“İşi ehline veriniz” (3)

Yusuf Has Hacib’in şu sözü, konuyu özetler niteliktedir: “Herhangi bir işe girişmek istersen önce istişare et, dilek ve arzularını istişare ile yerine getir.”

TÜRKLER, İslâmiyet öncesi dönemde sürdürdükleri meclis geleneğini İslâmiyet sonrası da yaşatmaya devam etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, hadislerde, önemli kişilerin yazdıkları eserlerde, yeni isimlerle oluşturulan yapılarda ve son olarak da Cumhuriyet ile birlikte gelen yeni sistemin devamında istişarî nitelikteki kurumlara rastlamak mümkündür.

İslâm tarihi, İslâm’ın ana kaynakları Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’in yanında, meşveret emirleri ve uygulamalarına dönük örneklerle doludur. Kur’ân’da şûrâ teşvik edilmiş ve bir sûreye de adını vermiştir. Şûrâ Sûresi’nde geçen bir ayet, Müslümanların kendi aralarında şûrâ ile meselelerini çözmelerini emreder. Bu ayetle Allah, Müslümanlara istişare etmeyi emrederek, onların meselelerini nasıl çözmeleri gerektiğini de göstermektedir.

Âl-i İmran Sûresi’nde de istişarenin vurgulandığını görürüz. Sûreyi incelediğimizde, Hazreti Muhammed’in Şahsında bütün lider ve yönetici vasfı taşıyanlara “İş hususunda onlarla müşavere et” denilir. Hazreti Peygamber’in, arkadaşları ile birlikte Kendisine bağlı kabilelerin temsilcilerinden bir meşveret heyeti kurduğu ve onlarla meşveret etmeden bir şeye karar vermediğini bilmekteyiz.

11’inci yüzyılda Karahanlılar döneminde Yusuf Has Hacib tarafından hükümdara ithafen yazılan “Kutadgu Bilig”, devlet yönetimi ve siyasetin nasıl olması gerektiği ile ilgili önemli nasihatler içerir. Eserde karakterlerin karşılıklı konuşturulması ve görüş alışverişinde bulunmaları istişareye verilen önemi açıkça ortaya koymuştur. Yazar acelecilikten kaçınmayı ve danışmadan karar almamayı öğütler.

Yusuf Has Hacib’in şu sözü, konuyu özetler niteliktedir: “Herhangi bir işe girişmek istersen önce istişare et, dilek ve arzularını istişare ile yerine getir.”

Bunun dışında, İslâmiyet’i kabulle birlikte Türklerin yönetim anlayışını temsil eden “kurultay” ve “toy” kavramlarının zamanla “divan” kavramına dönüştüğünü görürüz. Büyük Selçuklu Devleti’nde merkezî hükümete “Divan-ı Saltanat” denirdi. Tüm devlet meseleleri burada konuşulur ve çözümler üretilirdi. Anadolu Selçuklu Devleti de Büyük Selçuklu Devleti’ni taklit ederek devlet işlerini divan ile yürüttü.

Osmanlı Devleti’nde meclis geleneği olarak işletilen Osmanlı danışma meclislerinde, hükümdarın aile üyelerinden seçtiği danışmanların olduğunu, bunun yanı sıra egemenliğin dinî temelli olduğu düşünüldüğünden dinî danışmanların da varlığını ve dinî niteliği olmayan idarecilerin bu gelenekte yerlerini aldığını bilmekteyiz. Bu kişilerin görevlerinin olduğu meclis yapılarından en bariz ve müşahhas olanı “Divan-ı Hümayun”dur.

Osmanlı Türkleri, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularından miras aldıkları divan geleneğini “Divan-ı Hümayun” ile devam ettirdi. “Divan” kelimesinin -etimolojik kökeni incelendiğinde- Aramiceden  Farsçaya, oradan da Arapçaya girdiğini ve “büyük meclis” anlamına geldiğini görürüz.

Ehliyet, liyakat, adalet

Herhangi bir mülâhazaya kapılmadan şu tavsiyede bulunma haddini kendimizde bulunabiliriz: Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’nu bugünkü ifadelerle söylersek, bu müesseseyi konumlandırabilmek açısından genel anlamda içinden doğduğu sistemi anlamak, dinamiklerine değinmek, ilkelerini bilmek ve yeni oluşumların gerekçelerini kavramakta yarar vardır.

Müslümanlar için farz-ı kifaye olan siyaset, “dünyada ve ülkede olup bitenleri dinin ilke, hüküm ve menfaatleri bakımından takip etmek, alınan kararların ve yapılan icraatın dinin temel değerleri ve hükümleri bakımından neyi getirip neyi götürdüğünü tespit etmek, buna göre gerekli tavır ve tedbirleri almak” şeklinde yürütülecektir. Müslümanın oyu, muvafık veya muhalif tavrı, partinin, katıldığı milletlerarası kurum ve birliklerin kural, ilke ve kararlarına göre şekillenemez, dinin korunmasını istediği değerlere ve uygulanmasını istediği hükümlere göre şekillenir.

Din kuralı, ya vahiy veya vahyin ışığındaki içtihat yoluyla Allah’ın iradesini temsil eder; ona aykırı olan bir başka kural, din kuralının üstüne çıktığı, başka bir otorite Allah ve Resûlünün önüne geçirilerek hâkimiyet kontrolü ele alındığı zaman, bir mânâda ibadet olan itaat alanında şirk gerçekleşmiş olur.

En son arz edeceğimiz kanaati ifade edebilmek için bir misâlle belirtelim…

Bir gazeteci arkadaşımız olan Sayın Alper Tan’ın (müsaadeleriyle) bir önceki seçim için yazdığı ibret dolu hatırlatmadan kısa bir alıntı yapalım. 14 Mayıs 2023 Seçimleri öncesi, “Sandık Öncesi Önemli Hatırlatma” başlıklı yazısında, İmam-ı Şafiî’nin bir sözünü tekrarlamıştı Tan:

“İmam-ı Şafiî’ye sordular: ‘Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız?’ Dedi ki, ‘Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür’. Son derece kritik bir seçime gidiyoruz. İçeride siyâsî ve toplumsal kutuplaşmanın son derece gergin olduğu bir noktadayız. Yurt dışı merkezler, ülke içindekiler kadar yakından takip ediyorlar süreci ve seçim sürecine aşırı derecede müdâhil oldular. Sadece Türkiye vatandaşlarının tuttuğu partiler yok. Ülkelerin tuttukları partiler var. Ve bu ülkeler, Türkiye seçmenlerini kendi tuttukları partilere destek olmaya çağırdılar. Hatta tehdit ettiler.”

İlk çağlarda düşmana taş atılırdı. Sonra ok ve mızrak atıldı. Daha sonra tüfek atıldı, bomba atıldı. Şimdi tivit atılıyor. Artık dışarıdaki düşmanın desteklediği partilere karşı yerli partiye/Cumhur’a giden yolun yolcusuna “oy atmak” vaktidir. Bu vazifeyi ümmet için, millet için ve istikbâl için yapalım.

Refikimiz, Önderimiz Hazreti Muhammed’e (sav) İslâmiyet öncesi verilen sıfatlardan biridir “Emin”. Emin, “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı; başkalarından korkmayan kimse” anlamına gelir. Kaynaklarda belirtildiğine göre, Hazreti Muhammed (asm), Cenab-ı Hakk’ın himayesi sebebiyle Cahiliye Devri’nin yaygın kötülüklerinden hiçbirine bulaşmadan tertemiz büyüdü. Çevresinde en mert, en iyi huylu, en asil, komşuluk haklarını en iyi gözeten, en uysal, en doğru sözlü ve en güvenilir kimse olarak tanındı. Allah-u Teâlâ bütün bu iyi sıfatları O’nda bir arada topladığı için “Muhammedü’l-Emin” lakabı ile meşhur oldu. Yetkili makamlarda bulunan ve bulunacak olanların bu şuurda olmasına duacıyım. Ki duaya devam edelim. Vesselâm…