İşgal altındaki İstanbul’da İttihat ve Terakki
Cemiyeti mensuplarının yargılanması
ÜYELERİNİN çoğunluğunun asker olması, bazı üyelerinin de
azınlıklardan (Ermeni-Rum) seçilmesi ve olağanüstü yetkilere sahip olması
dolayısı ile İstanbul’da kurulan Divan-ı Harb-i Örfî (mahkemesi) sonradan
kurulan darbe mahkemeleri için de pek çok bakımdan örnek teşkil etmiştir.
Ahmet İzzet Paşa hükûmeti zamanında (Kasım 1918),
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) yöneticileri ve bakanları savaş suçlusu
sayılarak, sorgulanmaları için Osmanlı Mebusan Meclisi’nde “Beşinci Şube”
adıyla bir soruşturma/inceleme komisyonu kuruldu. İstanbul’daki İngiliz işgal
kuvvetleri komutanı Amiral Calthorpe de padişaha ve hükûmete baskı yaparak
“savaş ve tehcir suçlusu” saydığı kişilerin bir an önce yargılanmalarını
istedi. Böylece İTC düşmanlarının isteği ile işgalcilerin isteği bir araya
gelmiş, sonunda 21 Kasım 1918’de hükûmet, savaş ve tehcir suçlularının tespit
edilerek tutuklanmaları ve mahkemeye sevkleri için, ikisi gayr-i Müslim olan
beş kişilik “Tetkîk-i Seyyiât” veya “Tahkîk-i Seyyiât Komisyonu” adıyla özel
bir komisyon kurmuştur. Hükûmet bu komisyonun çalışmaları kapsamında taşra
illerine de tahkikat heyetlerinin gönderilmesini kararlaştırmıştır.
30 Kasım 1918’e kadar 150 kişi tutuklanmıştır.
Tutuklanacakların listesini ise işgal kuvvetleri hazırlamıştır.
Kanun-i Esasî’nin 113’üncü maddesine göre, 1909’dan
beri İstanbul’da dem eden Örfî İdare (Sıkıyönetim) ve bir dönem Divan-ı Harb-i
Örfî (Sıkıyönetim Mahkemesi) kurulmuştu. Hükûmet 14 Aralık 1918’de Divan-ı Harb-i
Örfîlerin (DHÖ) yeniden kurulmasını kararlaştırdı. Bu karara bağlı olarak
İstanbul’da emekli Ferik (Korgeneral) Mahmut Hayret Paşa başkanlığında, üyeleri
Emekli Mirliva (Tuğgeneral) Ali Nadir Paşa, Emekli Mirliva Süleymaniyeli
Mustafa (Kürt-Nemrut) Paşa, İstanbul İstinaf Mahkemesinden Şevket ve Artin
Musdiçyan, savcılığa Temyiz Mahkemesinden Nihat Bey, sorgu hâkimliğine
(istantiklik) ise Moiz Zeki, Misak Makaryan, Nazif ve Abdüssamet Efendiler tayin
edilmişti.
Kısa bir süre sonra Ferit Paşa hûkümeti zamanında ise
İstanbul Divan-ı Harb-i Örfî Mahkemesi Başkanlığına Süleymaniyeli (Kürt-Nemrut)
Mustafa Paşa getirilmiştir. Benzeri Divan-i Harb-i Örfî Mahkemeleri kısa sürede
taşra illerinde de kurulmuştur.
İngilizlerin böyle bir mahkemenin kuruluşundan bekledikleri,
kendilerine karşı savaşan İttihatçıları savaş suçlusu saymaları ve Ermeni
tehcirinden onları suçlu görmelerinden dolayı Ermeniler adına İttihatçılardan
intikam alma istekleridir. Mahkemenin gayr-i Müslim üyeleri ise bu intikamın
garantisi olarak görevlendirilmişlerdir. Her ne kadar mahkemenin üyeleri
Osmanlı vatandaşı, mahkemenin kuruluş ve çalışması Osmanlı kanunlarına göre
yapılmış görüntüsü verilmeye çalışılmış ise de burada esas olan, İttihatçıların
mümkün olan en ağır şekilde ve ibret-i âlem için cezalandırılmaları olmuştur.
Mahkemenin faaliyetleri boyunca, mahkeme binası çevresinde işgal kuvvetleri
(İngiliz-Fransız ve İtalyan) nöbet tutmuştur.
Mahkemenin kurulması döneminde Padişah Vahideddin, 23
Kasım 1918’de Londra Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward Price’ye yaptığı
açıklamada, “Ermeniler hakkında reva görülen muameleleri büyük bir üzüntü ile
öğrendiğini, bu çeşit olaylara yol açanların en ağır şekilde cezalandırılmaları
için derhâl inceleme ve araştırma yapılması emrini verdiğini” belirtmiştir.
Aralarında Ziya Gökalp, İsmail Canbulat gibi çok sayıda tanınmış İttihatçının
da olduğu tutuklular, İstanbul’daki Bekirağa Bölüğünde toplanmış, bankadaki
hesaplarına ve taşınmazlarına el konulmuş, daha sonra Malta’ya götürülüp orada
yargılanmışlardır.
“Bekirağa Bölüğü” denilen askerî kışla, aynı zamanda
tutukluların çok ağır işkencelerden geçirildikleri yer olmuştur. İşgal altında
İstanbul’da yapılan yargılamalardan önce bu Bekirağa Bölüğünde yapılan işkenceler
ile İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) mensuplarından öç alınmıştır.
Tevfik Paşa ve Damat Ferit Paşa hükûmetleri ise
tutukluların Malta adasına götürülerek özel bir İngiliz mahkemesinde
yargılanmalarına itiraz etmemiştir. Osmanlı kanunlarına göre suçlu sayıldıkları
için tutuklanmış olanların yine Osmanlı mahkemelerinde yargılanmaları lüzumunu
Osmanlı hükûmetlerinin, işgal nedeniyle sonuç alamasalar bile ısrarcı
olduklarını gösteren bilgiye sahip değiliz. Derin bir teslimiyet içinde
tutukluların Malta’ya götürülmelerini izlemişlerdir.
5 Şubat 1919’da İstanbul Divan-ı Harb-i Örfîsi,
“Yozgat Tehciri” dâvâsının tutukluları; Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, Binbaşı
Tevfik Bey, Feyyaz Ali Bey ve üç polis memurunun yargılamasını yapmaya
başlamıştır. Dâvâ 8 Nisan 1919’da karara bağlanmış, Mehmet Kemal Bey idama
mahkûm edilmiştir. O tarihte, Divan-ı Harb-i Örfî’nin kararları temyiz
edilemezdi. Savunma hakkı ise mahkemenin inisiyatifine bağlı olarak verilir ya
da verilmezdi.
İdam kararı temyiz edilemeden, aceleyle, iki gün sonra
Mehmet Kemal Bey, 10 Nisan 1919’da İstanbul Bayezit Meydanı’nda idam
edilmiştir.
İşgal kuvvetlerinin isteği üzerine yapılan bu
yargılamanın sonunda idam edilen Kemal Bey’in cenazesi ailesine teslim
edilmiştir. Cenaze törenine büyük bir kalabalık katılmıştır. Cenaze üzerine,
“Türklerin büyük şehidi” yazılmıştır.
Damat Ferit Paşa döneminde Divan-ı Harb-i Örfî Başkanlığına
Mustafa (Nemrut-Kürt) Paşa getirilmiş, mahkemeler gizli yapılmaya başlanmış,
sanıkların savunma hakları ellerinden alınmış, birkaç duruşmadan sonra idam
cezası verilenlerden birisi de Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey olmuştur. Mahkeme
heyeti Nusret Bey’e 15 yıllık ağır hapis cezası vermişken, Mahkeme Başkanı
Mustafa Paşa’nın ısrarı, mahkeme üyelerinden birisinin değiştirilmesi ve yeni
aleyhte yalancı şahitlerin temin edilmesinden sonra ceza, idama çevrilmiştir.
Sanık Nusret Bey’in önce 15 yıl ağır hapse, sonra idam cezasına çarptırılması
ve temyiz hakkı verilmeden kararın hemen infaz edilmesinin açığa çıkması
üzerine Mustafa Paşa ve diğer divan üyeleri hakkında dâvâ açılmışken, Padişah Vahideddin,
Mustafa Paşa’yı affetmiştir.
DHÖ yargılamaları, işgalcilerin savaş suçlusu
saydıkları İTC mensuplarını “Ermeni Tehciri suçundan” cezalandırmak ve
Ermenilerin intikamını almak için yapılmıştır. Bunun için İTC’nin siyâsî hasmı
olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF) mensupları, gönüllü olarak işgalcilerin
yanında yer almışlardır. Rum ve Ermeni azınlıkların yanında HİF mensupları da,
başta yalancı şahitlik ve belge temini olmak üzere her türlü yardımı DHÖ’ye
yapmışlardır.
DHÖ yargılamaları görünüşte, adına “mahkeme” denilen
bir heyet tarafından yapılmıştır. Heyetin içinde azınlıklardan (Ermeni-Rum)
kimseler olsa bile çoğunluk Osmanlı tebaası olan Müslümanlardandır. İşte bu
mahkeme heyeti, “muhakeme/yargılama” adını verdikleri işleri yaparken
işgalcilerin hukukuna göre değil ama onların isteği ve gözetimi altında Osmanlı
hukukuna göre yapmıştır. Osmanlı hukukunun pekâlâ işgalcilerin isteğini,
Ermenilerin ve Rumların intikam duygularını tatmin edecek şekilde
kullanabileceklerini göstermişlerdir.
DHÖ’nün
belirgin özellikleri
Savunma hakkı mahkeme heyetini insafına, takdirine
bağlıdır. Sanıkların temyiz hakkı yoktur. DHÖ kararları bir gün arayla ve halka
açık bir şekilde Bayezit Meydanı’nda infaz edilmiştir. Mahkeme yargılaması
halka açık değilken kararların infazı halka açık yapılmıştır.
DHÖ’de yargılanan şahısları işgalciler tespit
etmiştir. O isimleri yakalayıp yargılamak ise Osmanlı idaresine bir görev
olarak verilmiştir. İşgal altındaki Osmanlı Hükûmeti ise işgalcilerin bu
isteklerine “Hayır!” deme imkânına sahip değildir.
İşgalci İngiliz birlikleri komutanı Amiral Calthorpe,
Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’yı, “İngiltere Hükûmeti, Ermeni tehcirinde
görev alanları ve İngiliz esirlerine kötü davrananları cezalandırmaya
kararlıdır” diye açıkça tehdit etmiştir. Her ne kadar savaş suçlusu sayılan İTC
mensuplarının cezalandırılması için HİF’liler ve DHÖ Başkanı Mustafa Paşa gönüllü
olsa da bütün yargılamalar Amiral Calthorpe’nin söz konusu tehdidi altında
gerçekleşmiştir.
Evet, DHÖ görünüşte Osmanlı hukukuna göre kararlarını
almıştır ama bu kararların İngiliz tehdidi ve baskısından dolayı alındığı
açıktır. Ermenilerin ve Rumların yanında yer alan HİF, DHÖ yargılamamalarını,
İTC’den intikam almanın bahanesi olarak görmüş, düşman bildikleri İTC’den
kurtulmanın bir fırsatı saymıştır.
DHÖ yargılamaları, aslında İTC’lilerin
yargılanmasıdır. Azınlıklara ve işgalcilere göre İTC idaresi, “tehcir/sürgün,
taktil/katliam, ihtikâr/vurgunculuk ve isyan” demektir. Bu yüzden yargılanan
İTC’liler bu terimler ile suçlanmışlardır.
DHÖ heyeti, işgalcilere yaranma, onların takdirini
kazanma gibi isteklerin sahibi olsa da kendi iradeleri ile hareket
etmediklerini, Başkan Mustafa Paşa’nın, “İşgal altında çalışan bir Divan-ı
Harb, vicdanından ziyade hisleriyle hareket eder. Bu bize yukarıdan gelen
emirdir” şeklindeki itirafı ile açıklamışlardır.
Ancak yine de idam edilen Kemal ve Nusret Beylerin
cenazeleri ailelerine teslim edilmiştir. İşgal altındaki İstanbul’da
kalabalığın cenaze için toplanmasına ve cenazeyi kaldırmasına müdahale
edilmemiştir.
Kaynakça
Ali Fuat
Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK, Ankara 2010.
A. Emin Yalman,
Yakın tarihte Gördüklerim ve İşittiklerim 1,İstanbul 1997.
Bilal N. Şimşir,
Malta Sürgünleri, Ankara 1995.
Celal Bayar,
Ben’de Yazdım, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2019.
Sina Akşin,
İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İş Bankası yayınları, İstanbul 2010.
Osman Köksal,
“Tarihsel Süreci İçinde Bir Özel Yargı Organı Olarak Divan-ı Harb-i Örfiler
1877-1922”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996,
Basılmamış Doktora Tezi.
Memleket, Sabah,
Tasvir-i Efkâr, Vakit gazeteleri.