İslâm, cemaat ve devlet: İnsan mı, iktidar mı?

İslâm ve Kur’ân, otoriter ve kapalı bir şekilde oluşan ve işleyen cemaat otoriteryanizmi ile feodalizmine karşıdır. İslâm, hayrı teşvik eden, kötülükten sakındıran, kişilerin özgür iradeleriyle tanıştıkları ve yardımlaştıkları cemiyet hayatının tesis edilmesini arzulamaktadır. İslâm, insanlığın kalabalık, güruh, kitle veya klik olmadan çıkıp sahici anlamda toplum yani cemiyet ve ümmet olmasını istemektedir…

İNSANLAR dinî inançlarını yalnız başlarına yaşamakla yetinmezler. Dinî inançlarını, öğretilerini ve pratiklerini diğer insanlarla birlikte öğrenmek, öğretmek, yaymak ve uygulamak ihtiyacı duyarlar. Başka bir ifadeyle kişi, dinî inancını diğer insanlara ulaştırdığı ve onlarla beraber uyguladığı takdirde anlamlı ve işlevsel bir değerler sistemine sahip olduğunu düşünmektedir.

Dinî bir inanç ve uygulamanın bir kişiyi aşıp birden çok kişinin ortak inanç ve pratiği hâline geldiği zaman, dinin sosyal bir yapıya dönüşmesi olarak ifade edebileceğimiz bir süreç başlamaktadır. Toplumsal düzeyde ortaya çıkan bütün dinî cemaatler, tarikatlar, gruplar, kültler, hizipler, mezhepler ve fırkalar, tamamen insanî şartların ürünü olan insanî yapılardır. Dini gerekçelerle ortaya çıkan hiçbir insanî yapı, İlâhî niteliğe sahip değildir. Hiçbir dinî yapı, kendini insanüstü gösterip kutsallaştıramaz. Kutsiyet ve ilâhilik, hiçbir insanî yapıya, kişiye ve gruba atfedilemez.

Cemaat ve tarikatlar, ülkemizin her tarafında etkin olan, toplumsal, ekonomik, siyasal ve ticarî faaliyetlerde bulunan karmaşık yapılardır. Tarikatlar ve cemaatleri, tamamen dinî amaçlar doğrultusunda faaliyetlerde bulunan yapılar olarak algılamak, resmin tamamını görmemek demektir. Tarikatlar ve cemaatleri tamamen dinî yapılar görmek, ciddî bir yanılgı olduğu gibi, tarikat ve cemaatleri dinin kendisiyle özdeşleştirmek de sağlıklı değildir.

Dinî gruplar ile dinin kendisi aynılaştırılamaz. Din, hiçbir cemaat, tarikat veya grubun kendisi olmadığı gibi, onların tekelinde de değildir. Dinî grupların sosyal, siyasal, ticarî, örgütsel, doktrinel ve ekonomik faaliyetlerinin sorgulanması ve eleştirilmesi, dinin bizzat kendisinin sorgulanması ve tartışılması anlamına gelmemektedir. Dinî gruplar, tarikatlar ve cemaatler konusunun şimdiye kadar sağlıklı, nitelikli ve ciddî bir şekilde konuşulup tartışılmamasının belki de en önemli nedeni budur.

Dinî gruplar, kendilerine dair her tartışma ve konuşmayı, dinin kendisine yönelik bir saldırı veya reddiye hâline getirmek sûretiyle, kendilerini bütün tartışmaların ve eleştirilerin üstünde kutsiyete sahip din olarak konumlandırmışlardır. Bütün insanî yapılar gibi cemaat, tarikat ve bütün dinî grupların konuşulması, tartışılması ve eleştirilmesi gerekmektedir. Mevcut durumda dinî cemaat ve grupların kendilerini konuşmaya, tartışmaya ve eleştirmeye hazır olmadıkları gibi, böyle bir gelişmenin önünü açmaya da gönüllü olmadıklarını söylemek mümkündür.

Cemaat ve tarikatlar, toplumsal hayatın her alanında faaliyet göstermelerine ve insanların ilişkilerini her açıdan etkilemelerine rağmen birer kara kutu olma özelliklerini korumaktadırlar. Bir tarikat ve cemaat içinde gerçek anlamda ne olup bittiğine dair sağlıklı bilgi sahibi olmaya imkân yoktur. Toplum, genellikle bir cemaat veya tarikattan dışarı sızan söylentileri duymaktadır. Cemaat ve tarikatlar hakkında duyduklarımızın dışında gerçeği öğrenme imkânlarındansa toplum mahrum durumdadır.

Geniş toplum kesimleri, cemaatler ve tarikatlar hakkında, ilişkileri herkesin gözü önünde cereyan eden şeffaf ve açık yapılar şeklinde sağlıklı bir kanaate sahip değildirler. Ancak cemaatler ve tarikatlar hakkındaki şüphelerini, korkularını ve çekincelerini de fırsat buldukça ifade etmektedirler.

Cemaat ve tarikatların kapalı yapıları, ilişkileri, hiyerarşileri ve faaliyetleri, kendileri hakkında toplumda var olan korkuların, şüphelerin, soruların, sorunların ve çekincelerin derinleşmesine ve kalıcılaşmasına yol açmaktadır. Kapalı devre faaliyet gösteriyor olmanınsa, var olma biçimini sürdürmeye imkân vermez. İçinde bulunduğumuz teknoloji, iletişim ve medya imkânları sayesinde şeffaflık ve açıklık, olmazsa olmaz bir zorunluluk hâline gelmiştir. Kapalılık ve içe kapanmacılık ise, toplumsal yapı için olumsuz bir kötülük hâlinin göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Cemaat ve tarikatlar, toplumdan saklayacak hiçbir şeyleri olmadığını, kapalı kapılar ardında ne yapıyorlarsa toplum önünde de onu yaptıklarını ortaya koymak gibi çetin bir meydan okuma ile karşı karşıyadırlar.

Topluma İslâmî bakış

İslâm, imanda, hayırda ve ahlâkta gelişmek için insanların bir araya gelmelerini, tanışmalarını ve yardımlaşmalarını teşvik etmektedir. İslâm, insanların hayra çağıran, kötülükten men eden topluluklar oluşturmalarını, kişilerin ahlâka uygun hareket eden doğru kimselerle ilişki kurmalarını, zekât ve namaz gibi ibadetlerin diğer insanlarla birlikte îfâ edilmesini tavsiye etmektedir (Ali İmran, 104; Tevbe, 119; Bakara, 143). Ayrıca İslâm, bireyin ve toplumun iman, ibadet ve ahlâk açısından gelişimi için cemiyetlerin ve birlikteliklerin oluşturulmasına önem vermektedir. İman, ibadet ve ahlâk gelişimine/olgunlaşmasına hizmet edecek faaliyetlerin gizli ve kapalı olmasına gerek yoktur.

Fıtrat dini olan İslâm’ın iman, ibadet ve ahlâk öğretisi ve pratiği, şeffaflığı ve açıklığı esas almaktadır. İslâm; iman, ibadet ve ahlâkta kapalı devre olmayı ikiyüzlülük olarak değerlendirerek, her türlü ikiyüzlülüğün İslâm ve insanlık dairesi dışında olduğunu ifade etmektedir. Ahlâk, ibadet ve imanın ötesinde siyasal, ekonomik, ticarî ve bürokratik hedef ve faaliyetleri olan yapıların kapalı ve gizli örgütlenmeler oluşturmaları, İslâm’ın insanlar arası ilişkileri güçlendirme ve sahih anlamda topluluklar oluşturma değeriyle bağdaşmamaktadır.

İslâm, insanlığı hiçbir mürşide mürit olmaya davet etmemektedir. İslâm’ın aslî mesajı olan Tevhîd, insanlığı sadece Allah’ı İlâh olarak kabul etmeye, O’na ibadet etmeye, O’nun ahlâklı kulları olmaya davet etmektedir. İslâm, insanlığı yapay yapıların, otoritelerin, mürşitlerin, şeyhlerin, Mehdilerin, Mesihlerin, kutupların, gavsların ve daha birçok değişik sıfat taşıyanların bağımlılığından kurtaran, insanların sadece Allah’a kul olması gerektiğini söyleyen özgürlük ve fıtrat dinidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Allah’a kulluk yerine kula kulluğu kutsallaştıran yapıları şu şekilde eleştirmektedir: “Değerli kardeşlerim, bize asla kula kulluk yakışmaz. Allah'tan başka hiçbir güce kul olmadık, olmayacağız. Ne yazık ki, insanoğlunu aldatıp da birilerine farkında olmadan kul olmaya sevk edenler var. ‘Filanca efendi bize şahdamarımızdan daha yakın’ diyenler var. Bize şahdamarından daha yakın olan Allah'tan başka hiçbir güç yok. Bize şahdamarından daha yakın olan, sadece Rabbimizdir! Bunu böyle bileceğiz, böyle inanacağız.”


Kendilerini insanın üstünde konumlandıran ve kutsallaştıran, kapalı olarak işleyen tarikat ve cemaat yapıları, kişinin varoluşunu özgürce ve fıtrî olarak geliştirmesini engelleyerek, kendilerinin dizayn ettiği bir insan tipini kurgulamaya çalışmaktadırlar. İslâm, Müslüman olmanın mürşitlere mürit veya birtakım yapılara asker olmak anlamına gelmediğini insanlığa idrak ettirmeye çalışmaktadır. İman, ibadet ve ahlâk gelişimini sağlamanın dışında insanları birtakım otoritelere mürit ve asker yapan kapalı devre yapılar, sahih anlamda İslâm’ın murat ettiği cemiyetler değildirler. İslâm, insanların gerçeklikten kopmamalarını, akıllarını kullanmalarını ve Kur’ân’dan hidayet kaynağı olarak yararlanmalarını istemektedir.

İnsanı gerçeklikten koparan, akıl ve düşünceyi körleştiren, Kur’ân yerine kendi kurucu metinlerini geçiren yapıların, Kur’ân’ın teşvik ettiği hayra çağırmak ve kötülükten men etmek şuurundaki topluluklar olmayacakları açıktır.

İslâm ve Kur’ân, otoriter ve kapalı bir şekilde oluşan ve işleyen cemaat otoriteryanizmi ile feodalizmine karşıdır. İslâm, hayrı teşvik eden, kötülükten sakındıran, kişilerin özgür iradeleriyle tanıştıkları ve yardımlaştıkları cemiyet hayatının tesis edilmesini arzulamaktadır. İslâm, insanlığın kalabalık, güruh, kitle veya klik olmadan çıkıp sahici anlamda toplum yani cemiyet ve ümmet olmasını istemektedir. Siyaset, ticaret, eğitim, medya ve iktisat başta olmak üzere birçok yerde güç ve hâkimiyet alanları devşirmeye çalışan, iman, ibadet ve ahlâkı araçsal olarak kullanan ve cemaat olduğunu iddia eden yapıların, insanlığın gerçek anlamda cemiyet ve ümmet olmasına katkıları bulunmamaktadır.

Şekil vermeye çalışmak, sızmak ve sair arzular

Cemaat, tarikat veya kült tarzı yapılar, çoğulculuktan ziyade tek tipleştirmeyi esas almaktadırlar. Buna göre kişi, cemaat ve tarikata göre şekillenip cemaat ve tarikatın potasında varlığını yok ettikçe erdemli sayılmaktadır. Cemaat ve tarikat, birey ve toplumu kendisine göre şekillendirmeyi kendisinin doğal hakkı sayarken, bireyin ve toplumun kendisini etkilemesine, yönlendirmesine ve değiştirmesine ise çoğu zaman çok sert karşılıklar vermektedir. Başka bir ifadeyle, cemaatçi kolektivizm açısından kişiye ve topluma göre tarikat ve cemaat olmaz, fakat olması gereken ise cemaat ve tarikata göre kişinin ve topluluğun şekillenmesidir.

Kişi ve toplumu şekillendirmeyi kendi doğal hakları ve görevleri kabul eden tarikat ve cemaat yapıları, hakikatin sadece kendi tekellerinde olduğunu, kendi şekillendirdikleri insanların erdemli ve kurtuluşa eren kişiler olduklarını vehmetme tutumu içindedirler. Kendi şekillendirdikleri insanların hakikate sahip olduğu ve kurtuluşa erdiği vehminden hareket eden tarikat ve cemaatler, siyaset ve bürokrasi dâhil, günlük hayatın her yerine kendi müritlerini ve mensuplarını yerleştirmeye çalışmaktadırlar.

Devlete sızma veya devlet kurumlarını ele geçirme, birçok tarikat ve cemaatte iyileşmez bir saplantı şeklinde yerleşmiştir. Toplumsal alanda faaliyet gösteren cemaat ve tarikatın, devletle bütünleştirmek yerine devletten ayrışması yönünde yeni bir zihniyet ve pratik değişimi içine girmesi, önemli bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Cemaat ve tarikatlar, günümüzde devlet ve siyasetle radikal bir kopuş durumuyla karşı karşıyadırlar. Devletten ayrışmayı içselleştiren ve başarabilen tarikat ve cemaatlerin, imanın, ibadetin ve ahlâkın gelişimi için cemiyetle bütünleşme ve ilişki kurmanın sahih yollarını bulma arayışı içine girmeleri lâzımdır.

Toplumdaki etkinliklerini siyaset ve devlette güç elde etmek için kullanan cemaat ve tarikatların, yeni dönemde eski alışkanlık ve davranışlarını devam ettirmeyeceklerine dair önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Devlet ve siyaset, kendi üstünde bir cemaat ve tarikat vesayetine izin vermeyeceğinin mesajını her fırsatta vermektedir. Devlet ve siyasetin içinde veya üstünde vesayet oluşturmak için faaliyet gösteren dinî veya din dışı yapılara karşı devletin çok sert karşılıklarda bulunacağını öngörebiliriz.

Yeni dönemde devlet, kendi içinde veya üstünde güç olmaya çalışan tarikat ve cemaatlere karşı Diyanet İşleri Başkanlığı’nı güçlendirmeye çalışacaktır. Bundan sonra dinî alanlardaki sözü cemaat ve tarikatlar değil, Diyanet İşleri Başkanlığı söyleyecektir. Yeni dönemde devlet ve siyaset üstünde vesayet kurmaktan vazgeçen, Diyanet’in “yerli ve millî din” söylemiyle çatışmayan yapıların var olma imkânlarının olduğunu öngörebiliriz.

Cemaat ve tarikatlara karşı toplumda büyük bir güvensizliğin oluştuğu, toplum için anlamlı değerler ve hizmetler üretmekte zorlandıkları bir dönemde toplumun geniş kesimlerinde cemaat ve tarikatların gereksizliğine dair bir kanaatin yaygınlaşmakta olduğu gözlemlenmektedir. Buna dair yaygın bir sosyal psikolojik atmosferin oluştuğunu, mevcut şartlarda Diyanet’in dinî alanda söz söyleyen otorite imkânını yakaladığını söyleyebiliriz.

Cemaat ve tarikatların devlet ve siyasetle kurdukları iç içe ilişkiler, onları toplumun diri ve dinamik unsurları olmaktan çıkarma tehlikesiyle yüz yüze bırakmaktadır. Geniş toplumsal kesimler, cemaat ve tarikatları toplumun sırtında taşınması ağır yükler olarak görmeye başlamıştır. Tarikat ve cemaatlerin de, toplumda bu yaklaşımın neden oluştuğu konusunda kendilerini çok ciddî, nitelikli ve derinlikli bir şekilde sorgulamaları, buna göre kendilerini yenilemeleri ve güncellemeleri gerekmektedir.

Tarikat ve cemaatlerden ibadetin, siyasetin, devletin ve dinin birlikte çıkacağını iddia etmekse büyük bir yanılgıdır. Dinî olma iddiasındaki sosyal yapıların, siyaset ve devlet yerine ibadet ve ahlâka, iktidar yerine imana, çıkar yerine insana yönelmeleri gerekmektedir. Cemaatin cemaat, devletin devlet olduğu yönündeki açık, net ve berrak anlayışın içselleştirilmesi lâzımdır. Cemaatin devlet, devletin cemaat olmaya kalkması durumunda ise ortada ne cemiyet, ne devlet, ne cemaat kalır.

Cemaat ve tarikatların, devlete sızmak ve siyasette güçlü olmak yerine cemiyette eğitim, sanat, kültür, çevre, gençlik, medya, iletişim, aile ve insanî yardım alanlarında yapıcı, yenilikçi ve hayırlı işlerde girişimci olmanın yollarını bulmaları lâzımdır.