İslâm sorunun mu odağı, çözümün mü kaynağı?

Ey insanlar, ey Müslümanlar! Gerçekten kurtuluşa ermek ve huzur bulmak istiyorsanız, aslınıza, neslinize dönün! Aslınız, nesliniz, yaşanan Müslümanlık değil, Kur’ân’daki İslâm’dır.

MAKALENİN başlığı algısal olarak ilk etapta, zihinsel olarak da ilk bakışta sorunlu görünebilir. Aynı zamanda başlık ironi olarak da algılanabilir ama esasında sorun ciddidir ve ciddiyetle irdelenmesi gerekir.

Hipotez

O zaman hemen söyleyelim ve hipotezimizi ortaya koyalım: “İslâm sorunun kaynağı ve odağı olamaz”. Peki, neden?

Hipotezin testi ve tartışma

Bu hipotezi test etmek, bu yargının doğruluğunu kanıtlamak ve bu sorunun (“Neden?”) cevabını bulabilmek için çok tabiî olarak “İslâmiyet” denilen dînin asıl, öz ve birincil kaynağına müracaat etmek gerekir. Bu kaçınılmaz bir zarûrettir. Tabiatıyla bu kaynak, Kerîm olan Kur’ân’dır.

Âyetleri siyâk ve sibâkından mahrum etmeden ve dahi bağlamından koparmadan, aynı zamanda sebeb-i nüzûlü da göz ardı etmeden bütüncül olarak Kur’ân’a baktığımız zaman, insanın aleyhine tecelli edecek, onu mutsuzluğa ve huzursuzluğa sevk edecek hiçbir hükmün Kur’ân’da yer almadığını görürüz.

Nasıl olsun ki?

Kur’ân en büyük değeri akla, ilme, düşünceye, öğrenmeye, öğretmeye vermiyor mu? En büyük değeri insan onuruna, şerefine, haysiyetine, şahsiyetine vermiyor mu? Kur’ân en büyük değeri emeğe, özgürlüğe, adâlete vermiyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân alabildiğine insanın irâdesine ve insanların tercihine saygı duymuyor mu? Kur’ân alabildiğine hakkı, hukuku, doğruluğu, dürüstlüğü savunmuyor mu? Kur’ân ahlâklı olmayı, erdemli olmayı tavsiye etmiyor mu? Kur’ân insanları birbirine düşüren, aralarını açan, düşmanlıkları körükleyen kötü söz ve dedikoduyu yasaklamıyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân insanların huzurunu bozan, kendisine zarar veren, yuvaları yıkan, toplumsal barışı zedeleyen ve şeytanın pislikleri dediği içki, kumar gibi kötü alışkanlıkları yasaklamıyor mu? Kur’ân kardeşliği, akrabaya sahip çıkmayı, insanlara yardım etmeyi öğütlemiyor mu? Kur’ân fakire fukâraya, garibe gurâbaya, öksüze yetime sahip çıkmayı teşvik etmiyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân çalışmayı, üretmeyi, insanlara faydalı olmayı emretmiyor mu? Kur’ân zamanı iyi değerlendirmeyi, iman etmeyi, sâlih amel işlemeyi emretmiyor mu? Kur’ân söz verince sözünde durmayı, emânete sahip çıkmayı, iyilik yapmayı, infak etmeyi teşvik ve tavsiye etmiyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân insanlar arasında güven bunalımı yaratan yalan söylemeyi, riyâkârlığı, münâfıklığı yasaklamıyor mu? Kur’ân kötü söz söylemeyi, lakap takmayı, insanları aşağılamayı, insanlarla alay etmeyi, insanların şahsiyetlerini rencide edici söz ve eylemleri yasaklamıyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân meşrû zeminlerde mutlu ve huzurlu bir aile yuvası kurarak aile fertlerinin aile içi rol, vazife ve sorumluluklarını adâlet üzere dağıtmıyor mu? Anne ve babalara iyilik ve ihsan üzere davranmayı ve onlara “Öf!” bile dememeyi emretmiyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân adâletle yönetmeyi, istişâre etmeyi, şûrayı yâni ortak aklı esas almayı emretmiyor mu? Kur’ân saltanatı yasaklamıyor mu? Yönetimde ve bilumum işlerde emâneti ehline yâni lâyık olana verilmesini emretmiyor mu?

Nasıl olsun ki?

Kur’ân, “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin. Adâletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Maide, 8; DİB Kur’ân Yolu Meâli) demiyor mu?

Hipotezin doğrulanması

Şüphesiz bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. İnsanların ve toplumların mutluluğu ve huzuru için Kur’ân daha ne söylesin, ne yapsın ki? Bütün bunlara bakıldığı zaman insanların ve toplumların aleyhine olan bir şey görebiliyor musunuz?

Demek ki sorun İslâmiyet’te yâni Kur’ân’da değilmiş. Böylece “İslâm sorunun kaynağı ve odağı olamaz” hipotezimiz test edilerek doğrulanmış oluyor. Ama ortada bir sorun var!

Sorunun kaynağı

“O zaman bu sorun nereden kaynaklanıyor ve İslâm toplumları neden bu durumda?” Sorusu ister istemez karşımıza çıkıyor. Şurası bir gerçekliktir ki, pratikte büyük sorunlarımız ve yaşanan Müslümanlıkta çok büyük açmazlarımız ve çıkmazlarımız vardır. Bunun temel parametreleri ve temel sebebi de Kur’ân’ın deyimiyle Müslümanların Kur’ân’ı “mehcûr (terkedilmiş, kendi hâline bırakılmış)” bırakmış olmalarındandır. Başka bir deyişle, Müslümanların Kur’ân’a rağmen pratikte Kur’ân’sız bir hayat yaşamalarındandır. Bu durumda şöyle bir sonuç ortaya çıkıyor: Demek ki sorunun kaynağı Kur’ân değil, bizâtihî Kur’ân’a kulak vermeyen Müslümanların kendileriymiş.

Nasıl olmasın ki?

Aklı kullanmamak Müslümanlarda. Bilim ve teknoloji üretmemek Müslümanlarda. Zamanı israf etmek Müslümanlarda. Miskinlik, tembellik, yan gelip yatmak Müslümanlarda.

Nasıl olmasın ki?

Mezhep, meşrep, etnik kavgalar Müslümanlarda. Cemaat, tarikat kavgaları Müslümanlarda. Dünyevîleşme tutkusuyla din imparatorluğu kurmak isteyenler Müslümanların içinde. Din tâcirliği yapanlar Müslümanların içinde.

Nasıl olmasın ki?

Kendilerini Mehdi, Mesih, Peygamber, Kâinat İmamı ilân edenler ve bunlara körü körüne inanan yığınlar Müslümanların içinde.

Nasıl olmasın ki?

Gavslar, kutuplar, hazretler, şefaat ederek müritlerini cennete gönderme iddiasında bulunan şeyhler, şeyhleri karşısında meyyitleşmiş (ölüleşmiş diriler) müritler Müslümanların içinde.

Nasıl olmasın ki?

El-Kaide, DEAŞ (IŞİD), Boko Haram, Taliban gibi yapılar hep Müslümanların içinden çıkıyor ve sorun üretenler hep Müslümanların içinde.

Nasıl olmasın ki?

El kesmeler, kol kesmeler, kelle uçurmalar, adam kaçırmalar, şiddet, kadın cinâyetleri, kan dâvaları hep Müslümanların içinde.

Nasıl olmasın ki?

İslâm’a ve Kur’ân’a aykırı olan saltanat sistemleri, krallıklar, prenslikler, diktatöryal yönetimler, baskıcı rejimler hep Müslüman ülkelerde.

Demek ki sorunun kaynağı, hayat kitabı Kur’ân’ı bir türlü hayatına taşıyamayan, bunun yerine hâriçten ilâveler ve ulamalarla dîni tanınamaz ve yaşanamaz hâle getirerek eklektik bir yapıya kavuşturan, son derece sâde ve kolay olan İslâmiyet’i ritüellere ve şekilciliğe boğarak âyinsel ve törensel bir hâle getiren, dîni masallara, hikâyelere, menkıbelere boğarak İslâmiyet’i dönüştüren (!) ve yaşanamaz hâle getirenler, bizâtihî Müslümanların kendileriymiş.

Sonuç

Bütün bu analiz ve mülâhazalardan sonra rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, “İslâm (Kur’ân) sorunun kaynağı değil, bilâkis çözümün kaynağıdır”. Yeter ki özelde Müslümanlar, genelde de insanlar Kur’ân’ın hükümlerine tâbi olsunlar. Çünkü bu hengâmede insanlığın gerçek kurtuluşu ve huzuru bu anlayıştadır.

O zaman ey insanlar, ey Müslümanlar! Gerçekten kurtuluşa ermek ve huzur bulmak istiyorsanız, aslınıza, neslinize dönün! Aslınız, nesliniz, yaşanan Müslümanlık değil, Kur’ân’daki İslâm’dır.