İslâm’da yeni bir barış teolojisine doğru

Ekonomik refahı gerçekleştirmenin ve çatışan tarafları uzlaştırmanın yolu barıştır. Şiddet ise kabileciliği, ırkçılığı, şovenizmi, fanatizmi, yoksulluğu ve yıkıcılığı üretmektedir. Barış sayesinde insanlık, toplum olmaktadır. Şiddet ise, insanlığı toplum olmaktan çıkarmakta, yığın olmaya mahkûm etmektedir.

BARIŞ, geleneksel olarak “şiddetin yokluğu” olarak tanımlanmaktadır. Ancak günümüzde barışı “şiddetin yokluk hâli” olarak tanımlamak yetmemektedir. Barış, şiddetin yokluğu kadar barışın kurumsallaşması ve inşâsı için birey ve toplumu barışçıl yaşamaya yönelten tutum, duygu, düşünce ve davranışların geliştirilmesini içermektedir.

Şiddet, insanın huzursuzluk hâlini ifade ederken, barışsa huzurlu bir hayat durumunu kapsamaktadır. Kafaların ve kalplerin huzur bulduğu bir hayatın inşâsı, barıştır. İnsan hayatının huzurlu olması için yeni bir adil barış teolojisine insanlık, Orta Doğu ve Türkiye ihtiyaç duymaktadır.

Barış, salt siyasal bir aktivite değildir. Barış, bütünüyle teolojidir. Kurtuluş, affetme, uzlaşma, adalet, hesap verebilirlik, şeffaflık, iyileşme, onarma ve inşâ, tamamen teolojik kavramlar ve aktivitelerdir. Siyaset ve ilâhiyat, barışın zihniyetini ve kurumlarını birlikte oluşturmalıdır. Teolojiye dayanmayan bir barışın inşâsı mümkün değildir. Teoloji, insanlara çatışmayı değil, barışmayı öğretmelidir. Barış teolojisi, dini bir çatışma kaynağı ve faktörü olmaktan çıkararak barış ve uzlaşma için bir imkâna dönüştürmektedir.

Modern dönemde dini şiddetle ilişkilendiren ve şiddetin sorumlusu olarak dini gösteren çok yaygın bir eğilim bulunmaktadır. Bu yaklaşım dini, şiddeti değiştiren, çözüme ve barışa katkı sunan bir faktör olarak görmemektedir. Bu iddia sahiplerine göre din, şiddeti başlatan, meşrulaştıran ve yoğunlaştıran bir sorun olarak görülmektedir. Çatışma yaşayan toplumların yaralarının sarılmasında din, pozitif bir güç olacağı gibi, çatışmanın çözüme kavuşturulmasında bir işleve de sahip olabilir. Din, adil ve onurlu bir barışın kaynağı olma yeteneğine her zaman sahiptir.

Barış ve ilâhiyat, birbirinden ayrı mıdır, yoksa birbiriyle içiçe mi? Barış ve teolojinin birbirinden ayrılması, hem barışın, hem teolojinin inkârı demektir. Barışı ve teolojiyi inkâr eden, hayatı ve insanı inkâr etmektedir. Barış ve teoloji, birbiriyle iç içe, hattâ birbirinin aynısı olan aktivitelerdir. Barış, teolojiye sığmayan, ancak teolojiyi kucaklayan ve teolojiyle bütünleşen bir faaliyettir.

Siyaset ve ilâhiyatı birleştiren barış teolojisi, barış, adalet ve affetmeyi bütünleştirmektedir. Adaletsiz bir barış mümkün olmadığı gibi, uzlaşma ve affetmenin olmadığı bir adalet de mümkün değildir. Modern toplum, şiddet, kavga, intikam ve öfkenin bol olduğu, ancak affetmenin, uzlaşmanın ve adaletin olmadığı bir yapıdır. Barış teolojisi affetme ve uzlaşmayı öne çıkararak adil barışın zihniyetini oluşturmaktadır.

İslâm ve barış

İnsanı huzurlu bir hayata kavuşturan, Allah’tır. Allah’ın merhamet, iyileştirme ve affetme stratejisiyle yeryüzünde barış kurulmuştur. Günah işleyen Âdem ve eşini Allah yalnız bırakmamış ve affetmiştir. Allah’ın affı yeryüzünde barışı inşâ ederken, şeytanın isyanı ise yeryüzünde barışın yıkılması anlamına gelmektedir. Allah, barışın hem Kendisidir, hem Yapıcısıdır ve hem de Koruyucusudur. İnsan hayatını yozlaştıran fitne ve kötülüklere neden olan her şey, şeytanın barışı bozma faaliyetinin bir parçasıdır.

İslâm Peygamberi, bireysel, toplumsal ve yapısal düzeyde şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlamış, şiddeti kişisel bir tercih olarak reddetmenin ötesinde, toplumda var olan yapısal şiddeti de reddetmiştir. İslâm Peygamberi’nin şiddet karşıtlığı, şiddetten arınmış bir toplum inşâ etmeyi içermektedir. Şiddet olmadan barışı inşâ etmek, İslâm Peygamberi’nin esas hedefidir. Şiddet olmadan barışı gerçekleştirmek hedefi gerçekten önemlidir; çünkü refah, adalet ve özgürlük, ancak barış olduğu zaman gerçekleşmektedir. Zulüm ve baskının sona erdirilmesi, adaletin gerçekleştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, barışın gerçekleştirilmesiyle mümkündür.

Ekonomik refahı gerçekleştirmenin ve çatışan tarafları uzlaştırmanın yolu barıştır. Şiddet ise kabileciliği, ırkçılığı, şovenizmi, fanatizmi, yoksulluğu ve yıkıcılığı üretmektedir. Barış sayesinde insanlık, toplum olmaktadır. Şiddet ise, insanlığı toplum olmaktan çıkarmakta, yığın olmaya mahkûm etmektedir.

İslâm, insanlara barışın aktif tarafı olmalarını emretmektedir. Barış yanlılığı, pasifizmden daha fazlasını ifade etmektedir. Barış, dinamizm ve harekettir. Aktif barış teolojisi, herkesten şiddete engel olacak her tutum ve eylemi desteklemeyi, insanı ve toplumu şiddete yöneltecek girişimleri azaltmayı, ortak çatışma çözümü girişimlerini hayata geçirmeyi esas almaktadır. İslâm, insanın barış konusunda sorumluluk almaktan kaçınmasını hiçbir şekilde kabul etmemektedir. Dindar insan, insanlar arasında var olan çatışma ve adaletsizliklerden sorumlu olduğunun farkında olmalı, tövbe ve bağışlayıcılığın peşinde olarak yaraların ve adaletsizliklerin giderilmesi için çaba göstermelidir.

Dindar insan, barış için demokrasinin, insan haklarının, din ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlüklerin gelişmesini savunmalıdır. Barış, ancak özgürlükle mümkündür. Şiddet, özgürlüğün yokluğundan kaynaklanmaktadır. Özgürlük geliştikçe barış parlamaktadır.

İnsanların ekonomik açıdan hayatlarını devam ettirebilmeleri, kendilerini insanî açıdan geliştirecek ekonomik kaynaklara sahip olmaları önemlidir. Sürdürülebilir adil ekonomik imkânların herkese açık olması lâzımdır. Ekonomik özgürlüğün olmadığı ama ekonomik geri kalmışlığın olduğu bir yerde barış mümkün değildir. Sistematik olarak yoksullaştırma ve yoksunlaştırma, göreceli yoksunluk duygusunun ve düşüncesinin derinleşmesine, ekonomik açıdan daha iyi olan toplum kesimlerine karşı öfke ve saldırganlık duygularının gelişmesine neden olabilmektedir.

Başkalarına öfke, nefret, saldırganlık ve düşmanlık duymayan sağduyulu toplumsal kesimlerin bir araya getirilmesi ve aralarında barışın inşâsı, korunması ve geliştirilmesi için ortak işbirlikleri ve insiyatifleri geliştirilmelidir. Yerel düzeyde aksiyoner hâlde olup global bir barış düşüncesiyle hareket edilmelidir. Yerel organizasyonlar ve işbirliklerinin uluslararası organizasyonlara bağlanması ve onlarla işbirliğinin geliştirilmesi önemlidir.

Yerel ve ulusal düzeydeki barış girişimlerinin uluslararası bağları güçlendirildikçe barışın imkânları daha sağlam olmaktadır. Barış, toplumun derinliklerinden başlar. Toplumun altından üstüne doğru barışı inşâ edecek sivil toplum kurumlarının ve sermayesinin oluşması gerekmektedir.

Silah: Barışa karşı etkin bir tehdit

Değerli, onurlu ve şerefli olan, insandır. Silah dâhil, hiçbir aracın insana kattığı hiçbir şey yoktur. Silah ve şiddetin insanı yücelttiği, silahın ve şiddetin kutsallaştırdığı, erkekliğin ve cesaretin ölçüsü sayıldığı bir şiddet kültürü, barış için çok tehlikelidir. Devletlerin silahlanması ve militarist kültürün yaygınlaşması kadar, insanların bireysel ve toplumsal düzeyde de silahlanmasının yıkıcılığına dair bir farkındalık oluşturulmalıdır.

Barış ve insan hakları birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Savaş ve şiddet, insan hakları ihlâllerinin kaynağıdır. Din, insan hayatının, malının, aklının, neslinin ve dininin korunmasını gerektirmektedir. Barış için herkesin insan haklarının tanınması, saygı duyulması, korunması ve geliştirilmesi şarttır. Çatışma sonrası dönemde insan haklarını koruyacak bir düzenin ve mekanizmalarının kurulması büyük önem arz etmektedir.

Devletler, genelde insanı şiddet yapmaya yöneltmektedirler. Şiddet ve çatışma durumlarında birinci aktör devletlerdir. Devletler, çatışmaya neden olan sosyal, siyasal ve askerî şartları hazırlarlar. Devletler, savaş ve şiddeti yapmakta başarılı oldukları kadar, barış yapmakta başarılı değildirler de. Devletlerin maksimum düzeyde çatışma ve şiddetin dışına çekilmesi gerekmektedir. Barışın inşâsında, “toplum” birinci derecede işlevsel olarak rol ve sorumluluk üstlenmelidir. Toplumun, devlet başta olmak üzere kolektivist güçler tarafından kurulan şiddet tuzağına düşmemesi için devlet dâhil hiçbir kurumun kutsal olmadığının farkına varması gerektiği gibi, bu kurumların kışkırttığı ve ürettiği şiddetin de kutsal ve meşru olmadığı konusunda yeni bir din farkındalığa gereksinimi vardır.

Her insan, onurlu bir bireydir. İnsanın akıl ve özgür iradesi vardır. Her insan, doğal olarak özgürlüklere, haklara ve sorumluluklara sahiptir. İnsanın doğal olarak sahip olduğu hak ve hürriyetleri dokunulmaz ve ihlâl edilemez niteliktedir. Bütün insanlar arasında hakikat, adalet, iyilik ve özgürlük temelinde ilişkilerin kurulması gerekmektedir. Devletlerin, kurumların ve grupların ayrıcalıkları, hiçbir şekilde insan hakları ve özgürlüklerinden önce değildir. Öncelikli ve önemli olan, insanların doğal hak ve özgürlükleridir. Adil barış teolojisinin başlangıcı, ortası ve sonu insan onuru, insan hakları ve özgürlükleridir.

Barış, şiddet ve çatışmanın yokluğundan ibaret olmadığı gibi, bir toplumun diğer gruplar üzerinde hâkimiyet kurarak sağladığı düzen ve sistem de barış demek değilir. Roma Barışı (Pax Romana) veya Amerika Barışı (Pax Americana) gibi egemenlikler, barış değil, tahakküm durumunu ifade etmektedirler. Barış, bir bütünlük hâlidir. Bir bütünlük hâli olarak barış, kişinin bütüncül kişiliğini yani bireyi, toplumu ve ilişki ağlarının hepsini kapsayan bir refah ve huzur durumunu ifade etmektedir. Tahakküm ve huzur birbiriyle aynı olmadığı gibi, barış ve hegemonya da birbiriyle özdeşleştirilemez.

Barışta istikrar ve güven

Allah, sürekli olarak barışı vahyetmiştir. Allah’ın kâinattaki faaliyeti bir barış faaliyetidir. Allah’ın sürekli olarak yeni bir iş yapması, Allah’ın sürekli olarak barış faaliyeti içinde olması demektir. Allah’ın sürekli olarak yaratılışı yenilememesi hâlinde, kâinatta adil bir barışın korunması mümkün değildir. Yeryüzünün fesada uğraması demek, Allah’ın sürekli olan yaratılış faaliyetine insanın yapay olarak müdahalede bulunması demektir. Allah’ın yaratttığı varlıklar olarak birbirimizle doğru ilişkiler temelinde yaşamalıyız. Doğru ilişkiler çerçevesinde bulunmak, insan olarak hayatımızı dolu dolu yaşamamızı sağlamaktadır. Doğru insanî ilişkiler, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanma çerçevesinde yaşamak demektir. Takvâlı ve ahlâklı bir hayat, insanın barışa bağlılığının olmazsa olmazıdır. Mağdur ve zayıf olanla ilişki kurmak, kişisel iletişimi geliştirmek, barışın sağlam temellere oturtulmasına katkı sunmaktadır. Barış, ilişki ve iletişim kurmak demektir.

Barış, Allah’ın hayatını yeryüzünde yaşamak demektir. Günahlarımızı affeden ve bize merhamet eden Allah’ın yaratıkları olarak birbirimizi affetmeli ve uzlaşmalıyız. Barış “hayat ve diriliş” demekken, çatışma ve şiddet ise ölüm ve yıkımdan oluşmaktadır. Mutlu bir hayat, barışı yapmaya adanan bir hayattır. Adil barışın gelişip kökleşmesi ve yayılması için bütün barış yapıcı insanların topluma katkı sunması gerekmektedir. Barışın gelişmesi ve yaygınlaşması, hayat kültürünün kökleşmesini sağlamaktadır.

İnsanların, emniyet ve misafirperverlik içinde ilişki kurduğu alanlar olmalıdır. Emniyetli mekânlar, güvenli ilişkilerin gelişimini sağlar. Çatışma ve savaş, güvenin tahrip edilmesi sonucunda meydana gelir. Güven ortamı ve güvenliğin inşâsı, toplumun inşâsı için gereklidir. Güvenin, güvenliğin ve özgürlüğün olmadığı yerde insanlar toplum olamaz, yığın olmaktan öteye geçemezler.

İnsan onuru, insan haklarının korunması, adalet ve barış arasında ayrılmaz bir ilişkinin kurulması gerekmektedir. Barış için çalışmak, adalet için çalışmak demektir. Çatışmayı barışçıl bir çatışma çözümüne dönüştürmek ve uzlaşmayı bir hayat biçimi hâline getirmek için adil barışı gerçekleştirmenin amaç hâline getirilmesi ve içselleştirmesi lâzımdır.

Barışın ve refahın yolu adalettir. Adalet; din, mezhep, ırk, dil ve mezhep ayrımı yapılmadan, herkesin kendi aidiyetleri ve özellikleriyle kabul edilmesini gerektirmektedir. Barış, çoğulculuğun tanınmasıdır ve içselleştirilmesidir.

Dinler tarihinde savaş ve çatışma çıkmadan önce, hangi çatışma ve şiddetin adil olup olmadığı tartışmasının yoğun bir şekilde yapıldığı görülmektedir. Tartışmalar çatışma ve savaşa yoğunlaşmakta, adaletin nasıl sağlanacağı üzerine ise odaklanmamaktadır. Adil barış teolojisi ise, çatışma ve savaş sonrasında adaletin nasıl gerçekleştirileceğine odaklanmaktadır. Adil barış, barış hukukunun inşâsını gerektirmektedir. Hıristiyanlık gibi dinler, “adil savaş” kavramı etrafında savaşı meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Barış hukukunun kurulması ve adil barış için ciddî bir çabanın sarf edilmesi lâzımdır. Adil barışın kurulması için toplumsal piramidin farklı bileşenleri arasında barışın inşâ edilmesi gerekmektedir.

Din, insana güçlü bir varoluş anlamı sunan ve insanı barışa hazırlayan köklü bir mânevî kaynak olarak toplumsal piramide ait bütün kesimleri barışın inşâsına, korunmasına ve kökleşmesine hazırlayan bir işleve sahip olabilir.

Barışın inşâsı

Barışın inşâsı; çatışma analizi, onarıcı adalet, çatışmanın önlenmesi ve çatışma çözümü gibi kavramlarla tek başına gerçekleştirilemez. Barışı inşâ edecek terminoloji, “uzlaşma, sulh, günah, affetme, tövbe” gibi kavramları içermelidir. Barış, hayattan verim almak için yapılan her türlü faaliyeti kapsamaktadır. Adaletin ürünü barıştır. Adalet ve barış arasında güçlü bir bağ kurmak, kişinin iman ve Müslüman kimliğinin doğal bir ifadesidir. Barış ve imanı birbirinden ayırmak, şiddet ve yıkımdan başka bir şeyi sonuç olarak vermemektedir.

İnsanın insan, hayat ve tarih üzerinde kontrol ve hegemonya kurmasını amaçlayan kibirli ve mağrur bir yaklaşım, insanlığı azgınlığa ve çatışmaya yöneltmektedir. İnsanın insana hükmedemeyeceği, insanın insanı kontrol etmesinin sapkınlıktan başka bir şey olamayacağının farkında olan ve tevâzuya dayanan bir tutum, barış teolojisinin erdem olarak kabul ettiği bir durumdur. İnsanın bilgisinin ve gücünün sınırlarını bilmesi ve geleceği kontrol edemeyeceğinin farkında olması lâzımdır.

Çatışma ve şiddet, günahtan daha fazlasını ifade etmektedir. Şiddet, insanlar arası kopuşu, bağlantısızlığı, kırılganlığı ve parçalanmışlığı ifade etmektedir. Barış kopuşu, kırılganlığı ve parçalanmışlığı toparlama durumudur. Barış, şiddetin güçlerine teslim olmak değil, kendi rûhumuzda başarabileceğimiz bir durumun farkına varmaktır. İlâhî ve insanî olanı hayatımızda inşâ etmek için özellikle insanların ruhlarındaki kopuşun onarılması lâzımdır.

Barışı ortadan kaldıran önemli faktörler vardır. Bunların başında kolektivizm gelmektedir. Kolektivist anlayışlar sınıfın, ırkın, ulusun ve devletin insandan üstün olduğunu ve bireyin sahte putlara fedâ edilmesi gerektiği düşüncesini kitlelere empoze etmektedirler. Kolektivizmin doğal sonucu, pratik materyalizmdir. Kolektivizm, insanın onurunu inkâr ettiği gibi, onun mâneviyat ve ahlâkını da ortadan kaldırmaktadır. Mülk ve tüketme sapkınlığı, insanı emperyalist ve sömürgeci yapmaktadır. İnsanlar arası sorunların ve farklılıkların nihaî bir şekilde şiddetle çözüleceği biçimindeki ölümcül yanılgının kişisel, sosyal ve siyasal şiddeti meşrulaştırdığı ve yoğunlaştırdığı görülmektedir. Şiddetin nihaî çözüm olarak kabul edilmesi, bir şiddet ve çatışma kültürünün oluşumuna hizmet etmektedir.

İnsanı yaşayan canlı bir varlık olarak anlamak yerine insanı değişmeyen ve yaşamayan, sadece kullanılacak bir nesne ve obje olarak gören bir bakış açısı, insanın insanı şiddete kurban etmesine imkân sağlamaktadır. İnsana kullanılacak değil, iyileşecek ve iyileştirilecek bir varlık olarak bakılması gerekmektedir.

Barış; bütünlük, sağlık, refah ve dinginlik demektir. Bütünlük, insanın ve insanlığın bütün parçalarının birbiriyle ilişkili olması demektir. Sağlık, vücûdun emniyeti ve zihin berraklığı demektir. Refah, insanın sağlık ve mülkiyetinin tam bir iyilik hâli içinde olmasını gerektirmektedir. Barış, insanın kendisiyle, toplumla, tabiatla ve Allah’la dingin bir ilişki içinde olması, insanın Allah’la, kendisiyle, diğerleriyle ve yaratılışla uyumlu bir ilişki kurmayı amaçlayan hayatın özüdür.

Teoloji, bütün dünyayı tek bir dine ve inanca çevirmeyi amaçlayan bir dayatma faaliyeti değildir. Teolojik açıdan dünyada aslolan, barışın inşâsıdır, misyonerlik değildir. Hayatın merkezinde barış vardır ve insanın yeryüzünde barışı inşâ etme görevi asıldır. Barışın inşâsı, tehlikeli bir mekânda ve zamanda tehlikeli bir maceraya atılmak demek değildir. Barışın inşâsı, şartsız bir şekilde insanı sevmek, kabul etmek ve onunla beraber yaşamayı ve birlikte birbirimize hizmet etmemizi gerektirmektedir. Birbirimizin varlığına, farklılığına ve hakikatine şehadet etmek için birbirimize yalan söylemememiz lâzımdır. Yalan, barış ve din, bir arada olamaz.

“Adalet”, Allah’ın ismidir. Adalet, bütün insanlar arasında eşit ve adil olmayı gerektirmektedir. Adalet, ancak affetme ile mümkündür. Sahici bir bağışlama ile içimizdeki ve çevremizdeki şiddetin fasit dairesinden kurtulabiliriz. İçimizi ve çevremizi değiştirmemiz gerekmektedir. Barışın hayatımıza girmesi için hayatımızda Allah’a yer vermeli, varoluş âlemiyle affetme temelinde uzlaşmalıyız. Barışla sorunlarımızı çözeceğimize inanmalıyız.

Kendi amaçlarımızı ve ideallerimizi gerçekleştirmek için başkalarına zarar veremeyiz. Dindar barış savunucuları için dinin kendisi amaç değildir. Amaç; barış, adalet ve hakikattir. Barış inşâsı sürecinde dindar insan, hakikat üzerinde tekel kurmaktan ziyâde hakikatin arayışındadır. Hakikat arayışı için insanın, toplumda bütün farklılıklara saygı duymayı öğrenmesi gerekmektedir.

Barışın inşâsı için toplumsal yapının eleştirel biçimde sorgulanması gerekmektedir. Toplumda baskıya ve şiddete neden olan faktörlerin analiz edilip toplumun değişime ikna edilmesi lâzımdır. Teoloji, insanların zihinsel dünyalarını transforme edebilir. Ataerkillik, şiddet doğuran bir faktördür. Teoloji, ataerkilliğin insan karşıtlığına dayandığı konusunda zihinlerde bir farklılık yaratabilmelidir. Barış, öteki veya düşman olarak görülen taraflarla yüzyüze gelmeyi, konuşmayı, barış için birlikte çalışmayı gerektirmektedir. Düşmanla ilişki kurarak barışı inşâ etmeye çalışmak “pozitif barış”, şiddetin yokluğu anlamında “negatif barış”tan daha fazlasını gerektirmektedir.

Adil barışın amacı, baskıcı bir rejimi değiştirmekten ibaret değildir. Adil barışta esas olan, güvenliğin, hukukun ve istikrarın inşâsıdır. Barış tepeden dikte edilemez. Aşağıdan yukarıya doğru barış gerçekleştirilebilir. Dikey barış mümkün değildir. Aslolan, yatay barıştır. Teoloji, yatay barışı gerçekleştirebilir. Yatay barış, ihraç edebileceğimiz veya dayatabileceğimiz bir proje veya paket değildir. Barış, zaman ve mekâna göre çok boyutlu olarak gelişebilir. Barışı inşâ süreçleri acı ve zor olabilir. Bütün iniş ve çıkışlara rağmen, barış için insanın sabretmesi lâzımdır. Çoğulculuk ve kimlik güvenliği, barış teolojisinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Farklı toplumsal kimliklerin kabul edilmesi, kimliklerin korku ve baskı altında olmaması önemlidir.

Kimliklerin güvenliğine vurgu yapmak lâzımdır. Korkudan özgürleşmeden adil barışın gerçekleşmesi mümkün değildir.

Barışın inşâ süreçlerinde bağışlayıcı bir dilin geliştirilmesi gerekmektedir. Toplumun intikam almaya değil, bağışlamaya yönlendirilmesi gerekmektedir. Bağışlamak, unutmak demek değildir. Barışı ve adaleti inşâ eden, uzlaşma değil, bağışlayıcılıktır. Barış, koruma sorumluluğuna dayanmalıdır.

Savaş ve şiddetin yok ettiği ve tahrip ettiği değer, insan onuru ve hayatıdır. Adil barış, insan onurunu ve hayatını koruma sorumluluğunu esas almalıdır. Teoloji, insanî bilinçte insanî onuru koruma sorumluluğu konusunda farkındalık yaratmalıdır.