İrtica

AK Parti iktidarının Askerî Okullara Giriş Yönetmeliğinde yaptığı minik değişiklik yeterli değildir. Doğrudan askerî okullardaki eğitim felsefesi ve müfredatını değiştirmez ise, bu okullar CHP’nin arka bahçesi olmaya ve yeni darbe heveslileri yetiştirmeye devam edecektir. Artık Hükûmet’in ulaşım, altyapı, sağlık ve enerji gibi alanlarda yaptığı atılımların bir benzerini de eğitim alanında yapması kaçınılmaz bir görevdir.

SÖZLÜK anlamı “gericilik, geriye dönüş taraftarı” olan irtica kavramının siyâsî tartışmalar içinde uzun bir geçmişi vardır. 31 Mart Olayı’ndan sonra (13 Nisan 1919) İttihat ve Terakki Cemiyeti, kendi iktidarına muhalefet etmeyi “irtica”, muhalefet edenleri de “mürteci” diye adlandırmıştı. İttihatçılar kendilerini meşrutiyetle aynileştirmişler ve bütün muhaliflerini de meşrutiyet öncesi zamana dönmeyi isteyenler diye suçlamıştı.

31 Mart isyancıları her ne kadar İttihatçılara karşı nefretlerini “Şeriattan sapma var” sloganı ile örtmüş iseler de dönemin şartları içinde İttihatçılar şeriata karşı olduklarını hiçbir zaman ilân etmemiştirler. Meşrutiyete karşı mutlakıyet taraftarlığı ile suçlanmış olan isyancılar da muhalefetlerini İttihatçı iktidarı ile sınırlı tutmuş, doğrudan meşrutiyete, Meclis’e muhalefet etmemişlerdir.

Millî Mücadele dönemi, püriten bir İslâmî söylem ile yürütülmüştür. Dönemin yöneticilerinin jargonunda irtica/lâiklik gibi kavramlar hiç olmamıştır. Buna rağmen çok sonradan bazı akıldaneler lâikliği kurucu ilke saymışlardır.

29 Nisan 1920’de vatana ihanet suçu hakkında çıkarılan kanunda, “Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine yönelik sözlü, yazılı, eylemli muhalefet ve fesatlık”, vatan hainliği sayılmıştır. Aynı kanunda Şeyh Said İsyanı’ndan sonra yapılan değişiklikle birlikte “dini ve mukaddesatı siyâsî amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kurmak” da vatan hainliği sayılmıştır.

Vatan hainliği hakkındaki bu kanunda yapılan değişiklik her ne kadar isyan şartlarında çıkarılmış ise de yine irtica kavramına yer verilmemiştir. Ancak CHP’nin mutlakıyetinde terimlerin içeriği önemli ölçüde değişmiştir. Osmanlı yönetim biçimi doğrudan İslâmî yönetim kabul edilmiş ve bu, “irtica” diye adlandırılmıştır.

Din ve mukaddesat “yalnızca siyâsî amaçlara esas ve alet ittihaz” edilen bir istismar manzumesi olarak görülmüş ve CHP’nin tekelinde sayılmıştır. CHP yönetimince 1924’te hazırlanmış olan anayasada TBMM’nin görevi “şeriat kurallarını uygulamak” olarak açıklanmış ve “Devletin dini İslâm’dır” denilmiştir. Günümüzde aynı maddelerin kapsamı, aynı CHP tarafından irtica diye adlandırılmaktadır. Dolayısı ile eski, yeni CHP jargonunda irtica, doğrudan İslâm demektir.

İslâm’ı siyâsî amaçlara esas ve alet ittihaz etme hakkı ve ayrıcalığı da sadece CHP’ye aittir. CHP’nin dışında başka bir parti benzeri işi yaparsa “vatan hainliği” suçu işlemiş olur.

Bütün askerî darbeler irticaya karşı olarak yapılmıştır. Darbecilerin irtica dedikleri, her çeşit İslâmî faaliyettir. Bu faaliyetleri yürütenler Osmanlı idaresine benzer bir yapıyı kurmak iddiasında olmasalar bile çalışmaları irtica sayılmıştır. 17-24 Nisan günleri arasında bir dönem “Kutlu Doğum Haftası” adıyla yapılan Hazreti Muhammed’i anma programları, 2008’de dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından irtica sayılmış ve bir gece vakti hükûmete internet üzerinden muhtıra yayınlaması “e-muhtıra” diye adlandırılmıştır.

Kemalist jargonda İslâm, geri kalmak ve yoksul olmanı temelidir ve İslâmiyet, Türklere bir şey kazandırmadığı gibi Araplaşmalarına yol açmıştır. Dolayısı ile baskı altında tutulması icap eden bir iç tehdit, bir iç düşmandır.

Son günlerin siyâsî tartışma konusu, askerî okullara girecek öğrenciler hakkındaki yönetmelikte yer alan “irtica” maddesinin çıkarılması ibretliktir. Çünkü irtica denilen suç, kanunlarda yoktur. Şimdiye kadar kanunsuz bir suç olarak mahkeme heyetlerinin keyfî tutumuna göre hüküm verdiği ucu açık ve tanımsız bir kavramdır. Ancak irticayı önlemek için yapılanlar, bize irticanın tarifini de, kendisini de İslâm olarak göstermiştir.

Çünkü yakın zamana kadar askerî bir okula müracaat eden öğrenciler, müracaat formuna hem annelerinin, hem de babalarının fotoğrafını yapıştırmak zorundaydılar. Böylece babanın sakallı, annenin ise başörtülü olup olmadığı tespit edilirdi. İslâmî faaliyetlerin içinde olan ailelerin çocukları askerî okullara giremedikleri gibi, herhangi bir şekilde girmiş olanlarsa “irticaî faaliyetlerde bulunmak” suçundan YAŞ kararı ile ordudan atılırdı. YAŞ kararları idarî yargıya kapalı olduğundan, ordudan atılanlar yargı yoluyla bile olsa haklarını arayamazlardı.

Elbette bu uygulamalar temel evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Çünkü suç bireysel olduğu hâlde, anne babanın işlediği iddia edilen suçtan (!) dolayı çocuk cezalandırılır ve ordudan atılırdı. Ordu mensupları böylece toplum içinden azınlık bir kesimden seçilirdi.

Ordudan emekli olanların ezici çoğunluğu bu yüzden CHP’li olurdu. Emekli generaller törenle CHP’ye katılırdı. Farklı görüşleri olan bir general ancak istisna türünden ve nadirattan duyulurdu.

Oysa başka ülkelerin ordusunda böyle tek renk, tek görüş örneği bulmak zordur. Türkiye gibi tek parti döneminin şartlarından/hegemonyasından çıkamamış ülkelerde görülen bir durumdur bu.

Normal olarak başka kurumlarda görülen fikrî farklılıkların ordu içinde de olması kaçınılmazdır. Kurulduğundan beri hiçbir seçim kazanamamış olan CHP görüşleri ile sınırlı bir ordu yönetimi, millet çoğunluğuna karşı mevzilenmiş/hazırlanmıştır ve bunun dışında başka bir şey değildir.

Ordu içinde tek rengin, tek görüşün mutlakıyet kuralları içinde egemen olması, ordudaki eğitim düzeninin de bir sonucudur. Çünkü özel şartlar içinde seçilerek alınan öğrencilerin millete, ülkeye sadakati esas alan bir eğitim felsefesi yerine yalnızca Kemal Paşa’ya bağlılığı esas alması, varlığını ona armağan etmesi, Kemal Paşa’dan farklı olanları düşman bilmesi gibi telkinlerin sonunda, emekliliğini CHP ile geçiren örnekleri ortaya çıkmıştır.

Askerî okullarda eğitimini alanlar için vatan da, millet de, geçmiş ve gelecek de Kemal Paşa’dır. Her kim ona muhalefet etmiş, hatta etmeyi tasarlamış ise haindir. Dolayısı ile bir kişiyi vatan sayma, bir kişiyi millet sayma gibi dünyada benzeri görülemeyecek eğitim felsefesine göre hazırlanmış olan ordu mensuplarının, seçilmiş sivilleri potansiyel suçlu, hatta vatan haini olarak görmeleri yalnızca bir sonuçtur.

Türkiye’deki askerî darbelerin çokluğunu yalnızca iktidara hevesli bazı ihtiraslı generallerin işleri olarak bilmek hatalı ve yetersizdir. Evet, darbeci generallerin fazladan ülkeyi yönetme ihtirasları olabilir, ancak yetiştirilme tarzlarının, aldıkları eğitimin ve yaptıklarının yanlarına kâr kalması, hesabının sorulamamış olmasının da bu sonuçta önemli bir payı vardır.

Üstelik yüz yıl öncesinin şartlarında hiçbir seçime girmemiş, hiçbir seçim kazanamamış ve dolayısı ile milleti temsil etme yetkisi ve hakkı olmayan bir kişinin, bir partinin koyduğu kuralların ilelebet değiştirilemezliğini iddia etmek, millet egemenliğine karşı işlenen bir suçtur.

Adı üstünde, Askerî Okullara Giriş Yönetmeliğinde, kanunlarda yeri olmayan hayâlî/fantezi bir suça göndermede bulunan irtica kavramı çıkarıldığı için tepki gösterenler, aslında İslâm’a karşı duydukları kin ve düşmanlığı bir kere daha ilân etmiş oldular.

Ülkeyi yönetmek, gerektiğinde savaş ve barış kararları almak, kanun çıkarmak, hatta anayasa hazırlamak gibi yetkileri olan, halkın çoğunluğunun seçtiği bir iktidar, darbeciler tarafından çıkarılmış bir yönetmelik maddesini değiştirebilir mi, değiştiremez mi? İşte son günlerde heyecanla tartışılan konu, bundan başka bir şey değildir!

İrtica kavramının siyâset içinde kazandığı anlam itibarı ile geçmişe duyulan bağlılık, özlem ve ona dönme isteği olduğundan dolayı CHP, bir irtica odağı durumuna gelmiştir. Millete rağmen CHP ilkelerine göre tanzim edilen idarî yapının hiçbir değişime uğramadan sürdürülmesinde ısrar eden CHP, siyâsetin müzmin muhafazakârı durumuna gelmiştir. Çünkü CHP, geçen yüzyılda sahiplendiği takıntılarını herkesin kabul etmesini beklemektedir. O takıntılara eyvallahı olmayanları “iç düşman” yahut “kurucu değerlere karşı suçlu” saymaktadır.

Geçen yüzyılda bu halka yaşatılmış olan tek partili, tek adamlı, seçimsiz, muhalefetsiz ve özgür basını olmayan bir Türkiye, CHP’nin hayâlidir. Bu yüzden CHP gericiliğin, geriye dönüşün odağıdır. CHP seçkinleri için bütün kötülüklerin başlangıcı 1950’dir. Çünkü bu tarihte iktidar, özgür seçimlerin sonunda el değiştirmiştir. Böylece başlayan millet egemenliği, yetmiş yıldan beri CHP için bitmeyen bir kâbustur.

Ancak AK Parti iktidarının Askerî Okullara Giriş Yönetmeliğinde yaptığı minik değişiklik yeterli değildir. Doğrudan askerî okullardaki eğitim felsefesi ve müfredatını değiştirmez ise, bu okullar CHP’nin arka bahçesi olmaya ve yeni darbe heveslileri yetiştirmeye devam edecektir. Artık Hükûmet’in ulaşım, altyapı, sağlık ve enerji gibi alanlarda yaptığı atılımların bir benzerini de eğitim alanında yapması kaçınılmaz bir görevdir.