İslâm’ın emri ve tarihimizin bize mîrası

Bizim sorumluluğumuz farklı. Allah bu kutlu millete İslâm’ın başı, ümmetin Halîfesi olma şerefi vermiş… Bu ümmet, bugün garip ve kimsesiz kalmış durumda. Ümmetin mazlumları ve masumları zulüm altında. Mazluma el uzatmak ve masuma kol kanat germek, bize hem dinimizin emri, hem de dedelerimizin mîrası. Bu ümmetin sorumluluğu bizim üzerimizde.

TÜRKİYE’nin uygulamaya soktuğu “açık kapı” politikası sonucu ülkemiz topraklarından ayrılıp Edirne’den Yunanistan’a geçen göçmen sayısı, Mart ayı başı itibari ile (resmî olarak) 150 bine yaklaştı. Resmî olmayan kaçak yollarla (deniz vs.) ayrılanları sayarsanız bu sayının 160 binin üzerine çıktığı düşünülebilir.

Yunanistan mültecilere kapılarını kapattı. Yunanlılar mültecilere insanlık dışı muamelede bulunuyorlar. Yunan güvenlik güçleri ve mülteciler arasında çıkan arbedelerde ölenler ve ciddî biçimde yaralananlar var. Çocuklar ve kadınlar, atılan gaz bombaları yüzünden zarar görüyorlar. Yüz binlerce mülteci sınırda büyük dram bir yaşıyor.

Yunan gâvurluğunu gösterdi, ancak diğer Avrupa ülkeleri için de durum aynı. Tüm Avrupa, mültecilere kapılarını kapattı. Medenî Avrupa, böylece insanlığını, vicdanını, merhametini ve hoşgörüsünü ortaya koymuş oldu(!)…  

Mültecilerin durumunu görünce farklı duygulara ve düşüncelere kapılıyor insan. Bu mültecilerden bazıları, ikinci bir şans peşinde koşan ve kendilerine sadece insanca yaşama imkânı arayan gariban insanlar. Çoluk çocuk perişan vaziyette kendilerine sıcak bir yuva arıyorlar.

Bazıları ise doğdukları topraklarda bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalar ve savaşlar yüzünden yakınlarını kaybetmiş, evleri ve malları yok olmuş, sadece biraz huzur arayan çâresiz insanlar…

Kimileri de sadece macera peşinde koşan, Avrupa’nın o dışarıdan görünen sahte yüzüne kanıp kısa sürede zengin olma hayâlleriyle yola koyulmuş, çoğunluğu genç ve cahil…

Amaçları ve hayâlleri farklı olsa bile hepsi bir “umut” peşinde yaşam mücadelesi veriyorlar.  

Zor bir durum. İbret almak gerek. O insanlara bakıp toprağın, vatanın, bayrağın kıymetini daha iyi idrak ediyor insan.

Katliamdan kaçıp Türkiye’ye sığınan mültecilere kucak açtığı için iktidarı kıyasıya eleştiren ve “Suriyelileri ülkemizde istemiyoruz, bir an önce gitsinler, def olsunlar!” diyen güruh, kapılar açıldığında ise, “Niye gönderiyorsunuz, yazık değil mi zavallılara?” şeklinde tepki göstererek ikiyüzlüce duyar kasmaya başladılar bile.

Ne o mültecilerin dramı, ne o çoluk çocuğun durumu umurlarında. Amaç, sadece iktidarı eleştirmek! Amaç, sadece kirli siyasetlerine malzeme bulmak!

Ülkemizdeki mültecilerin durumu

Ülkemizdeki mültecilerin, özellikle sayıları 4 milyona yaklaşan Suriyeli mültecinin durumu ve geleceği, en çok tartıştığımız konuların başında yer alıyor.

Suriye’deki iç savaş uzadıkça uzadı. Konu Müslümanlar olunca tüm dünya sağır ve dilsiz. Suriyeli kardeşlerimize Türkiye ve kısmen Katar dışında yardım eden başka bir ülke yok. Zaten yanı başımızda yaşanan trajediye sessiz kalamazdık. 4 milyon mülteciye kapılarını açtığı gibi, canıyla, kanıyla bu iç savaşın taraflarından biri oldu Türkiye.

Ülkemizdeki mültecilerin durumu ve gelecekleri, belirsizliğini koruyor. Suriye’de en azından yakın bir tarihte barış görünmüyor. Diyelim ki, çok zor ama kalıcı bir barış sağlandı, dönecekleri şehirleri ve toprakları yerle yeksan edilmiş bu kadar insan, geri döner mi? Veya ne kadarı döner? Sınır kapıları açıldı, ne kadarı gider, ne kadarı kalır, belli değil.

Türkiye, Avrupa’nın mülteciler konusunda geri adım atacağına ve kendisine gerekli desteği vereceğine inanıyor. Mülteciler konusunda başka çâresi de kalmadı. Avrupa’nın Suriye konusunda elini taşın altına koymasının zamanı çoktan geldi de geçiyor. Birkaç ay içinde harekete geçmek zorunda kalacaklar! 

Biz olsaydık…

Katliamdan kaçarak ülkemize sığınan insanlara “hain, korkak, zavallı, alçak” diyerek hakaret edenler var. 4 milyon kişinin içinde milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı insan bulunuyor. Bu insanların tamamına yakını, en yakınlarını bu iç savaşta kaybetmiş; aileler parçalanmış, daha fazla savaş ve kan görmek istemeyen insanlar var.

Ülkemizde pek çok insan şöyle düşünüyor: “Biz olsaydık, kaçmazdık, savaşırdık.” Ve bu düşünceyle Suriyeli mültecilere kızıyor.

Biz olsaydık, evet ben de inanıyorum ki -kanı bozuklar hâriç- pek çoğumuz kaçmaz ve savaşırdı.

Ama buna rağmen bu konuda mültecilere kızmaya, eleştirmeye, tepki göstermeye hakkımız yok.

Neden mi? Çünkü…

Birincisi, bizim karakterimiz farklı. Toprağı anası gören, bayrağı namusu bilen başka bir millet yok. Bağımsızlık ve hürriyet rûhumuzda var. Bir Türk; ezansız, bayraksız ve vatansız yaşayamaz!

İkincisi, bizim misyonumuz farklı. Allah bu millete asırlarca “İlây-ı Kelîmetullah” dâvâsının kutlu sancaktarı olmayı nasip eylemiş. Bu misyon yine bu milletin omuzlarında. Ve inşallah yine bu milletin omuzlarında yükselecek!

Üçüncüsü, bizim sorumluluğumuz farklı. Allah bu kutlu millete İslâm’ın başı, ümmetin Halîfesi olma şerefi vermiş…

Bu ümmet, bugün garip ve kimsesiz kalmış durumda. Ümmetin mazlumları ve masumları zulüm altında. Mazluma el uzatmak ve masuma kol kanat germek, bize hem dinimizin emri, hem de dedelerimizin mîrası. Bu ümmetin sorumluluğu bizim üzerimizde.

Dördüncüsü, başka bir Türkiye yok!

Yani tüm o mazlumlar gibi gidebilecek, sığınabilecek bir yerimiz, başka bir adresimiz yok. Bu ülke, aslında son kale! Bu ülke, zulümden kaçan tüm mazlumların son sığınağı! Bu ülke, tüm garip Müslümanların tek çâresi ve son umudu!

İşte bu yüzden bizim başkalarına kızmaya, şikâyet etmeye, eleştirmeye hakkımız yok!

Biz sadece dinimizin ve tarihimizin bize yüklediği misyonun ve sorumlulukların farkında olalım, hakkın yanında durup bâtıla karşı mücadeleye her koşulda ve şekilde devam edelim…

Göreceksiniz, Rabbimiz kutlu dâvâsının sancaktarı ve tüm o mazlumların sığınağı olan bu millete hak ettiği o şerefi, şânı ve görkemi yeniden verecektir.