İslâm dünyasıyla bağlarımız daha da güçlenecektir

Kurtuluş Savaşı bitmedi. Osmanlı'nın çöküşünden bugüne kadar Türkiye'yi tehdit eden etkenler devam ediyor. Bölgemizde barışı ve istikrarı bozarak ekonomik kaynaklarını sömürmek isteyenler hep aynı ülkeler. Cephede kazandığımızı masada kaybetmiş görünsek de bu savaşı biz kazanacağız. Allah Kerim’dir!

BİZLERİ rahat bırakmadılar. Yıllardır insanlık büyük bir zulmet altındadır. Rahat bırakılmayışımızın temel iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi dinî, diğeri de ekonomik nedenlerdir. Bu saiklere etnik yapı da eklenebilir. Ancak dinî yapı, burada rol oynayan en önemli unsurdur. Bir bakıma ekonomik çıkarlar mevzu olduğunda, aynı dine mensup olan ülkeler birleşebiliyorlar. Batı/Haçlı dünyasının birleştiren dinî ve faydacı yaklaşımlarının İslâm ülkelerinde benzer veya birlikte olarak karşı durması ve birleşmesiyse, üzülerek belirtmeliyiz ki bir anlam ifade etmiyor.

İslâm ülkelerinin birlikte hareket edemeyişinin çeşitli saikleri vardır. Bugün İslâm dünyasının pek çok meseleleri vardır. Bazı meseleler ise derinleştikçe derinleşme ve çözüm, içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır.

İslâm ülkelerindeki güç birliğinin önünde önemli meselelerden biri de kültürel erozyondur. Diğerleri mezhep ayrılıkları, mensubiyet duygusu (yani ırkî anlayış ve tutumlar), konjonktürel ve stratejik durumlardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ülkelerin en önemli sorunlarından biri de ekonomik yaptırımlarla, ambargolarla, baskılarla, diplomatik siyasî yollarla yapılan güdümlemelerdir. Son kırk elli yıldır dünyadaki söz sahibi, Batılı ülkelerdir. Batılılar, İslâm ülkeleri üzerindeki baskıların bir sonuç vermemesi durumunda çeşitli entrikalara başvurmaktadırlar. Entrika, Batılı ülkelerin en karakteristik özelliğidir. Bu durumlarda hilelere başvuran ülkelerden farklı bir çıkış yolu da beklenmez.

Bugün, dünden bağımsız değildir. Bugünün şartları biraz da geçmişe bağlıdır. Yenilikler de geleneklerden beslenir. Gelenekleri tam mânâsıyla savunmasalar da… Bugünü iyi okuyabilmek için dünün, yani tarihin derinliklerine bakmak yeterli olacaktır. Tarih içindeki olayların ve etkileşimlerin tekerrür etme ihtimâli daima vardır. Çünkü tarih, gerek ders alanlar için ve gerekse yeniden bir tarih yazabilmek için çok önemli veriler taşır.

Millî kültür, geleceğin teminatıdır

Haftada bir hazırlayıp sunduğum bir radyo programında bir kültür adamını konuk etmiştim. Konumuz, halk kültürü idi. Kültür, başlı başına üzerinde önemle durulması ve her alanı müstakil olarak ele alınması gereken elzem konulardandır. Kültür, “bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının topu” olarak tanımlanmaktadır. Kültürün en önemli ve üzerinde durulması gereken yanı ise kültür değişmeleridir. Kültür değişimlerinin en önemli sebebi de farklı kültürlerden etkilenmelerdir.

Kültürün toplum bilimi açısından da tanımı şöyle: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü…

Teknolojik gelişmeler iyi ve yerinde kullanıldığında faydalıdırlar. Zararlı yönlerini de görmek gerekir. Çağımızda teknoloji, Batı tarafından dünyaya sunulmaktadır. Batı’nın icat ettiği aletler kendi hayatımızın içindedir. Bizleri olumlu olduğu kadar olumsuz da etkilemektedir. Teknolojinin kültürel değerlere yansımaları da bu hâliyle küresel bir saldırıyı akla getirmektedir. Burada yapılması lazın gelen önleyici tedbirleri almak önemlidir.

Ülkemizde, devletimizin bildiği, bizlerin de anlamakta güçlük çekmediği dış güdümlü saldırılar gerçekleşmektedir. Bu saldırıların toplumsal ve bireysel yanı bulunmaktadır. Bireysel de olsa, her hamlenin arkasında güç odaklarının olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında da devam edeceği aşikâr olan banal ve sanal saldırılar karşısında halkın millî bir şuura sahip olması her açıdan önemlidir. Çünkü gerek kültür değişmeleri ve gerekse kökü Batı’ya uzanan içimizdeki hainler ve buna bilerek veya bilmeyerek çanak tutan insanlar bulunmaktadır. Düşmanlarımız doğrudan elde edemediklerini, içeride var olan ve kışkırtıcılık yaparak kalkışabilme ihtimali olan kimseler vasıtasıyla kazanmaya çalışmaktadırlar. Ülkemizde -Allah korusun- bir iç savaş çıkmaz, ama bunun hesabını yapanlar daima vardır. Sadece bu açıdan değil de her mânâdan olmak üzere millî kültür gereklidir.

Ülkemiz üzerine bugüne değin oynanan pek çok oyunlar oldu. Meselâ sözde Ermeni soykırımı, ülkemiz aleyhine oylanan uluslararası bazı tasarılar, ülkemizi bölmek isteyen PKK ve DHKP-C gibi sair teröristleri koruyup kollamalar… Bu gibi hâllerde yaptığımız şeyler protestodan ileri gitmemektedir. Ülke olarak resmî girişimler başlatılsa, diplomatik kanallar işletilse de değişen pek fazla şey olmamaktadır. Ülkemizde kök salmış Yahudi, Amerikan, İngiliz, Alman vs. mallarını bu gibi durumlarda almamak yerine öncelikle dürüst olmalıyız. Kaliteli mallar üretip markalaşmaya önem vermeliyiz. Ekonomisi güçlü bir Türkiye’nin baş edemeyeceği hiçbir şey yoktur. Kendimize güvenmeli ve büyük düşünmeliyiz. Millî kültür ve bu bakımdan millî şuurun oluşması şarttır.

Tarihimize sahip çıkmalıyız

Türk milleti olarak İslâmiyet öncesi ve sonrasına dair büyük bir geçmişimiz vardır. Tarihimiz boyunca hatalarımız, yanlışlarımız da olmuştur. Tarihi yargılamak yerine ders almak, en doğru ve tutarlı yoldur. Kimi İslâm öncesi Türk tarihini, kimi İslâmiyet’in kabul edilişinden sonraki Türk imparatorluklarını benimsemektedir. Selçuklular ve Osmanlı Devleti’ne olan ilgi daha fazla olmasına karşılık, kimileri de kendi geçmişimizi inkâr yoluna gitmekteler. İnkâr üzerine fikir inşa edenler ya millî tarih şuurundan mahrumdurlar ya da hainliklerini sergilemenin hesaplarını yapmaktadırlar.

Tarihimize düşman olanlar, sadece hainler ve gafiller değildirler. Esas Batılılardır. Selçuklular ve Osmanlıların fütuhatında adalet vardır. İlây-ı Kelîmetullah için sefer içre seferler tarihe mâl olmuştur. Bu sebeple ceddimiz, gittikleri her yerde önemli izler bırakmışlardır. Bugün İslâm coğrafyasında, atalarımız çekildikten sonra huzur denen bir şey kalmamıştır. Gözler hep Osmanlı’nın torunlarını arar olmuştur. Fakat ülkemizi yönetenler, bu topraklarda yaşayan ülkelerle olan bağları ya koparmışlar ya da koparma noktasına gelmişlerdir. Son yıllarda İslâm dünyasıyla iyi ilişkiler kurmak üzere girişimlerle diplomatik siyaset gütmenin ne kadar da önemli olduğu ortaya çıkmıştır.

Bizi bize bırakmak istemiyorlar. İçimize hep entrika, fesat tohumları ekiliyor. Millî kimliğimize sahip çıkmalıyız. Bu açıdan Türk insanı Doğu ile Batı arasında bırakılmıştır. Kendi yitiğimizin kendi topraklarımızda olduğunu görmeliyiz. Öze dönmeliyiz. Yönümüz bir yanıyla Doğu, bir yanıyla Batı’ya dönüktür. Batı’nın ilmini, fennini almalıyız. Biz Doğuluyuz. Allah’ımız, Kitabımız, bayrağımız bir! Kendimiz Doğulu gibi yaşamalı, ama Batı’dan geri kalmamak için de daima üretmeliyiz. Batı’dan geri kaldığımız, millî tarih ve kültür şuuruna sahip olmadığımız sürece başımız belâarla olacaktır. Her alanda güçlü olmalıyız. Güçlü olduğumuzda İslâm dünyasının ümidi olan bizlerin ilişkileri daha da iyi olacaktır. Gelecekte İslâm dünyasıyla bağlarımız daha da güçlenecektir. Bugünlerde çekilen sıkıntıları, ülkemizin kurtuluşunun bir doğum sancısı olduğunu düşünmeliyiz. Çünkü Kurtuluş Savaşı bitmedi. Osmanlı'nın çöküşünden bugüne kadar Türkiye'yi tehdit eden etkenler devam ediyor. Bölgemizde barışı ve istikrarı bozarak ekonomik kaynaklarını sömürmek isteyenler hep aynı ülkeler. Cephede kazandığımızı masada kaybetmiş görünsek de bu savaşı biz kazanacağız. Allah Kerim’dir!