“İslamî Edebiyat”ın mümtaz ismi: Ali Nar

Ali Nar Hocamızın temel vasıflarından biri, insan yetiştirme cehdiydi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1964’te mezun olduktan sonra Diyarbakır, Erzincan, İzmit ve İstanbul’daki imam-hatip liselerinde öğretmenlik yaptı, 1990’da emekli oldu. Öğretmenlik yaptığı okullarda binlerce gencin dinî ve edebî açıdan yetişmesine çalıştı. Şiir, nesir, hat, tiyatro yeteneği olan gençlerle özellikle ilgilenir, onları yönlendirirdi.

ALİ Nar Hocamız, 17 Temmuz 2015 tarihinde toprağa defnedildi. Büyük bir günde cenaze namazı kılındı; 17 Temmuz hem Cuma idi, hem de Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Vefat haberini alır almaz çevremdeki herkese Hocamızın vefatını ve cenaze namazına dair bilgileri ulaştırmaya gayret ettim.

Cenazesi Cuma namazından sonra Fatih Camii’nde kılınarak Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Hastalığı boyunca pek çok öğrencisi hastanede kendisini ziyaret etmişti, cenazesi de çok kalabalıktı. Gazeteler ve televizyonlar cenaze haberlerine yer verdi. Cenaze namazına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Mustafa Şentop ve Ekrem Erdem, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ile çok sayıda siyasetçi, belediye başkanı, gazeteci, şair ve yazar katıldı. Cenaze namazını dostlarından Nedim Urhan Hoca kıldırdı. Nedim Urhan, fakülteden Hadis dersi hocamızdı.

Ali Nar Hocamızı İstanbul İmam-Hatip Liseli yıllarımda tanıdım. Ahmet Yüksek, Seyit Ali Tüz, Yusuf İzzettin Sav, İbrahim Yiğit, Süleyman Zeki Bağlan gibi hocalarımızla birlikte, okulun o dönemki en bilinen hocalarındandı. Kültürel ve sosyal ortamlarda İstanbul İmam-Hatip’te okuduğumuzu söylediğimizde bize yöneltilen ilk soru, bu hocaları tanıyıp tanımadığımız olurdu.

Ali Nar Hocamız, sanırım lise üçüncü sınıfta dersimize girdi. Hoca’nın binlerce öğrencisi vardı. Öğrencileri arasında siyaset, edebiyat ve bürokraside ün yapmış çok sayıda isim var.

“Arılar Ülkesi” ve “Uzay Çiftçileri”

“Arılar Ülkesi”, Ali Nar’ın ilk okuduğum kitabıydı. Birkaç defa okudum bu kitabı, gerçekten büyüleyici bir kurgusu vardı. Arılar Ülkesi’ni sosyal ve siyasal içerikli ütopik bir hikâye-roman olarak tanımlayabiliriz. Bir milletin varoluş mücadelesini anlatılıyordu.

“Uzay Çiftçileri” kitabını da okumuştum. İlginç bir konusu vardı Uzay Çiftçileri’nin. Kitapta 2038 yılında yeryüzünden (sanırım Halep’ten) kalkan bir uzay gemisinde bitki üretme serüveni anlatılıyordu.

Recep Garip’in kendisiyle yaptığı ve Ayvakti dergisinde yayınlanan söyleşisinde, iki kitap arasında bağlantı kurarak şunları demişti Ali Nar Hoca: “Arılar Ülkesi’nin ‘Uzay Çiftçileri’yle bağlantısı üslup yönündendir. Ama bir bitimi izleyen tavır var. Ana fikir olarak biri mücadele ve kurtuluş yolunu çizerken, öbürü kurtuluştan sonraki atılımları anlatır. Her ikisinin de kesin benzerliği ümitle, müjdeyle sonuçlanmasıdır. Bu Şarkvâri, Türk-iş sitili değil, İslami tebliğ ve telkin gereğidir. Yani Kur’an-ı Kerim'le anlaşan her kafa ve gönül, ümitvâr hale gelir. Bu dünya fani ama kişinin Hakk önünde samimi gayreti bakidir. (‘Kalıcı olan eylemdir.’ Nuri Pakdil) Meyvesi bu âlemde görülmese de… Her ayet bir başka tür ümit aşılar, her peygamber sözü de. Öyleyse Müslüman yazarın ümitsiz eserler ortaya koyması ona yakışmaz. ‘Arılar Ülkesi’ şanslı zamana geldi, tuttu. Tabiî kadirbilir kişilerin tanıtmasıydı bu şansı. Cahit Zarifoğlu’nun özenle tanıtıp tavsiye etmesi… Ama ‘Uzay Çiftçileri’ solda ses yapsa da, sağın duyarsız deminde okunması da önlenmiş oldu. Hâlbuki Türkçenin ve İslam dünyasının ilk bilim kurgusuydu.”

Okuduğum bir başka kitabı ise Necip el-Kiylani’den tercüme ettiği “Cakartalı Kız” idi. Necip el-Kiylani’nin sonraki yıllarda Özgün Yayıncılık tarafından yayımlanan “Türkistan Geceleri” adlı romanını da okumuştum. Ali Nar Hoca, Cakartalı Kız’dan sonra Kiylani’nin “Kuzey Kahramanları” adlı romanını da Türkçeye çevirmişti.

Hoca’nın diğer kitaplarından Muhtar Kafası, İki Sonsuzda Gerilim ve Ezan Donanması’nı da okumuştum. Ezan Donanması şiir, Muhtar Kafası ise tiyatro eseriydi. Hoca’nın bir de “Fetih” adlı piyes kitabı vardı. Piyesleri defalarca sahnelenmişti.

Ali Nar Hoca yazıya şiirle başladığını anlatıyor bir söyleşide. İlk şiiri “Su” 1961’de, ilk kitabı “Fetih” de 1975’te yayınlanmış. “1961'de tiyatro denedik, o alanda adımız duyuldu. Gazete yazıları, gezi notları, eleştiri, deneme derken 1975'ten sonra kitaba ulaştık. Roman çevirisi, ilmi eser çevirisi, roman telifi derken 1986'da İslam dünyasıyla yakın temas başladı” diye yazarlık serüvenini özetliyor.

Hoca’nın dinî, ilmî, edebî sahalarda telif ve tercüme eserlerinin sayısı elliden fazladır. Milli Gazete, Yeni Devir, Büyük Doğu, Pınar, Mavera, Çınar, Tohum, Hilal, İslam, Düşünce ve Hakses, yazılarının yayınlandığı gazete ve dergilerdi.

Gençliğin el kitabı “Fıkhu’s-Siyre”

Lise yıllarımızda Müslüman gençlerin elinden düşmeyen kitaplardan biri, Suriyeli Prof. Dr. Said Ramazan el-Butî’nin yazdığı “Fıkhu’s-Siyre” adlı eserdi. Adını “Siyer Fıkhı” şeklinde çevirebileceğimiz kitapta, Peygamber Efendimizin hayatı esas alınarak başta akaid, fıkıh, ahlak temelli olmak üzere sosyal hayata dair dersler, usuller ve ibretler anlatılıyordu. Ali Nar Hoca tarafından tercüme edilen kitap, Gonca Yayınları tarafından neşredilerek okuyucuya sunulmuştu.

Gençlerin sohbetlerinde el kitabı olarak okunan Fıkhu’s-Siyre, bir dönem Erzurum İlahiyat Fakültesi’nde ders kitabı olarak da okutulmuş.

Ali Nar Hoca, Selami Çalışkan tarafından gerçekleştirilen ve Milli Gazete’de 2006 yılında yayınlanan söyleşide, kitabın sıkıyönetim uygulamaları çerçevesinde bir dönem yasaklandığını anlatmış. İşte o satırlar!

“Sıkıyönetim varken Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da, evlerde bu kitaba rastlanıyor. Ve kitabı yasaklamışlar. İçinde Türkiye siyasetiyle ilgili suç unsuru bir şey bulamamışlar. Ancak ‘Her evde bulunduğuna ve çok okunduğuna göre yine de bunda bir şey var’ diye düşünmüşler. Bu düşünceyle yasaklamışlar.”

Ali Nar Hoca, Fıkhu’s-Siyre’nin müellifi el-Buti ile tanışmasına dair ise şunları anlatmış: “1975’te Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti’yi Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Dekanı ve Fıkıh Profesörü olarak tanıdım. O zaman henüz gençti, sakalı da henüz yoktu. Oğulları da doktora yapıyordu. Eniştesi Ahmet Ramazan’ın evine gittik. Ahmet Ramazan, Malatyalı biri. Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu mecmuasında Yazı İşleri Müdürü’ymüş. Kitabın müellifi Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti, 7 yaşındayken Cizre’den babası Molla Ramazan ile Şam’a göçmüş. Babasından ilim tahsil eden el-Buti, daha sonra Mısır’daki Ezher Üniversitesi’ni bitirmiş. Doktorasını orada tamamladıktan sonra Şam’a dönmüş. İyi derecede Türkçe biliyordu.”

O dönem Ramazan el-Buti’nin Fıkhu’s-Siyre’sinin yanı sıra Said Havva’nın “Allah Erinin Ahlak ve Kültürü, Hasan el-Benna’nın “Risaleler”, Fethi Yeken’in “Müslüman Olmam Neyi Gerektirir?”, Ahmet Önkal’ın “Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu” adlı kitapları da gençliğin davet-tebliğ yöntemlerini kavrama amaçlı okuduğu kitaplar arasındaydı.

Ali Nar Hoca’nın yazı alanı genişti. Şiir, tiyatro, roman ve piyes gibi edebiyat türlerinin yanı sıra, akaid ve siyer gibi doğrudan dinî disiplinlerle ilgili kitapları da vardı. Bu anlamda telif eserleri olarak Kırk Hadisle Müslüman Kimliği, Hicret, İlm-i Kelam Dersleri ve Cep İlmihali’ni; tercüme eserler olarak da Said Ramazan el-Butî’den Fıkhu’s-Siyre’nin dışında “Akaid Risaleleri” ve Abdülmecid Zindanî’den “İman Yolu”nu sayabiliriz. Tabiî “Dinler Arası Diyalog Fitnesi” kitabını da bu listeye ekleyebiliriz.


“İslamî Edebiyat”

Ali Nar Hoca’nın Türkiye’deki edebiyat ortamına en büyük katkısı, onun 1980’lerde Dünya İslamî Edebiyat Birliği ile iletişim kurmasıyla başlar. Bu diyalog hızla meyvesini verir ve 1989, 1991, 1994, 1996 yıllarında, İstanbul’da Dünya İslami Edebiyat Konferansları’nı tertipler.

1997 yılında Dünya İslami Edebiyat Birliği Türkiye Şubesi’ni kuran Ali Nar, bu alandaki çalışmalarını da böylece taçlandırmış oldu. 1986 yılında ise İslamî Edebiyat dergisini yayına soktu. İslamî Edebiyat Birliği ile geliştirdiği ilişkiler, Türkiye’den pek çok yazar ve şairin İslam dünyasında tanınmasına vesile oldu.

İslamî Edebiyat dergisini yol arkadaşı Prof. Dr. Osman Öztürk ile birlikte uzun yıllar fedakârane gayretlerle çıkardılar. Halen yayınına devam eden bu derginin yayın yönetmenliğini Siyami Akyel yapıyor. Osman Öztürk Hoca, Aralık 2014’te, 70 yaşında vefat etmişti. Bu amaçla İslamî Edebiyat dergisi, 65. sayısında “Osman Öztürk Dosyası”na yer verdi.

Ali Nar Hoca’ya göre din-sanat ilişkisi

Ali Nar Hoca, sanat türlerini dinle ilişkilendirerek sanatın din kaynaklı olduğunu söylemektedir. Sanatın başarısının da din ile uygunluğuna bağlı olduğunun altını çizmektedir. Bir yazısında din-sanat ilişkisine dair şunları söylemektedir:

“Öteden beri bir iddia vardır: ‘Sanat dinden çıkmıştır!’ Bu tez, sanki bütün sanat türleri için de kabil-i isbattır. Diyelim heykel… Bilinen durum, dinlerin Tanrı tasavvuru, resim ve sonunda timsallerle ifade edilmiştir. Hemen söyleyelim ki, ilâhi kaynaklı sanılan Hıristiyanlıkta bile İsa ve Çarmıh timsali, Meryem sûreti girmiştir. Diyelim Pavlus’un marifeti olup Makedonya dinlerindeki putlardan esinlenme düşünülebilir. Ama ‘İsa ve Meryem’, bu dinin iki iman kaynağı… Yani Eski Yunan tanrılarının temsili gibi, bu uknumlar da muşahhas (somut) hale sokulmuş. Resim de onun öncülü olarak bütün putçu dinlerde var olup dini sembolize ve kutsalları ifade için icad edilmiş olabilir.

İlkelden mükemmele giderken Mikelanj da Hıristiyanlığın en önemli kutsallarını temsil etmişti. Mimari de sanki meskenlerden çok mabetlerde ideal noktaya varmış, tapınaklar böylece oluşmuş. Raks ve müzik de öyle… İbadetlerde ikisi de birbirini tamamlarcasına kullanılmış; yani virdler sesle söylenmiş, hareketle isbat edilmiş. Ama ses, sözle tamamlanmış. İlâhi ve besteler bu içerikle ortaya vurmuştur denir.

Hâsılı söz, ses, ışık, hareket, çizgi, renk, hacim kullanılarak dinî düşünce ve duygular (inançlar) böylece ifâde edilegelmiştir.”

Hoca yazının devamında yaptığı tasnifte, sözün edebiyat, sesin musiki, rengin resim, ışığın sinema, hacmin de mimari olarak neşv-ü nema bulduğunu anlatır. Tesbitini şöyle tamamlar: “Tam sanat olanlar dinle tam uyum yapar, öbürleri çatışır. Heykel hiç bağdaşmaz. Onun tek boyutlusu olan resim de güzelse hoş görülür.”

Hoca’nın insan yetiştirme gayreti

Ali Nar Hocamızın temel vasıflarından biri de insan yetiştirme cehdiydi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1964’te mezun olduktan sonra Diyarbakır, Erzincan, İzmit ve İstanbul’daki imam-hatip liselerinde öğretmenlik yaptı, 1990’da emekli oldu. Öğretmenlik yaptığı okullarda binlerce gencin dinî ve edebî açıdan yetişmesine çalıştı. Şiir, nesir, hat, tiyatro yeteneği olan gençlerle özellikle ilgilenir, onları yönlendirirdi.

İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nde henüz öğrencisi olmadığım dönemde Yusuf İzzettin Sav Hocamızdan şiire ilgi duyduğumu öğrenmiş, beni çağırtıp biraz konuşmuştu. Şiire az vakit ayırdığım için her gördüğünde kızar, nasihat ederdi. Şiirle daha yakından ilgilenmeme dair tatlı sert ikazları liseli yıllarımdan sonra da devam etti.

Lise dönem arkadaşlarımızdan Mustafa İlhan, benim yaşadığıma benzer bir hatırasını şu ifadelerle nakletmişti: “Özene bezene yazıp resimlerle süslediğim şiir defterini Yusuf İzzettin Sav Hocam, değerlendirmesi için kendisine vermiş, o da bir hafta sonra her sayfası, yer yer her dörtlüğüne yorum, eleştiri ve düzeltme yapılmış, beğendiği bolüme ‘Çok güzel’, bazı yerlere ‘Neden bu kadar karamsarsın?’ gibi yorumlar yazmış olarak defteri bana iade etmişti. İlk anda şiir defterimi öyle görünce şok olmuştum. Daha sonraki dönemlerde de şiir ve yazılarımla yakından ilgilendi. Bir keresinde Vahdet dergisinde bir şiirim yayımlanmıştı. Bir gün dergi elinde, okulun merdivenlerinde karşılaştık. ‘Bu sen misin, isim benzerliği mi?’ diye sordu. ‘Benim’ deyince, ‘Tebrik ederim. Artık bana değerlendirmem için şiir getirmesen olur’ diyerek iltifat etmişti.”

İslamî Edebiyat dergisi, Ali Nar Hoca’nın insan yetiştirme gayretlerine zemin oldu. Dergi sayfalarında pek çok yeteneğe yer verdi, onların gelişimine anbean şahitlik etti, hem de destek oldu.


Vefatı

Ali Nar Hoca’nın 1938 yılında, Hasankale’de başlayan hayatı, 16 Temmuz 2015 tarihinde, tedavi gördüğü Fatih Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çoklu organ yetmezliği sonucu vefatıyla sona erdi. Erzurum’da doğmakla birlikte hayatı ülkenin farklı illerinde geçti. Ailesi 1950’de Yozgat-Sarıkaya’ya göçtü. 1953’te Kayseri İmam-Hatip Okulu’na girdi, okulun altıncı yılında Erzurum İmam-Hatip Okulu’na geçti ve 1959’da buradan mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi, 1964’te enstitüden mezun oldu. Dört-beş ayrı ilde öğretmenlik yaptı. Hocaları arasında Mahir İz, Ömer Nasuhi Bilmen, Sahih-i Müslim’in mütercim ve şarihi Ahmed Davudoğlu gibi isimler bulunmaktadır. Sezai Karakoç ile tanışması da 1960’lı yıllarda gerçekleşir.

Ali Nar Hocamız geride binlerce öğrencisini, milyonlarca sevenini, kıymeti yeterince anlaşılamamış onlarca kitabını bırakarak veda etti. Allah rahmet eylesin!