YILLAR önce
Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’yı görmek nasip olmuştu. İlk gidişim olduğu
için çok heyecanlıydım. Çocukluktan gençliğe geçiş dönemimizin kahramanı Bilge
Kral Aliya İzzetbegoviç’in özgürleştirdiği ve kabrinin bulunduğu şehre gitmenin
heyecanını yaşıyorduk.
Saraybosna
aynı zamanda Fatih’in emânetiydi. Saraybosna’ya gidip de Gazi Hüsrev Bey
Camiî’ne gitmemek mümkün mü?
Kaldığımız
otelden çıkıp hem ikindi namazı, hem de şükür namazı için Gazi Hüsrev Bey Camiî’ne
doğru yürümeye başladım. Yolda karşılaştığım başı örtülü ve başı açık bir grup
kadın, “Selâmünaleyküm” dedi.
Sağıma
soluma baktım, “Acaba bana mı selâm verdiler?” diye düşündüm, evet, bana selâm
vermişlerdi. Çok duygulandım…
Camiye
yaklaştım; önümde yürüyen (yine bazılarının başı açık, bazılarının başı örtülü)
genç kızlar, caminin avlusuna döndüler ve onlar da ikindi namazı için camide
saf tuttular. Namazdan çıkarken aynı tablo çok ilgimi çekti.
Akşam
otele dönünce heyecanımı paylaştım, karşılaştıklarımı anlattım. Bosna-Hersek
Diyanet’i genel sekreteri, tebessüm ederek sohbetimize dâhil oldu, İslâm’ın
engin hoşgörüsünün ve kültürünün Bosna-Hersek’teki günlük yaşamada etkilerini
anlattı.
Daha
sonra genel sekreter, Bosnalı Müslümanların Batı’nın gözü önünde katledildiği
döneme ilişkin çok çarpıcı bir anekdot anlattı.
BM
adına Saraybosna’da görev yapan İskandinav ülkelerinden bir kadın diplomat, “Bizim için en tehlikeli Müslüman
sizlersiniz!” demiş. Bosnalı
Müslümanlar, şaşkınlık içinde İskandinav diplomata “Niçin böyle düşünüyorsunuz?”
diye sormuşlar.
Kadın
diplomatın cevabı dehşet vericiymiş: “Çünkü
siz, bizim anlattığımız Müslüman tipine benzemiyorsunuz!”
Ardından
da eklemiş: “Biz Hıristiyan dünyasına
Müslümanların kaba, barbar, kendilerinden olmayan herkese düşman olduklarını
anlatıyoruz. Ama siz bizi yalancı çıkarıyorsunuz. Siz, anlattığımız kaba,
barbar, hoşgörüsüz Müslüman tasvirine uymuyorsunuz.”
Evet,
Batı yıllarca Müslümanları böyle tasvir ediyor ve bu tasvirlerine uygun Müslüman
yapılar oluşturmak için oldukça gayret ediyor. DAEŞ bu kafanın ürünüdür;
dünyada nam salmış Müslüman görünümlü bütün sapkın tarikat, cemaat ve örgütler de
bu kafanın ürünüdür!
Son
zamanlarda Türkiye’nin gündemi, yeni bir sapkın tarikat şeyhinin sapıklıkları ile
çalkalanıyor. Mal bulmuş Mağribî gibi bu sapkın şeyhin yaptıklarını ballandıra
balladıra anlatıp İslâm’ı ve Müslümanları hedef alan bir başka sapkın kafa ile
karşı karşıyayız.
Aslında
biz bu filmleri çok gördük. Daha Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz, Fadime Şahin
tiyatrosunun sahneleri gözümüzün önünden gitmiş değil!
28
Şubat’ın psikolojik harp ürünü olan bu sahte şeyh ve müritlerinin maskeleri
sonradan düştü ama sapkın severler, çoktan muratlarına ermişlerdi.
Geçmişte
devletin dindar insanlara yaklaşımındaki sakatlık yüzünden türeyen bu
sapkınlar, hâlâ günümüzde nasıl varlıklarını sürdürebiliyor, anlamak, akletmek
mümkün değil!
Bu
sahte şeyhler kimlerdir, bunları kim kayırıyor, kim refere ediyor, parayı/mal
varlığını nereden buluyor, operasyonel zamanda bunları kim piyasaya sürüyor?
Bu
sorular daha da çoğaltılabilir, bunlara cevap bulmak zorundayız. Bu sapkınların
arkasındaki asıl sapkınları bulmak zorundayız. Aksi takdirde dün Ali Kalkancı,
bugün Eyüp Fatih Şağban, yarın bilmem kim…
Şunu
unutmayın: İslâm düşmanları sapkın şeyhleri çok sever. Bu yüzden öylelerinin
varlıklarını sürdürmeleri için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmazlar. Para ise para,
şöhret ise şöhret, reklâm ise reklâm… Her türlü lojistik destek için ellerinden
geleni yaparlar.
Bu sapkınların maskelerini düşürmek, bütün Müslümanlar için İslâm’ın 6’ncı, imanın da 7’nci şartı olarak görülmelidir! Aksi takdirde İslâm’ı ve Müslümanları kaba, barbar ve hoşgörü yoksunu göstermek isteyen modern misyonerlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz!