İs’ar kültürünün somut hâli olarak vakıflar

Medeniyetimizin en önemli hususu, vakıf ve vakfetmektir. Vakıf kültürü, başta Osmanlı şehri olmak üzere, Osmanlı günlük yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde medeniyetimizin ulaştığı her yerde haşmetle bizi karşılayan yapılar, bu durumu geçmişten günümüze taşımaktadır.

VAKIF ya da vakfetmek, farklı tanımlarda ifade edilmektedir. Vakfın genel kabul görmüş tanımı, “kişinin taşınır veya taşınmaz bir malını, rızay-ı Bârî (Allah rızası) ve insanlık sevgisi amacıyla şahsî mülkiyetinden çıkarıp kamunun istifadesine sunması” şeklindedir. Burada calib-i dikkat olan husus, vakfetmenin özünün Allah rızasını kazanmak olduğudur. Vakfetmek, Allah rızasını kazanmak için malından vazgeçmektir.

Vakıf, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara merhamet, şefkat ve sevginin müesseseleşmiş şeklidir. Vakfedilen mallar; Allah'a adanan ve bu nedenle temlik ve temellükten men edilen emvaldir. Buradaki amaç; yaratılan her şeye, Allah için şefkat ve merhametle yaklaşabilmek ve ona hizmet sunmaktır. Vakfetmenin kaynağı, Kur’ân-ı Kerim’in Bakara Sûresi’nin, “Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak ederler” şeklindeki üçüncü ayet-i kerîmesidir. Nitekim İslâm toplumunda ilk vakıf örneği, “Yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündekiler de size merhamet etsin” buyuran Hazreti Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi vessellem) tarafından, Medîne’de sahibi bulunduğu yedi hurmalık ile Fedek ve Hayber hurmalıklarından Kendi hissesine düşeni vakfetmesi suretiyle gerçekleştirilmişlerdir.

Vakfetmek, Hazreti Peygamberimizin (sav), “Kişi öldüğü vakit üç sayfası hariç, amel defteri kapanır. Açık kalan amel sayfalarından biri sadaka-i cariyedir; diğeri, insanların faydalanacağı bir ilimdir. Üçüncüsü de kendisine dua eden hayırlı bir evlattır” şeklindeki sözlerinde yer alan “sadaka-i cariye” hükmünü icra etmektir. Çünkü sadaka-i cariye, Allah rızası için hizmet veren bir eser bırakmaktır.

Vakfetmek, “infak etmek” demektir. İnfak etmek, Hazreti Peygamberimizin (sav), Hazreti Bilâl’e (radiyallahu anh), “Ya Bilâl, infak et! İnfak etmekle Arş’ın Sahibinin senin malını azaltacağından korkma” şeklindeki emrini yerini getirmektir.

Medeniyetimizin en temel parametresi vakıftır. Bizim medeniyetimiz, vakıf medeniyetidir. Hizmetçi kızlara kurulan vakıfların yanında yaralı kuşlara, hasta hayvanlara dahi vakıf kurulmuştur. Bu medeniyet içinde sadece insanlar için değil, tüm canlılar için hizmet sunulmuştur. Vakıf kültürünün daha iyi anlaşılması için bunlardan bazılarını vakfiyeleri ile birlikte yazalım…

Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1470 tarihli vakfiyesinden: “Yatağa düşmüş, evine doktor getirme imkânı olmayan hastalara başvurmaları hâlinde doktor gönderilmesi, hastanede ölenlerin cenaze masraflarını karşılamak üzere her gün beş akçe bir fonda biriktirilmesi, imârete gelen misafirler, görevliler tarafından güler yüzle karşılanıp, misafir olarak kalmak isteyenler üç günden çok olmamak üzere misafir edilip yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması, imâretten, dul kalmış saliha hanımlar için yemek verilip namus ve iffetlerinin muhafaza edilmesi…”

Sultan Üçüncü Murad Han’ın annesi Nurbanu Valide Sultan’ın 1582 tarihli vakfiyesinden: “Hastanede görev yapacak hastabakıcı, temizlikçi, bekçi gibi görevlilerin yanında, hastalara namaz kıldırabilecek bir imam tayin edilmesi ve bu imama yardımcı olacak, namaz vakitlerinde hoş seda ile ezan okuyup insanları Allah’a ibadete çağıracak bir müezzin tayin edilmesi, kendini bilmez kişilerin duvarları karalayıp kirletmesini engellemek ve yapılan karalamaları silmek için bir görevli tayin edilmesi; Cuma, bayram ve mübârek gecelerde imârette her gün pişirilen yemeğe ilâve olarak çeşidi bol yemekler pişirilip yoksullara dağıtılması ve yoksul-zengin ayırmaksızın imârete gelen misafirlere yedirilmesi…”

Sivas Daru’r-Reha Vakfı’nın 1851 tarihli vakfiyesinden: “Hastalık ve benzeri afet ve olaylar nedeni ile geçim sıkıntısına düşerek ihtiyaç ve zaruret içinde bulunan yoksulların, yetimlerin ve dul hanımların ihtiyaçlarının giderilmesi...”

Amasya Ahmet Efendi Bin Hasan Vakfı’nın 1731 tarihli vakfiyesinden: “Her sene Receb ayında 24 kilo helva pişirilip yarısı Gök Medrese önünde, diğer yarısı da Halifet Gazi Medresesi önünde fakirlere dağıtılması…”

Kara Çelebizâde Mehmet Efendi Vakfı’nın 1617 tarihli vakfiyesinden: “Ramazan Bayramı’nda yetim, Müslüman çocuklara mevsim şartlarına göre elbise ve ayakkabı satın alınıp giydirilmesi…”

Abdullah oğlu Sinan Paşa Vakfı’nın (618/1 No’lu defterin 29’uncu sayfa, 7’nci sırasında kayıtlı olan) 1511 tarihli vakfiyesinden: “Hana gelen tüccardan başka misafirlere duruma göre bal, peynir ve pekmez ikram edilmesi, akşam vakti tüccar ve diğer misafirler için yemek verilmesi, kış günlerinde bir gün buğday çorbası, bir gün bulgur pilavı ve diğer bir gün de tarhana pişirilmesi; handa misafir olanlara odun verilmesi, yaz mevsiminde hana gelen misafirlere ise bir gün buğday çorbası, bir gün ürün çorbası ve uygun mevsimlik sebze yemekleri pişirilmesi; handa misafirler için yaklaşık 40 kiloluk ekmek pişirilmesi, Cuma ve bayram gecelerinde ekşili çorba ile biberli ürün aşı, Regaip, Berat ve Kadir Gecelerinde helva pişirilmesi; halkın ileri gelenleri, âlimler ve eşraftan misafirler için senede yaklaşık 350 kilo sadeyağ sarf edilmesi…”

Manisa Çakıroğlu Mehmet Bin Hasan Bin Mehmet Vakfı’nın (602 numaralı defterin 114’üncü sayfasında kayıtlı olan) 1908 tarihli vakfiyesinden: “İlköğretim okullarına ders kitapları alınıp adı geçen köyün fakir, küçük öğrencilerine verilmesi, bu okulda okuyan yetim çocukların yiyecek ihtiyacının karşılanması, bayram arefelerinde bu okulda okuyan yetim çocukların giydirilmesi...”

Ödemiş Mürselli Hacı İbrahim Ağa Vakfı’nın (1610 no’lu defterin 244’üncü sayfa, 276’ncı sırasında kayıtlı olan) 1912 tarihli vakfiyesinden: “Haziran ayı başından Ağustos ayı sonuna kadar yaptırdığı sebile yetecek kadar kar konulup Allah’ın kullarının istifade etmesinin sağlanması, Ödemiş Hapishanesinde mahpus bulananlara her hafta birer yük kar verilmesi, Ödemiş’te bulunan Yeni Cami-i Şerifi etrafında yaşayan leyleklerin yiyecekleri için yıllık 100 kuruş harcanması…”

Vakıf ve vakfetmek bunlardan ibaret değil elbette. Bugün hâlâ ayakta olan camilerden çeşmelere, askerî kışlalardan hastanelere, iş hanlarından çarşılara, hanlardan hamamlara ve kervansaraylara kadar uzanan geniş bir çizgide vakfetmenin kutsal hâlini görmek mümkündür.

Medeniyetimizin en önemli hususu, vakıf ve vakfetmektir. Vakıf kültürü, başta Osmanlı şehri olmak üzere, Osmanlı günlük yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde medeniyetimizin ulaştığı her yerde haşmetle bizi karşılayan yapılar, bu durumu geçmişten günümüze taşımaktadır.

Vakfın özünü, İkinci Mahmud’un yaptırdığı İstanbul Eminönü-Bahçekapı’daki Hamidiye İmâreti’nin kapısı üzerinde yazılı olan şu küçük kitabe ya da hitabede görmek mümkündür: “Biz sizi Allah için doyuruyoruz. Sizden ne mükâfat ve ne de teşekkür bekliyoruz.”

İnsanlardan bir şey beklemeden, sadece ve sadece Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için insanlara hizmet etmek, irfanî geleneğin gereğidir. Velhâsılıkelâm, vakıf, is’ar kültürünün somut hâlinden başka bir şey değildir.