BİZLERİ rahat
bırakmadılar. Yıllardır insanlık büyük bir zulmet altındadır. Rahat
bırakılmayışımızın temel iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi dinî, diğeri de
ekonomik nedenlerdir. Bu saiklere etnik yapı da eklenebilir. Ancak dinî yapı,
burada rol oynayan en önemli unsurdur. Bir bakıma ekonomik çıkarlar mevzu
olduğunda, aynı dine mensup olan ülkeler birleşebiliyorlar. Batı/Haçlı dünyasının
birleştiren dinî ve faydacı yaklaşımlarının İslâm ülkelerinde benzer veya
birlikte olarak karşı durması ve birleşmesiyse, üzülerek belirtmeliyiz ki bir
anlam ifade etmiyor.
İslâm
ülkelerinin birlikte hareket edemeyişinin çeşitli saikleri vardır. Bugün İslâm
dünyasının pek çok meseleleri vardır. Bazı meseleler ise derinleştikçe
derinleşme ve çözüm, içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır.
İslâm
ülkelerindeki güç birliğinin önünde önemli meselelerden biri de kültürel erozyondur.
Diğerleri mezhep ayrılıkları, mensubiyet duygusu (yani ırkî anlayış ve tutumlar),
konjonktürel ve stratejik durumlardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ülkelerin
en önemli sorunlarından biri de ekonomik yaptırımlarla, ambargolarla,
baskılarla, diplomatik siyasî yollarla yapılan güdümlemelerdir. Son kırk elli
yıldır dünyadaki söz sahibi, Batılı ülkelerdir. Batılılar, İslâm ülkeleri
üzerindeki baskıların bir sonuç vermemesi durumunda çeşitli entrikalara
başvurmaktadırlar. Entrika, Batılı ülkelerin en karakteristik özelliğidir. Bu durumlarda
hilelere başvuran ülkelerden farklı bir çıkış yolu da beklenmez.
Bugün,
dünden bağımsız değildir. Bugünün şartları biraz da geçmişe bağlıdır.
Yenilikler de geleneklerden beslenir. Gelenekleri tam mânâsıyla savunmasalar da…
Bugünü iyi okuyabilmek için dünün, yani tarihin derinliklerine bakmak yeterli
olacaktır. Tarih içindeki olayların ve etkileşimlerin tekerrür etme ihtimâli
daima vardır. Çünkü tarih, gerek ders alanlar için ve gerekse yeniden bir tarih
yazabilmek için çok önemli veriler taşır.
Millî
kültür, geleceğin teminatıdır
Haftada
bir hazırlayıp sunduğum bir radyo programında bir kültür adamını konuk etmiştim.
Konumuz, halk kültürü idi. Kültür, başlı başına üzerinde önemle durulması ve
her alanı müstakil olarak ele alınması gereken elzem konulardandır. Kültür, “bir
toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü
yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının topu” olarak tanımlanmaktadır. Kültürün
en önemli ve üzerinde durulması gereken yanı ise kültür değişmeleridir. Kültür
değişimlerinin en önemli sebebi de farklı kültürlerden etkilenmelerdir.
Kültürün
toplum bilimi açısından da tanımı şöyle: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci
içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede,
insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların
tümü…
Teknolojik
gelişmeler iyi ve yerinde kullanıldığında faydalıdırlar. Zararlı yönlerini de
görmek gerekir. Çağımızda teknoloji, Batı tarafından dünyaya sunulmaktadır.
Batı’nın icat ettiği aletler kendi hayatımızın içindedir. Bizleri olumlu olduğu
kadar olumsuz da etkilemektedir. Teknolojinin kültürel değerlere yansımaları da
bu hâliyle küresel bir saldırıyı akla getirmektedir. Burada yapılması lazın
gelen önleyici tedbirleri almak önemlidir.
Ülkemizde, devletimizin bildiği, bizlerin de anlamakta güçlük çekmediği dış güdümlü saldırılar gerçekleşmektedir. Bu saldırıların toplumsal ve bireysel yanı bulunmaktadır. Bireysel de olsa, her hamlenin arkasında güç odaklarının olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında da devam edeceği aşikâr olan banal ve sanal saldırılar karşısında halkın millî bir şuura sahip olması her açıdan önemlidir. Çünkü gerek kültür değişmeleri ve gerekse kökü Batı’ya uzanan içimizdeki hainler ve buna bilerek veya bilmeyerek çanak tutan insanlar bulunmaktadır. Düşmanlarımız doğrudan elde edemediklerini, içeride var olan ve kışkırtıcılık yaparak kalkışabilme ihtimali olan kimseler vasıtasıyla kazanmaya çalışmaktadırlar. Ülkemizde -Allah korusun- bir iç savaş çıkmaz, ama bunun hesabını yapanlar daima vardır. Sadece bu açıdan değil de her mânâdan olmak üzere millî kültür gereklidir.
Ülkemiz
üzerine bugüne değin oynanan pek çok oyunlar oldu. Meselâ sözde Ermeni
soykırımı, ülkemiz aleyhine oylanan uluslararası bazı tasarılar, ülkemizi
bölmek isteyen PKK ve DHKP-C gibi sair teröristleri koruyup kollamalar… Bu gibi
hâllerde yaptığımız şeyler protestodan ileri gitmemektedir. Ülke olarak resmî
girişimler başlatılsa, diplomatik kanallar işletilse de değişen pek fazla şey
olmamaktadır. Ülkemizde kök salmış Yahudi, Amerikan, İngiliz, Alman vs.
mallarını bu gibi durumlarda almamak yerine öncelikle dürüst olmalıyız.
Kaliteli mallar üretip markalaşmaya önem vermeliyiz. Ekonomisi güçlü bir
Türkiye’nin baş edemeyeceği hiçbir şey yoktur. Kendimize güvenmeli ve büyük
düşünmeliyiz. Millî kültür ve bu bakımdan millî şuurun oluşması şarttır.
Tarihimize
sahip çıkmalıyız
Türk
milleti olarak İslâmiyet öncesi ve sonrasına dair büyük bir geçmişimiz vardır.
Tarihimiz boyunca hatalarımız, yanlışlarımız da olmuştur. Tarihi yargılamak
yerine ders almak, en doğru ve tutarlı yoldur. Kimi İslâm öncesi Türk tarihini,
kimi İslâmiyet’in kabul edilişinden sonraki Türk imparatorluklarını
benimsemektedir. Selçuklular ve Osmanlı Devleti’ne olan ilgi daha fazla
olmasına karşılık, kimileri de kendi geçmişimizi inkâr yoluna gitmekteler.
İnkâr üzerine fikir inşa edenler ya millî tarih şuurundan mahrumdurlar ya da
hainliklerini sergilemenin hesaplarını yapmaktadırlar.
Tarihimize
düşman olanlar, sadece hainler ve gafiller değildirler. Esas Batılılardır.
Selçuklular ve Osmanlıların fütuhatında adalet vardır. İlây-ı Kelîmetullah için
sefer içre seferler tarihe mâl olmuştur. Bu sebeple ceddimiz, gittikleri her
yerde önemli izler bırakmışlardır. Bugün İslâm coğrafyasında, atalarımız
çekildikten sonra huzur denen bir şey kalmamıştır. Gözler hep Osmanlı’nın
torunlarını arar olmuştur. Fakat ülkemizi yönetenler, bu topraklarda yaşayan
ülkelerle olan bağları ya koparmışlar ya da koparma noktasına gelmişlerdir. Son
yıllarda İslâm dünyasıyla iyi ilişkiler kurmak üzere girişimlerle diplomatik
siyaset gütmenin ne kadar da önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Bizi
bize bırakmak istemiyorlar. İçimize hep entrika, fesat tohumları ekiliyor.
Millî kimliğimize sahip çıkmalıyız. Bu açıdan Türk insanı Doğu ile Batı
arasında bırakılmıştır. Kendi yitiğimizin kendi topraklarımızda olduğunu
görmeliyiz. Öze dönmeliyiz. Yönümüz bir yanıyla Doğu, bir yanıyla Batı’ya dönüktür.
Batı’nın ilmini, fennini almalıyız. Biz Doğuluyuz. Allah’ımız, Kitabımız,
bayrağımız bir! Kendimiz Doğulu gibi yaşamalı, ama Batı’dan geri kalmamak için de
daima üretmeliyiz. Batı’dan geri kaldığımız, millî tarih ve kültür şuuruna
sahip olmadığımız sürece başımız belâarla olacaktır. Her alanda güçlü
olmalıyız. Güçlü olduğumuzda İslâm dünyasının ümidi olan bizlerin ilişkileri
daha da iyi olacaktır. Gelecekte İslâm dünyasıyla bağlarımız daha da
güçlenecektir. Bugünlerde çekilen sıkıntıları, ülkemizin kurtuluşunun bir doğum
sancısı olduğunu düşünmeliyiz. Çünkü Kurtuluş Savaşı bitmedi. Osmanlı'nın
çöküşünden bugüne kadar Türkiye'yi tehdit eden etkenler devam ediyor.
Bölgemizde barışı ve istikrarı bozarak ekonomik kaynaklarını sömürmek
isteyenler hep aynı ülkeler. Cephede kazandığımızı masada kaybetmiş görünsek de
bu savaşı biz kazanacağız. Allah Kerim’dir!