İslâm’a mesafeli olanlar, sözde tarikatların İslâm’a uygunluğunu sorguluyor

Nasıl bir jimnastikçiye “Neden gol yedin?”, manava “Neden bilezik satmıyorsun?”, muhalefet partisine “Neden yol yapmıyorsun?” diye soramıyorsanız, dinle, şeriatla, Kur’ân ve Sünnetle alâkası olmayanlara da “Neden dine aykırı davranıyorsun?” ya da “Sizin dininiz böyle işte!” diyemezsiniz!

“MERDİVEN altı tarikat” ifadesini ilk olarak İsmail Saymaz’dan duydum. Patenti kimdedir bilmem ama benim referansım (maalesef) Saymaz. Çok yerinde bir benzetme olmuş bence.

Bu din meselelerine girmemeye özen gösteririm. Tabiî ki çoğu konuda bir fikrim, hattâ birçoğu ile ilgili bilgim de vardır aslında; ancak din o kadar hassas bir alan ki benim için, bir yanlış yaparsam diye korkarım da konuşamam çoğu zaman. Bilgim, okyanusta damla eder mi bilemem ama bildiğimi uygulamak konusunda da eksiklerim olduğundan hayâ ederim uluorta fikir beyân etmeye…

Hep içerlemişimdir dinî cemaatlerin, tarikatların, şeyhlerin bulaştığı ahlâksızlıkların haberleşme şekline. Geçtiğimiz hafta bir yenisi eklendi bu haberlere. Uşşâkî Tarikatı Şeyhi olduğunu iddia eden ve kendini “Fatih Nurullah” diye tanıtan biri, 12 yaşındaki bir kıza cinsel istismar suçundan tutuklandı. Basına sızan haberlere göre hakkındaki suçlama birden fazla kıza tasallut ettiği yönünde…

Bu kadar kolay mı bir tarikata şeyh olmak? Tarikatlar, cemaatler on binlerce mürit yetiştirirken kaçı bir şeyh olacak bilgiye sahip? Kaçı takvâ üzere yaşıyor?

Bunların hepsi ikincil sorular aslında. Bence asıl soru şu: Kaç tarikat, kaç cemaat gerçekten dini temsil ediyor? Kaçı Allâh yolunda, kaçı Sünnete uyuyor?

Maalesef, Türkiye bir tarikat çöplüğü hâline gelmiş. Yüzyıllar öncesine dayanan bir tarikatın bozularak günümüze gelen kolları, eski ve doğru şeyhlerinin adıyla nüfûz sahibi olabiliyor. Biri kalkıp “Ben Seyyid’im” diyerek kandırabiliyor birilerini. Bir başkası, sözde birkaç mucize göstererek göz boyuyor. Kimi yalandan şifa dağıtarak mürit topluyor etrafına, kimi parayla kuruyor hanedanını.

Hâlbuki bir tarikat kurmak, bir tarikata şeyh olmak o kadar basit olmamalı. Değil de zaten! Buradaki en büyük sorun, işin mürit tarafında. İslâmî cehâletin bir sonucu bugünkü merdiven altı tarikatlar…

“Ne kadar câhil, o kadar tarikat” noktasına gelmişiz son yüz yıl içinde. Kur’ân’ın unutturulduğu, İslâm’ın modernize edildiği, Sünnetin bırakıldığı ve bunların her birinin yerine daha şeytanî ve nefsî figürlerin yerleştirildiği bir dönem geçirdi ülkemiz. Çocukların din eğitimlerinin aile içine sıkıştırıldığı bu dönemde kaç şanslı çocuk vardı acaba İslâm’ı doğru öğrenebilen? Bir şeriat devleti olan Osmanlı’nın sultanları bile şeyhlik iddiasında bulunmayıp birilerinden din dersi almışken, bugünkü şeyh enflasyonunun kalitesinden bahsetmek elbette mümkün değil. Mürit iyi niyetli de olsa eğer câhilse, kendisinin ve dininin şeyh tarafından sömürüldüğünü anlayamaz ve bu sömürünün nimetleri daha çok kişinin hücûmuna uğrar. O zaman da mezheple, Sünnetle, takvâyla, Kur’ân’la alâkası olmayan, adına “tarikat” demekle tarikat olamayacak kurumlar çıkar ortaya.

“ismailaga.org.tr” adresinde 5 Eylül tarihinde yayınlanan “Bir tarikatın bozuk olduğunu nasıl anlarız?” başlıklı makalenin şu bölümleri, bugünkü konumuzu fazlasıyla aydınlatacak nitelikte:

Tasavvuf ve tarikat, şeriata bağlı ve muvafık olduğu müddetçe müstakim ve makbuldür. Tarikat ve hakikati, şeriatın iki hizmetçisidir./ Şeriatın da iki ana kaynağı, Kur’ân ve Sünnettir./ Şeriatın temsilcisi de fıkıhtır. Yoksa şeriat, Kur’ân ve Sünnet gibi kavramları kullanarak birtakım türedi tiplerin nevzuhur fetvaları demek değildir./ Buna göre, tarikat namına yapılan birtakım işler ve insanlara öncülük etme mâkâmındaki kişilerin fiilleri, dört mezhep fıkhının hâricinde kalıyorsa bâtıldır.”

“Tarikat ve cemaat” kavramlarına değil ama böyle bâtıl olanlarına karşıyız elbette. Bunların varlıklarına da, yaptıklarına da karşıyız sonuna kadar!

Ama bizim karşı olmamızla başkalarının karşı olma sebepleri farklı elbette. Birileri sadece İslâm’a vurmak için kullanıyor bu merdiven altı tarikat bozuntularının densizliklerini. Sanki önceki uygulamaları dinle çok bağdaşıyordu da yaptıklarının dine uygun olduğunu iddia ediyorlarmış gibi… Karşı taraftakilerden, “Dindarlar işte böyle!” diyenler, en zararsızları belki de. Zira “İslâm işte böyle!” deme densizliğini gösterenler de var epeyce.

Yâ Hû, kaç tarikata girdin bugüne kadar, kaçını takip ettin, kaçı senin için İslâm’ı yaşamana sebep oldu da yanlış yapanları eleştirme hakkına sahip oluyorsun?

Evet, adına tarikat ya da cemaat diyenlerin birçoğu doğru yolda olamayabilir. Ama sadece adından dolayı da tarikat, cemaat olunmuyor ki kardeşim!

Bir arkadaşım anlatmıştı: Gençliğinde bayram namazına gidiyor. İmam hutbede, “Cuma namazlarında bile bu kadar doldurmuyorsunuz camiyi. Ramazan boyunca oruç tutmayanın, namaz kılmayanın burada ne işi var? Bayram size değil, bize geldi” diyor. Arkadaşımın gittiği son cami, kıldığı son namaz oluyor bu. Maksadını aşan bir hutbe ama mantıksız bir vazgeçiş olarak aklımdadır bu her zaman.

Taciz, usûlsüzlük gibi iddiaların ardından dinden soğuduklarını söyleyenler, arkadaşımın mantıksızlığının mantığından bile uzakta değiller mi? Siz dindar olmaya çalıştınız da bu ahlâksız şeyhler mi çıkardı sizi dinden?

Nasıl bir jimnastikçiye “Neden gol yedin?”, manava “Neden bilezik satmıyorsun?”, muhalefet partisine “Neden yol yapmıyorsun?” diye soramıyorsanız, dinle, şeriatla, Kur’ân ve Sünnetle alâkası olmayanlara da “Neden dine aykırı davranıyorsun?” ya da “Sizin dininiz böyle işte!” diyemezsiniz!