İslâm’ın bugünkü meseleleri

Kitaba dönmekten, kalbimizin sesini dinlemekten, çoraklaşan gönüllerimizi bereketli topraklar hâline getirmekten ve her işte Yüceler Yücesine sığınmaktan başka çaremiz var mı? Ne mutlu kafalarını milletin ıstırabıyla yoranlara, çağ üzerimize yürüdüğü zaman sıra dağlar gibi dimdik duranlara ve “Gam mı olurmuş?” müşkülünün cevabını Kur’ân’a soranlara!

ÇAĞIMIZI iyi bilmek mecburiyetindeyiz. Kutlu kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i çok iyi okumalı, içselleştirmeliyiz. Kur’ân’ı hakkıyla okumazsak çağın problemlerine çözüm sunamayız. O muhteşem evrensel kaynağı çağımız insanıyla nasıl buluşturabiliriz? Çağımız insanına İslâm’ı nasıl anlatmalıyız? Sözümüzü nasıl güzel söylemeliyiz ki yüreklerde konaklasın? Ruhumuza, bedenimize öyle bir giyinmeliyiz ki bu yüce ahlâkı, “bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsin”!

Allah Kur’ân’da Müslümanlara zafer ve mutluluk yollarını gösterdiği hâlde neden İslâm ülkeleri hâlâ geri kalmış ülkelerin katarında yer alıyor? Müslümanların üzerine ölü toprağı mı serpildi? Horul horul uyuyan İslâm dünyası nasıl uyandırılabilir? Maddî ve mânevî potansiyeli nasıl harekete geçirilebilir? Bedeni bizim, ruhu başkalarının olan evlâtlarımızı billur suların aktığı pınarla nasıl tanıştırabiliriz? Nasıl et tırnak oluruz onlarla?

Bu sorulara cevap verebilmek için, “İslâm dünyasının karşı karşıya olduğu problemler nelerdir? Bu sıkıntıları nasıl aşabiliriz? Yeni bir medeniyetin kurucuları arasında nasıl yer alabiliriz?” gibi son derece önemli olan soruları da cevaplandırmamız gerekiyor.

Aliya İzzetbegoviç’in “İslâm Deklarasyonu”[i] kitabındaki tespitlerini hatırlamanın tam da zamanıdır şimdi:

“Okumamış, ihmâl edilmiş mutsuz bir anne, Müslüman halkların yeniden doğuşunu başlatacak ve başarılı bir şekilde devam ettirecek oğulları, kızları büyütemez…” (s.189)

“Gencimize İslâm’ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. O, El-Hamra ve geçmişteki fetihleri, binbir gecenin şehri Bağdat, Semerkand ve Kurtuba’daki zengin kütüphaneleri bilir. Tabiî ki geçmiş önemlidir. Ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Hatıralar geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gerekecek galiba…” (s.105)

Tarık bin Ziyad’ın gemileri yaktırmasının sırrı da bu değil mi? Hem muhteşem tarihimizi gözümüz gibi korumalı, hem de mazimizi gölgede bırakacak daha muhteşem bir gelecek hazırlamalıyız.

“Savaş yenilince değil, düşmana benzeyince ve adaletten sapınca kaybedilir” diyen de Aliya idi.

İşte bu konulara kafa yoran çok değerli ilim adamlarımızdan birisi de rahmetli Erol Güngör. 1983 yılında Selçuk Üniversitesi Rektörü iken rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş bulunan Prof. Dr. Erol Güngör, birbirinden önemli eserlere imza atarak bu fâni âlemden gitmeyi başaran bahtiyarlardandır.

Düşünce ufkumuza yeni pencereler açan “İslâm’ın Bugünkü Meseleleri”[ii] isimli kitabın, yayınlandığı tarihten bu yana onlarca baskı yapması anlamlıdır. İlmî ağırlığının yanında temiz bir dil ve akıcı bir üslûpla kaleme alınan bu kitap, yeni kuşaklara da ulaştırılmalı bizce.

“İslâm’ın uyanışı”

İslâm’ı ilk günkü tazeliğiyle gözler önüne serebilmemiz konusunda, “Eğer İslâm bir hayat tarzı ise, onu bazılarının istediği gibi vicdanların gizli köşelerine hapsetmekten kaçınmalıyız” (s.7) der.

Acı gerçeği şöyle vurur yüzümüze: “İslâm’ın bugün uyanışından söz etmek, onun yakın zamanlara kadar derin bir uykuda bulunduğunu kabul etmek demektir.” (s.29)

Umutsuz olmamıza gerek yoktur. Çünkü bizler muhteşem bir medeniyetin vârisleriyiz:

“İslâmiyet, Peygamber ve ilk dört Halife zamanında özellikle mânevî kıymet sistemi olarak büyük bir gelişme ve yayılma gösterdi; sonra Emevî ve Abbasî İmparatorlukları zamanında daha çok siyâsî ve dünyevî kudrete büyük önem verildi ama bu sırada Müslümanlar ilim ve sanatta da çok büyük ilerlemeler göstererek dünyaya örnek bir medeniyet kurdular…” (s.30)

Neden geri kaldık?

Erol Güngör İslâm dünyasının geri kalmışlığını şöyle özetler:

“Eğer geçmiş devirlerde ümmetin mesuliyet mevkiinde bulunanlar İslâm’ın emir ve yasaklarına tam uysalardı, kötü neticelerle karşılaşılmazdı. İslâmiyet birliği ve kardeşliği emrettiği hâlde Müslümanlar birbirleriyle ihtilafa düşmüşlerdir; İslâmiyet ilmi teşvik ettiği hâlde Müslümanlar birbirlerine zulüm ve tagaddi etmişlerdir; İslâmiyet sadelik ve kanaatkârlığı emrettiği hâlde Müslümanlar lüks ve israfa meyletmişlerdir.” (s.30)

Maddî ve mânevî olarak ilerlemenin, geri kalmışlığımızı tarihin çöp sepetine atmanın yolu, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktan geçmiyor mu?

Edebiyat ve din

Edebiyat ve din ilişkisini irdelerken önemli tespitlerde bulunuyor Güngör:

“Hıristiyan dünyasında yazılan eserlerin başlıca referansı Kutsal Kitap idi.” (s.97)

“Batı Hıristiyan kültürünün beslediği eserleri verirken, biz İslâm kültür ve medeniyetine dâhil olduğumuz hâlde o kültür içinde yer alan eserler yaratamamışızdır. Türklerin onuncu asırdan itibaren ortaya çıkardıkları her eseri İslâm kültürü içinde bir yere oturtmak, o kültür içinde izah etmek mümkündür.” (s.100)

Kitapta İslâm dünyasının pek çok meselesi incelenmektedir. Yazar zaman zaman ilginç tarihî belgeleri zikrederek dikkatlerimizi çekmektedir. İslâm diyarında oynanan oyunlara örnek olması bakımından yorumsuz olarak şu cümleleri sizlere aktarmak isterim:

“Cezayir kurtuluşunun lideri ve ilk Cezayir Başkanı Ben Bellâ, anadili olması gereken Arapçayı bilmiyor, Fransızca konuşuyordu. Belki de Cezayirli kurtuluş liderlerinin nutukçu birer sosyalist olarak yetişmelerinde Fransız sol geleneğinin büyük tesiri olmuştur.” (s.123)

“Nitekim Çanakkale muharebesinde bize karşı İngiliz saflarında çarpışan Müslüman sömürge askerleri arasından alınan esirlerin sorgularından çıkan neticeye göre, bu askerler ‘dinsiz İttihatçıların Halife’yi hapsettikleri ve İngilizlerin de Halife’yi kurtarmak için İttihatçılara savaş açtıkları’ propagandasına inandırmışlardı…” (s.140)

Kitaba dönmekten, kalbimizin sesini dinlemekten, çoraklaşan gönüllerimizi bereketli topraklar hâline getirmekten ve her işte Yüceler Yücesine sığınmaktan başka çaremiz var mı?

Ne mutlu kafalarını milletin ıstırabıyla yoranlara, çağ üzerimize yürüdüğü zaman sıra dağlar gibi dimdik duranlara ve “Gam mı olurmuş?” müşkülünün cevabını Kur’ân’a soranlara!

 


[i] İzzetbegoviç, Aliya; (2007) İslâm Deklarasyonu, Fide Yay., İstanbul.

[ii] Güngör, Erol; (1997) İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul.