İNSANLAR dinî
inançlarını yalnız başlarına yaşamakla yetinmezler. Dinî inançlarını,
öğretilerini ve pratiklerini diğer insanlarla birlikte öğrenmek, öğretmek,
yaymak ve uygulamak ihtiyacı duyarlar. Başka bir ifadeyle kişi, dinî inancını
diğer insanlara ulaştırdığı ve onlarla beraber uyguladığı takdirde anlamlı ve
işlevsel bir değerler sistemine sahip olduğunu düşünmektedir.
Dinî bir inanç ve uygulamanın bir
kişiyi aşıp birden çok kişinin ortak inanç ve pratiği hâline geldiği zaman,
dinin sosyal bir yapıya dönüşmesi olarak ifade edebileceğimiz bir süreç
başlamaktadır. Toplumsal düzeyde ortaya çıkan bütün dinî cemaatler, tarikatlar,
gruplar, kültler, hizipler, mezhepler ve fırkalar, tamamen insanî şartların
ürünü olan insanî yapılardır. Dini gerekçelerle ortaya çıkan hiçbir insanî
yapı, İlâhî niteliğe sahip değildir. Hiçbir dinî yapı, kendini insanüstü
gösterip kutsallaştıramaz. Kutsiyet ve ilâhilik, hiçbir insanî yapıya, kişiye
ve gruba atfedilemez.
Cemaat ve tarikatlar, ülkemizin her
tarafında etkin olan, toplumsal, ekonomik, siyasal ve ticarî faaliyetlerde
bulunan karmaşık yapılardır. Tarikatlar ve cemaatleri, tamamen dinî amaçlar doğrultusunda
faaliyetlerde bulunan yapılar olarak algılamak, resmin tamamını görmemek
demektir. Tarikatlar ve cemaatleri tamamen dinî yapılar görmek, ciddî bir
yanılgı olduğu gibi, tarikat ve cemaatleri dinin kendisiyle özdeşleştirmek de
sağlıklı değildir.
Dinî gruplar ile dinin kendisi
aynılaştırılamaz. Din, hiçbir cemaat, tarikat veya grubun kendisi olmadığı
gibi, onların tekelinde de değildir. Dinî grupların sosyal, siyasal, ticarî,
örgütsel, doktrinel ve ekonomik faaliyetlerinin sorgulanması ve eleştirilmesi,
dinin bizzat kendisinin sorgulanması ve tartışılması anlamına gelmemektedir.
Dinî gruplar, tarikatlar ve cemaatler konusunun şimdiye kadar sağlıklı,
nitelikli ve ciddî bir şekilde konuşulup tartışılmamasının belki de en önemli
nedeni budur.
Dinî gruplar, kendilerine dair her
tartışma ve konuşmayı, dinin kendisine yönelik bir saldırı veya reddiye hâline
getirmek sûretiyle, kendilerini bütün tartışmaların ve eleştirilerin üstünde
kutsiyete sahip din olarak konumlandırmışlardır. Bütün insanî yapılar gibi
cemaat, tarikat ve bütün dinî grupların konuşulması, tartışılması ve
eleştirilmesi gerekmektedir. Mevcut durumda dinî cemaat ve grupların
kendilerini konuşmaya, tartışmaya ve eleştirmeye hazır olmadıkları gibi, böyle
bir gelişmenin önünü açmaya da gönüllü olmadıklarını söylemek mümkündür.
Cemaat ve tarikatlar, toplumsal
hayatın her alanında faaliyet göstermelerine ve insanların ilişkilerini her
açıdan etkilemelerine rağmen birer kara kutu olma özelliklerini
korumaktadırlar. Bir tarikat ve cemaat içinde gerçek anlamda ne olup bittiğine
dair sağlıklı bilgi sahibi olmaya imkân yoktur. Toplum, genellikle bir cemaat
veya tarikattan dışarı sızan söylentileri duymaktadır. Cemaat ve tarikatlar
hakkında duyduklarımızın dışında gerçeği öğrenme imkânlarındansa toplum mahrum
durumdadır.
Geniş toplum kesimleri, cemaatler ve
tarikatlar hakkında, ilişkileri herkesin gözü önünde cereyan eden şeffaf ve
açık yapılar şeklinde sağlıklı bir kanaate sahip değildirler. Ancak cemaatler
ve tarikatlar hakkındaki şüphelerini, korkularını ve çekincelerini de fırsat
buldukça ifade etmektedirler.
Cemaat ve tarikatların kapalı
yapıları, ilişkileri, hiyerarşileri ve faaliyetleri, kendileri hakkında toplumda
var olan korkuların, şüphelerin, soruların, sorunların ve çekincelerin
derinleşmesine ve kalıcılaşmasına yol açmaktadır. Kapalı devre faaliyet
gösteriyor olmanınsa, var olma biçimini sürdürmeye imkân vermez. İçinde
bulunduğumuz teknoloji, iletişim ve medya imkânları sayesinde şeffaflık ve
açıklık, olmazsa olmaz bir zorunluluk hâline gelmiştir. Kapalılık ve içe
kapanmacılık ise, toplumsal yapı için olumsuz bir kötülük hâlinin göstergesi
olarak değerlendirilmektedir.
Cemaat ve tarikatlar, toplumdan
saklayacak hiçbir şeyleri olmadığını, kapalı kapılar ardında ne yapıyorlarsa toplum
önünde de onu yaptıklarını ortaya koymak gibi çetin bir meydan okuma ile karşı
karşıyadırlar.
Topluma İslâmî bakış
İslâm, imanda, hayırda ve ahlâkta
gelişmek için insanların bir araya gelmelerini, tanışmalarını ve
yardımlaşmalarını teşvik etmektedir. İslâm, insanların hayra çağıran,
kötülükten men eden topluluklar oluşturmalarını, kişilerin ahlâka uygun hareket
eden doğru kimselerle ilişki kurmalarını, zekât ve namaz gibi ibadetlerin diğer
insanlarla birlikte îfâ edilmesini tavsiye etmektedir (Ali İmran, 104; Tevbe,
119; Bakara, 143). Ayrıca İslâm, bireyin ve toplumun iman, ibadet ve ahlâk
açısından gelişimi için cemiyetlerin ve birlikteliklerin oluşturulmasına önem
vermektedir. İman, ibadet ve ahlâk gelişimine/olgunlaşmasına hizmet edecek faaliyetlerin
gizli ve kapalı olmasına gerek yoktur.
Fıtrat dini olan İslâm’ın iman,
ibadet ve ahlâk öğretisi ve pratiği, şeffaflığı ve açıklığı esas almaktadır. İslâm;
iman, ibadet ve ahlâkta kapalı devre olmayı ikiyüzlülük olarak değerlendirerek,
her türlü ikiyüzlülüğün İslâm ve insanlık dairesi dışında olduğunu ifade
etmektedir. Ahlâk, ibadet ve imanın ötesinde siyasal, ekonomik, ticarî ve
bürokratik hedef ve faaliyetleri olan yapıların kapalı ve gizli örgütlenmeler
oluşturmaları, İslâm’ın insanlar arası ilişkileri güçlendirme ve sahih anlamda
topluluklar oluşturma değeriyle bağdaşmamaktadır.
İslâm, insanlığı hiçbir mürşide
mürit olmaya davet etmemektedir. İslâm’ın aslî mesajı olan Tevhîd, insanlığı
sadece Allah’ı İlâh olarak kabul etmeye, O’na ibadet etmeye, O’nun ahlâklı
kulları olmaya davet etmektedir. İslâm, insanlığı yapay yapıların, otoritelerin,
mürşitlerin, şeyhlerin, Mehdilerin, Mesihlerin, kutupların, gavsların ve daha
birçok değişik sıfat taşıyanların bağımlılığından kurtaran, insanların sadece
Allah’a kul olması gerektiğini söyleyen özgürlük ve fıtrat dinidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah’a kulluk yerine kula kulluğu kutsallaştıran yapıları şu şekilde eleştirmektedir: “Değerli kardeşlerim, bize asla kula kulluk yakışmaz. Allah'tan başka hiçbir güce kul olmadık, olmayacağız. Ne yazık ki, insanoğlunu aldatıp da birilerine farkında olmadan kul olmaya sevk edenler var. ‘Filanca efendi bize şahdamarımızdan daha yakın’ diyenler var. Bize şahdamarından daha yakın olan Allah'tan başka hiçbir güç yok. Bize şahdamarından daha yakın olan, sadece Rabbimizdir! Bunu böyle bileceğiz, böyle inanacağız.”
Kendilerini insanın üstünde
konumlandıran ve kutsallaştıran, kapalı olarak işleyen tarikat ve cemaat
yapıları, kişinin varoluşunu özgürce ve fıtrî olarak geliştirmesini
engelleyerek, kendilerinin dizayn ettiği bir insan tipini kurgulamaya
çalışmaktadırlar. İslâm, Müslüman olmanın mürşitlere mürit veya birtakım
yapılara asker olmak anlamına gelmediğini insanlığa idrak ettirmeye çalışmaktadır.
İman, ibadet ve ahlâk gelişimini sağlamanın dışında insanları birtakım
otoritelere mürit ve asker yapan kapalı devre yapılar, sahih anlamda İslâm’ın
murat ettiği cemiyetler değildirler. İslâm, insanların gerçeklikten
kopmamalarını, akıllarını kullanmalarını ve Kur’ân’dan hidayet kaynağı olarak
yararlanmalarını istemektedir.
İnsanı gerçeklikten koparan, akıl ve
düşünceyi körleştiren, Kur’ân yerine kendi kurucu metinlerini geçiren
yapıların, Kur’ân’ın teşvik ettiği hayra çağırmak ve kötülükten men etmek
şuurundaki topluluklar olmayacakları açıktır.
İslâm ve Kur’ân, otoriter ve kapalı
bir şekilde oluşan ve işleyen cemaat otoriteryanizmi ile feodalizmine karşıdır.
İslâm, hayrı teşvik eden, kötülükten sakındıran, kişilerin özgür iradeleriyle
tanıştıkları ve yardımlaştıkları cemiyet hayatının tesis edilmesini
arzulamaktadır. İslâm, insanlığın kalabalık, güruh, kitle veya klik olmadan
çıkıp sahici anlamda toplum yani cemiyet ve ümmet olmasını istemektedir.
Siyaset, ticaret, eğitim, medya ve iktisat başta olmak üzere birçok yerde güç
ve hâkimiyet alanları devşirmeye çalışan, iman, ibadet ve ahlâkı araçsal olarak
kullanan ve cemaat olduğunu iddia eden yapıların, insanlığın gerçek anlamda
cemiyet ve ümmet olmasına katkıları bulunmamaktadır.
Şekil vermeye çalışmak, sızmak ve
sair arzular
Cemaat, tarikat veya kült tarzı
yapılar, çoğulculuktan ziyade tek tipleştirmeyi esas almaktadırlar. Buna göre
kişi, cemaat ve tarikata göre şekillenip cemaat ve tarikatın potasında
varlığını yok ettikçe erdemli sayılmaktadır. Cemaat ve tarikat, birey ve
toplumu kendisine göre şekillendirmeyi kendisinin doğal hakkı sayarken, bireyin
ve toplumun kendisini etkilemesine, yönlendirmesine ve değiştirmesine ise çoğu
zaman çok sert karşılıklar vermektedir. Başka bir ifadeyle, cemaatçi kolektivizm
açısından kişiye ve topluma göre tarikat ve cemaat olmaz, fakat olması gereken
ise cemaat ve tarikata göre kişinin ve topluluğun şekillenmesidir.
Kişi ve toplumu şekillendirmeyi
kendi doğal hakları ve görevleri kabul eden tarikat ve cemaat yapıları, hakikatin
sadece kendi tekellerinde olduğunu, kendi şekillendirdikleri insanların erdemli
ve kurtuluşa eren kişiler olduklarını vehmetme tutumu içindedirler. Kendi
şekillendirdikleri insanların hakikate sahip olduğu ve kurtuluşa erdiği
vehminden hareket eden tarikat ve cemaatler, siyaset ve bürokrasi dâhil, günlük
hayatın her yerine kendi müritlerini ve mensuplarını yerleştirmeye
çalışmaktadırlar.
Devlete sızma veya devlet
kurumlarını ele geçirme, birçok tarikat ve cemaatte iyileşmez bir saplantı
şeklinde yerleşmiştir. Toplumsal alanda faaliyet gösteren cemaat ve tarikatın,
devletle bütünleştirmek yerine devletten ayrışması yönünde yeni bir zihniyet ve
pratik değişimi içine girmesi, önemli bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Cemaat ve
tarikatlar, günümüzde devlet ve siyasetle radikal bir kopuş durumuyla karşı
karşıyadırlar. Devletten ayrışmayı içselleştiren ve başarabilen tarikat ve
cemaatlerin, imanın, ibadetin ve ahlâkın gelişimi için cemiyetle bütünleşme ve
ilişki kurmanın sahih yollarını bulma arayışı içine girmeleri lâzımdır.
Toplumdaki etkinliklerini siyaset ve
devlette güç elde etmek için kullanan cemaat ve tarikatların, yeni dönemde eski
alışkanlık ve davranışlarını devam ettirmeyeceklerine dair önemli gelişmeler
yaşanmaktadır. Devlet ve siyaset, kendi üstünde bir cemaat ve tarikat
vesayetine izin vermeyeceğinin mesajını her fırsatta vermektedir. Devlet ve
siyasetin içinde veya üstünde vesayet oluşturmak için faaliyet gösteren dinî
veya din dışı yapılara karşı devletin çok sert karşılıklarda bulunacağını
öngörebiliriz.
Yeni dönemde devlet, kendi içinde
veya üstünde güç olmaya çalışan tarikat ve cemaatlere karşı Diyanet İşleri
Başkanlığı’nı güçlendirmeye çalışacaktır. Bundan sonra dinî alanlardaki sözü
cemaat ve tarikatlar değil, Diyanet İşleri Başkanlığı söyleyecektir. Yeni
dönemde devlet ve siyaset üstünde vesayet kurmaktan vazgeçen, Diyanet’in “yerli
ve millî din” söylemiyle çatışmayan yapıların var olma imkânlarının olduğunu
öngörebiliriz.
Cemaat ve tarikatlara karşı toplumda
büyük bir güvensizliğin oluştuğu, toplum için anlamlı değerler ve hizmetler
üretmekte zorlandıkları bir dönemde toplumun geniş kesimlerinde cemaat ve
tarikatların gereksizliğine dair bir kanaatin yaygınlaşmakta olduğu
gözlemlenmektedir. Buna dair yaygın bir sosyal psikolojik atmosferin oluştuğunu,
mevcut şartlarda Diyanet’in dinî alanda söz söyleyen otorite imkânını
yakaladığını söyleyebiliriz.
Cemaat ve tarikatların devlet ve
siyasetle kurdukları iç içe ilişkiler, onları toplumun diri ve dinamik
unsurları olmaktan çıkarma tehlikesiyle yüz yüze bırakmaktadır. Geniş toplumsal
kesimler, cemaat ve tarikatları toplumun sırtında taşınması ağır yükler olarak
görmeye başlamıştır. Tarikat ve cemaatlerin de, toplumda bu yaklaşımın neden
oluştuğu konusunda kendilerini çok ciddî, nitelikli ve derinlikli bir şekilde
sorgulamaları, buna göre kendilerini yenilemeleri ve güncellemeleri gerekmektedir.
Tarikat ve cemaatlerden ibadetin,
siyasetin, devletin ve dinin birlikte çıkacağını iddia etmekse büyük bir
yanılgıdır. Dinî olma iddiasındaki sosyal yapıların, siyaset ve devlet yerine
ibadet ve ahlâka, iktidar yerine imana, çıkar yerine insana yönelmeleri
gerekmektedir. Cemaatin cemaat, devletin devlet olduğu yönündeki açık, net ve
berrak anlayışın içselleştirilmesi lâzımdır. Cemaatin devlet, devletin cemaat
olmaya kalkması durumunda ise ortada ne cemiyet, ne devlet, ne cemaat kalır.
Cemaat ve tarikatların, devlete
sızmak ve siyasette güçlü olmak yerine cemiyette eğitim, sanat, kültür, çevre,
gençlik, medya, iletişim, aile ve insanî yardım alanlarında yapıcı, yenilikçi
ve hayırlı işlerde girişimci olmanın yollarını bulmaları lâzımdır.