile tüttürüp
ömür tüketiyorlar. Kimilerinin hayatı neredeyse hep câmilerde geçiyor, miskin
miskin mescitlerin içinde yan gelip yatıyorlar. Milyonlarca insanın hayatı da
yoksulluktan dolayı Kahire’deki mezarlıklarda geçiyor.
Onun
için bir Batılının dediği gibi, “The East is the East, the West is the West”.
(Doğu Doğu’dur, Batı Batı’dır.)
Batılılar,
Müslümanlardan çok çalışıyor ve zamanı da Müslümanlardan daha iyi
değerlendiriyorlar. Zâten aradaki fark bunun göstergesi ve dahi açık ispatı
değil midir? Rahmetli Âkif de Almanya’ya gidip geldikten sonra aynı şeyleri
söylemiyor mu? Allah, Asr Sûresi’nde buna atıf yapmıyor mu? Kültürel İslâm’da
ise Müslümanlar faturayı hep zamana çıkarmıyorlar mı?
Şu
sözler boşuna mı söylenmiş? “Zaman her şeyin ilâcıdır”, “Aslında çok şey
yapacağım ama zamanım yok”, “Zamanla her şey geçer”, “Zaman beni mahvetti”, “Zaman
yetmiyor ki” vs.
Kültürel
İslâm ve sorumluluklarımız
İslâm’da
yani Kur’ân’da olmadığı hâlde, kültürel İslâm’da bir sürü kandiller, kutsal
geceler ihdas edilmiştir. Bu gecede yapılan dua ve ibâdetlerin de insanları
felâha kavuşturacağı zannedilmiştir. Hâlbuki günün yirmi dört saati, tüm gündüz
ve geceler Allah’ın tasarrufundadır ve Allah, günün her ânını İslâm’a uygun
olarak yaşamamızı ve bu şekilde bir ömür geçirmemizi istemektedir.
Kur’ân’da
Kadir Gecesi’ne, Kur’ân’ın nâzil olduğu Ramazan ayına, miraca, namaz vakitlerine,
Cuma’ya, haram aylarına işaret vardır. Kadir Gecesi zaman açısından göreceli
bir gecedir ve bin aydan daha hayırlıdır.Ama tüm gecelerimiz ve gündüzlerimiz,
Kadir Gecesi’nde olduğu gibi bir ömür boyu aynı sorumluluk duygusu ve
hassasiyeti içinde geçmelidir.
Yoksa,
kültürel İslâm’da olduğu gibi tüm vazife ve sorumluluklarımızı bazı gecelere
hasr ve hapsederek hayat boyu yapmamız gereken sorumluluklarımızdan kaçmamalı
ve dahi uyanıklık yaparak bu sorumluluklardan kurtulmaya çalışmamalıyız. Eğer
böyle yaparsak, Allah’ı değil, kendimizi kandırmış oluruz ne yazık ki!
İslâm’ın
mesajı
İslâm’ın
mesajını sadece bazı gün ve gecelere hasreden ve hapseden Müslümanların İslâm
coğrafyasındaki hâlleri ortada değil midir? “Kurtuluşa ereceğiz” zannıyla bu
kandiller ve “kutsal geceler”de yapılan ibâdet ve duaların sonuçları ortada
değil midir?
O
hâlde ey Müslüman, Kur’ân’ı doğru anlamanın “zaman”ı hâlâ gelmedi mi?
Şüphesiz ki karar da, sonuçlarına katlanmak da senindir, vesselâm…