SON yıllarda en çok sözü
edilen ama varlığından kuşku duyulan bir deyim “İslâm Dünyası” olmuştur.
Coğrafî ve tarihî bir ad olarak böyle bir yerin varlığından söz edilebilir.
Bangladeş’ten Fas’a, Tataristan’dan Yemen’e uzanan aralıkta bulunan bölgeyi
“İslâm Dünyası” diye adlandırmak mümkündür. Ancak fiilen böyle bir dünyanın
varlığını kabul ettirecek neden bulmak zordur.
“İslâm Dünyası” adını taşıyan bölge oldukça geniştir. Yeraltı kaynakları
bakımından da dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça zengindir. Üzerinde 1
buçuk milyardan fazla insan yaşamaktadır. Bu zenginliğine ve genişliğine rağmen
dünyanın en fakir bölgelerinden birisidir. Bitip tükenmeyen iç savaşlar
yaşanmaktadır. Hıristiyan Batı dünyasının en çok saldırı ve işgallerine maruz
kalan bölgedir.
İslâm Dünyası neden bu hâle gelmiştir?
Bir görüşe göre halîfe yokluğundan dolayı böyledir. Eğer bir halîfe olsaydı,
şimdi İslâm Dünyası böyle olmazdı. Halîfeliğin kaldırılması bu sonuca yol
açmıştır. Ancak bu görüşün gerçekliği şüphelidir. 1920’lerin başında kendisini
koruyamayan, bu yüzden ailesiyle yurtdışına sürgün edilen halîfe günümüzde var
olsaydı, hangi sorunu çözebilirdi?
İslâm Dünyası’nın yıldızı coğrafî keşiflerle kaymıştı. Ekonomik üstünlük
Batı’ya geçtiği gibi, bilim alanındaki gelişmeler ve Sanayi Devrimi
de Batı Dünyası’nın gücünü tahkim etmişti. Üstünlüğü ele geçiren Batı,
yeni sömürge ve işgallere başladığında İslâm Dünyası’nın kendisini koruyacak hâli
yoktu. Yine de bugüne göre İslâm Dünyası’nın yüz yıl önce daha iyi durumda
olduğu söylenebilir.
***
İslâm Dünyası iç sorunlarını çözemediği gibi dışarıdan kendisine yönelen
saldırı ve işgallere karşı çaresiz ve acizdir. İslâm İşbirliği Teşkilâtı, bu
dünyanın en çok bilinen kuruluşudur. Ancak bu kuruluş İslâm Dünyası’nın en ağır
sorunlarından olan Filistin, Suriye ve Doğu Türkistan meselesi karşısında hiçbir
şey yap(a)mamıştır. Bu teşkilât, Doğu Türkistan ve Suriye hakkında bir toplantı
bile yapamamıştır. Bu teşkilâttan İslâm Dünyası’nın sorunlarına bir çözüm
beklemek beyhudedir.
Her Ramazan ayında/bayramında yaptığı gibi İsrail, Filistin’deki
katliamlarını bu yıl da tekrarlamıştır. Arap ülkelerinin hiçbirisinden
Filistin’i, Gazze’yi korumak için bir girişim ortaya çıkmadı. Arap ülkelerinin
önemli bir kısmı İsrail saldırılarını suskunlukla geçirirken, bir kısmı da
sözde kalan bir kınamayla bu dönemi geçiştirmeye çalıştı. Aynı durum, “İslâm
ülkesi” denilen diğer ülkeler için de büyük ölçüde geçerlidir.
Buna karşılık Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İsrail saldırılarına
karşı Filistin’i koruyacak uluslararası bir barış gücünün gerekliliğinden söz
etti. Böyle bir barış gücü için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)
kararı gerekli görülmektedir. BM’nin bugüne kadar İsrail aleyhine aldığı hiçbir
kararı uygulamadığı gibi, İsrail, Gazze ve Batı Şeria’daki BM görevlilerine
saldırıp onları öldürmüş ve onların kullandığı binaları da yıkmıştır. Bu
saldırılara karşılık BMGK, İsrail’e karşı hiçbir yaptırım uygulamamıştır.
Varlığını İsrail’i korumaya adamış olan ABD’nin veto hakkına sahip olduğu
BMGK’den İsrail saldırılarını engelleyecek bir karar çıkmaz. Çıksa bile, onun
uygulanması ayrıca bir askerî güce ihtiyaç duyacaktır. Orta yerde böyle bir
askerî güç yoktur.
Türkiye’nin bu teklifine karşı Arap ülkeleri sessiz kalmıştır. Yalnızca
Pakistan, Türkiye’nin teklifine destek olacağını açıklamıştır. Oysa Pakistan’ın
coğrafî durumu (uzaklığı) böyle bir müdahale için elverişli değildir.
Filistin’i koruyacak bir askerî müdahale, ancak İsrail’e komşu olan Arap
ülkelerinden (Mısır-Ürdün-Lübnan ve Suriye) veya Akdeniz’den bir çıkarma
yoluyla olabilir. Suriye ve Lübnan fiilen İran işgali altındadır. İran,
İsrail’e karşı Filistin’i korumak için Türkiye’nin askerî müdahale teklifine
destek olmamıştır. Türkiye’yi öne çıkaracak bir askerî müdahaleye İran’ın yanı
sıra Arap ülkelerinin de çoğunluğu muhalefet edecektir. Çünkü Arap sokağında
Türkiye her ne kadar güçlü bir taraftar kitlesine sahip olsa da, Arap sarayları
Türkiye’nin karşısında mevzilenmiştir.
Dolayısı ile İran işgalindeki Suriye ve Lübnan üzerinden bir askerî
müdahale mümkün değildir. Üstelik Suriye’nin işgalcilerinden birisi de
Rusya’dır. Suriye üzerinden Filistin’i korumak için yapılacak bir askerî
müdahaleyi İran kadar Rusya’nın da onaylaması gerekir. Oysa Rusya’nın böyle bir
isteğini gösteren hiçbir işaret yoktur.
***
Filistin konusunda Türkiye’yi öne çıkaracak, İslâm Dünyası’nda Türkiye’ye
saygınlık kazandıracak bir girişime İran rıza göstermez. İran kendi başına
böyle bir müdahalede bulunmaz. İran’ın böyle bir isteği olsaydı, kendisi fiilen
Lübnan ve Suriye işgali nedeniyle İsrail’in komşusu olduğu için şimdiye kadar
müdahalede bulunabilirdi. İran, kendisine bağlı olan Hizbüllah ile de
Filistin’e yardım için İsrail’e müdahale edebilirdi. İran, doğrudan kendisi
müdahale etmediği gibi Hizbüllah aracılığı ile de şimdiye kadar müdahale
etmemiştir.
Mistik çevrelerin dünyada olup her önemli işi “gavs-kutup” diye
adlandırdıkları kişilerin kerametleri ile açıklamasına benzer şekilde,
Filistin’de on binlerin canı pahasına sürdürülen direniş mücadelesini de Fars
taraftarlarının, İran’ın bir başarısı veya Filistin için fedakârlığı diye bir
çeşit keramet gibi propaganda ettikleri bilinmektedir. İran’ın estirdiği, bir
propaganda rüzgârıdır. Ancak bu iddiaları doğrulayacak somut bir bilgi ve işaret
yoktur.
Filistin direnişinin elindeki imkânlar, bir devletin imkânları gibi
değildir. Bir devletin askerî yardımını gösterecek düzeyde hiç değildir.
Filistin’i korumak için İsrail saldırılarına yapılacak bir askerî müdahale,
İsrail komşuları üzerinden yapılamaz. Deniz yoluyla Mısır’a ulaşacak askerî
gücün oradan İsrail’e müdahalesine de Mısır askerî diktatörlüğü izin vermez.
Çünkü İsrail karşısında Mısır’ın aciz kalmasının ardından Mısır toprakları
üzerinden Türkiye gibi bir ülkenin askerî müdahalesi, Mısır yönetimini kendi
halkı nezdinde ve uluslararası kamuoyu önünde perişanlığını açığa çıkarır.
Üstelik Mısır yönetiminin ABD ve İsrail ile olan bağlantıları da Türkiye gibi
bir gücün Mısır üzerinden İsrail’e müdahalesine fırsat vermez.
Türkiye’nin kendisine yardım etmesi muhtemel Pakistan gibi ülkeler ile
Akdeniz’den bir çıkarma yaparak Filistin’i korumaya çalışması ise,
gerçekleşmesi açısından uzak bir ihtimâldir. Çünkü denizden yapılacak bir
askerî hareketin zorlukları çok daha fazladır.
Türkiye fiilen Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’de bir savaş hâli içindeyken
dördüncü bir cepheyi İsrail’e açabilir mi? İsrail’e açılacak bir yeni cephenin
Türkiye için başarı şansı ne kadardır?
Bu tür sorulara olumlu cevap vermek zordur. Savaş, her şeyden önce can ve
mal kaybı demektir. İsrail’e yapılacak bir müdahalede verilecek can kayıpları,
Türkiye için yıkıcı sonuçlara yol açabilir. O can kayıplarını Türkiye Hükûmeti
göze alabilir mi?
İsrail’in saldırılarına karşı yapılan toplantılar, gösteriler ve
katılımcıları bilinçlendirmenin dışında İsrail üzerinde hiçbir caydırıcı etkiye
yol açmaz. Dolayısı ile bu gösterilerin Filistin sorununa bir çözüm
getireceğini beklemek de beyhudedir.
İsrail kurulduğundan beri hemen hemen her ülkede İsrail aleyhine gösteriler
yapılmaktadır. Ancak bu gösteriler ne İsrail saldırılarını, ne de katliamlarını
şimdiye kadar engelleyebilmiştir. İsrail zorbalıkla, katliamla işgalini kalıcı
etmeye ve yayılmaya çalışmaktadır. Dolayısı ile İsrail’i durduracak tek geçerli
yol, askerî yoldur.
“İslâm ülkesi” denilenlerin hepsi, bir iki istisnanın dışında, gizli ve açık
işgal altındadır. İşgal altındaki bu ülkeler ise varlıklarını Batı’ya borçlu
olan Batı ajanları tarafından idare edilmektedirler. Bu ülkelerden İsrail
işgaline karşı ciddî bir askerî müdahale beklemek veya böyle bir askerî
müdahaleye destek beklemek, yalnızca güzel bir hayâldir.
Yakın bir gelecekte Filistin için kurtuluş beklentisi bu yüzden gerçekçi
değildir. Türkiye gibi ülkeler ABD ve İsrail ile olan ilişkilerini keser,
ticarî ve ekonomik ambargo uygular ise, hiç yoktan iyidir. Böylece Filistin’e
geçici de olsa bir nefes aldırılabilir. Kalıcı nihaî çözümü ise, Mısır ve
Suriye gibi ülkelerde gerçekten Filistin için mücadele etmeyi göze alacak yeni
yönetimlerin ortaya çıkışıdır. Bu çıkışa kadar beklemek, tek gerçekçi yol gibi
görünmektedir.
Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini tümüyle
kesmesi, İsrail üzerinde önemli caydırıcı etki yapabilir. Ancak işgal altındaki
Arap ülkelerinden böyle bir iş beklemek, akla uygun bir seçenek değildir.
Türkiye, İsrail ile olan her türlü ilişkisini keserek başlangıç yapabilir.
Diğer Arap ülkelerine de çağrıda bulunabilir. Göstermelik de olsa Arap
ülkelerinin en azından bir kısmının Türkiye’den gelecek bu çağrıya uyması
muhtemeldir.
***
Günümüzde bir İslâm Dünyası yoktur. Böyle bir dünyanın olduğuna dair
beklentilerin içinde olmak da derde deva değildir. Araplar ise Haçlı Seferlerinden
daha kötü durumdadırlar. Her ne kadar Müslümanların ezici çoğunluğunda ortak
duygular ve tepkiler var ise de bunların kısa sürede uygulamaya geçmesi mümkün
değildir. Belki bir iki kuşağın değişmesi, belki bazı ülkelerin yerli mankurt
işgalinden kurtulması gerekecektir.