“İşi ehline veriniz” (1)

Hukuk kurallarını İlâhî irşattan bağımsız olarak insanlar koyarlarsa -insanların kendilerini aşmaları, beşerî kayıtlardan, cemiyet kültür ve değerlerinden etkilenmemeleri mümkün olmadığı için- hakkaniyet ölçüleri ve hak ediş dengeleri bozuk olabilir. Bilgi eksik, ölçü bozuk olunca -düzen, hukuk ve mahkeme bulunsa bile- adalet gerçekleşmez.

“ALLAH size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisâ, 58)

Bugün siyaset genellikle bir partiye intisap etmek suretiyle yapılmakta, partinin menfaat, ilke ve kuralları partililer için bağlayıcı olmaktadır.

İnsanlar yaşadıkları gibi düşünme eğiliminde olduklarından başlangıçta genel ilke ve değerlerle çatışan parti talepleri, mensuplarının vicdanlarını rahatsız ederken giderek bu rahatsızlık da ortadan kalkmakta, partililer tek tip hâline gelmektedir. Dinin bu mânâda bir partinin içine sokulması ve Müslümanın da böyle bir parti anlayışı içinde siyaset yapması caiz değildir.

Parti bir araçtır. Amaç, dinin ve evrensel değerlerin korunmasıdır. Parti bunları değil, bunlar partiyi kontrol etmelidir. Bu kontrolün yapılabilmesi için dinin ve dindarın bir başka siyaset anlayışı ve uygulaması içine yerleşmesi elzemdir. Müslüman milletimizi yakından alâkadar eden ve kimilerine göre başta bulunan başkanı ve iktidarı değiştirmek, kimilerine göre de Müslüman milletimizin ve ona gönül bağlayanların makus talihini değiştirecek bir seçim arefesindeyiz.

Bu seçim, Cumhurbaşkanı ve TBMM’yi meydana getiren milletvekillerinin seçimi. Çoğu yorumcu ve siyaset uzmanınca bu seçim, hayat memat meselesi gibi ifade edilmektedir. Biz bu yazımızda, naçizane, her zaman yaptığımız gibi, Allah-u Teâlâ’nın bize irşat olarak verdiği Kur’ân ışığında, aklın nimeti ve idrakin beşeriyet boyutunun haddini aşmadan bu konuyu inceleyecek ve Risâlet-i Resûlullah’a müracaat edeceğiz.

Her devlet adamının ve idarecinin “serlevha” edeceği bir misalle başlayalım.

Hazreti Peygamber Mekke’yi fethedince, burada Kureyş kabilesinin çeşitli ailelerinde bulunan bazı salâhiyet ve vazifeleri yeniden düzenlemiş, bir kısmını kaldırmıştı. Kaldırmadığı hizmetler arasında Mescid-i Haram ve çevresinin hizmeti ile su işleri vardı. Birinci hizmet Abdüddâroğulları adına Osman Bin Talha’da, ikinci hizmet ise Hâşimoğullarından -aynı zamanda Hazreti Peygamber’in amcası olan- Abbas’ta idi. Hazreti Peygamber, vazifelerle ilgili yeni bir düzenleme yapmak üzere Kâbe’nin anahtarını Osman’dan almıştı. Amcası Abbas, bu hizmetin de kendisine verilmesini talep etti. Bunun üzerine emanet ayeti geldi ve anahtar yine Osman Bin Talha’ya teslim edildi (Müslim, “Hac”, 390).

Burada emanetin yerine getirilmesi, ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi yönündeki emirlerin muhatapları genel olarak bütün insanlar, özel olarak müminler ve daha özel olarak da yöneticiler gibi emanet ve adaletten kamu adına sorumlu olan şahıslar ve topluluklardır.

Tarih boyunca insanların huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet…

Emanetler ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe cemiyette huzur ve saadet bulunmuş, hıyanet ve haksızlıklar ise huzursuzlukların, kavgaların, savaşların, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır.

Emanet, korunması istenen maddî ve manevî değerdir. Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya “emanet” olduğu gibi, devletin hizmet makamları da birer emanettir. İlim, din, antlaşma ve sözleşmeler, komşuluk hakları, aile fertlerinin hakları, hatta sıhhatimiz, sağlıklı bir vücut ve ilâ ahir pek çok şey emanettir. Bütün bunlar korunacak, muhatap ve ilgililerine teslim edilecek, ne maksatla verilmiş ise ona uygun olarak kullanılacaktır.

Hazreti Peygamber, “Münafığın üç belirtisi vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder” (Müslim, “Îmân”, 107-109) buyurarak emanete riayet etmeyenleri münafık vasıflı insanlar olarak tescil etmiştir.

İnsanlar arasında hüküm genellikle bir ihtilaf ve dâvâ hâlinde, haklı olanı haksız olandan ayırmak veya hakkın kime ait olduğunu açıklamak suretiyle gerçekleşir. Adalet, “eşitlik ve dengeyi sağlamak” demektir. Burada eşitlikten maksat, herkese aynı şeyi, aynı vasıf ve miktarda vermek değildir; herkesin hakkını, hak ettiğini, lâyık olduğunu almada eşit olmasıdır; güçlü de olsa haksızın, güçsüz de olsa haklı olan taraf ile hukuk karşısında eşit muamele görmesidir. İnsanların haklarını yiyenler, bunu genellikle kendilerini karşıdakilerden üstün ve güçlü görerek yaparlar. Kamu gücünü zayıf olmasına rağmen haklı olanın yanına koymak, muamelede eşitlik yani adalettir. Adaletin gerçekleşmesi -adil uygulayıcılar yanında- kimin neye lâyık, kimin neyi hak ettiği konusunda doğru, hakkaniyete uygun, dengeli bilgi ve ölçülere sahip olmaya bağlıdır.

Hukuk kuralları ve bağlayıcı mevzuat işte bu bilgi ve ölçüleri vermek için oluşturulur, vazedilir. Hukuk kurallarını İlâhî irşattan bağımsız olarak insanlar koyarlarsa -insanların kendilerini aşmaları, beşerî kayıtlardan, cemiyet kültür ve değerlerinden etkilenmemeleri mümkün olmadığı için- hakkaniyet ölçüleri ve hak ediş dengeleri bozuk olabilir. Bilgi eksik, ölçü bozuk olunca -düzen, hukuk ve mahkeme bulunsa bile- adalet gerçekleşmez.

İnsanı ve kâinatı yaratan Allah, mîzanı da koymuştur. Mîzan, “maddî ve manevî alanlarda denge, hakkaniyet ve adalet ölçüsü” demektir. Hukukla ilgili mîzanın aranıp bulunması bakımından vazgeçilemez kaynak ilgili naslardır (ayet ve hadisler). Ayet ve hadislerin nokta tayini şeklinde açıklamadığı konularda ise fayda (mesâlih), yorum (anlama, beyan), kıyas içtihatları ve örfe başvurulacak, bu yoldan adaleti gerçekleştirecek olan hüküm ve ölçülere ulaşılacaktır.

Hüküm ve ölçüler bulunup bilindikten sonra sıra uygulamaya gelir. Uygulamada adaletin bozulmamasının iki teminatı vardır: İmana dayalı ahlâk ve cemiyetin emanet ve sorumluluk duygusu içinde gerçekleştireceği denetim…

Sağlam hukuk kuralları, ahlâk ve kamu denetiminin bulunduğu yerde adaletin gerçekleşmemesi için bir sebep kalmaz. Buna amir kişilerin şahsında “ehliyet” veya “liyakat” denir.

(Devam edecek…)

 

Temenni: Dr. Mehmet Güneş kardeşimin şairane duası ile, “Hoş geldin ey vahyin nâzil olduğu mübârek Kur’ân ayı! Hoş geldin ey ‘bir ömre bedel bir geceye’ ev sahibi olan gufrân ayı! Hoş geldin ey ‘rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluşa vesile olan’ sınırsız ihsân ayı! Hoş geldin ey günahların hazan mevsimi, sevapların harman ayı! Hoş geldin ey gönülleri nûra doyuran, yüreklere ‘Gül’ kokuları duyuran Ramazan ayı!”…