Irklar ve bölgelere dair genelleştirmeler

Her insan başlı başına birer mucizedir, muhteremdir, özeldir. İnsanı kategori, genelleme ve önyargılara kurban etmeden sevmek, saymak ve dinlemek lazım. “Kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi”dir insan. Hepimiz aynı güneşin ve aynı gökyüzünün altındayız. Hepimiz aynı cennete sevdalıyız. Ve hepimiz aynı İlahî rızanın peşindeyiz!

İNSAN grupları hakkında yaptığımız genellemeler zihnimizi donuklaştırmakta, olayları anlamamızı ve düşüncemizi anlatmamızı zorlaştırmakta, ilgili topluluklarla iletişimimizi de engellemektedir. Irklar, dinler, mezhepler, cemaatler, hemşerilik aidiyetleri, meslek grupları gibi topluluklar hakkındaki genel kanaatler, çoğunlukla objektif bilgiye veya bilimsel analize dayanmaktan çok, basit gözlemler, kulaktan dolma bilgiler veya yaşanmışlıkların etkisiyle oluşmaktadır.

Kaldı ki, sosyal olaylar dışındaki fizik, kimya ve benzeri alandaki bilimsel genellemelerin bile normal hayat şartlarında aynen gerçekleşmesi her zaman mümkün değildir. Mesela suyun 100 derecede kaynaması bilimsel bir genellemedir. Ancak yüz derecede kaynayacak özellikteki su yaşamımızda pek yer almaz; ayrıca suyun kaynama derecesini etkileyen basınç gibi başka faktörler de vardır.

Üstelik “insan” gerçekten çok girifttir; onun için insan toplulukları hakkında genellemeler yaparken, yanılma ve haksızlık yapma riskimizin yüksek olduğunun farkında olmalıyız.

Genellemeler, bazen de iletişimsizlikten kaynaklanmakta ve kulaktan dolma dedikodularla şekillenmektedir. “Trakyalılar şöyledir”, “Karadenizlilerin şöyle huyları vardır” veya “Doğulular şöyle davranırlar” diye inanan bir kişi, yargıda bulunduğu bölgeye ait herkesi fabrikadan çıkmış standart bir ürün gibi düşünmekte, herkesin aynı huy, davranış ve düşüncede olduğuna inanmaktadır.

İletişimsizlikten kaynaklanan yanlış genellemelere kendi hayatımdan örnek verebilirim. Balkan göçmeni olan Trakyalı bir ailenin damadıyım. Kız istemeye gittiğimizde müstakbel kayınpederim ve kayınvalidem bizi makul şekilde karşılamış olsalar da eşimin sülalesinde benimle ilgili birtakım tereddütler vardı. Çünkü onların tabiriyle “Sakarya’nın ötesi”ndendim, Sinoplu idim. Sülalede Kırklarelili, Balıkesirli ve Afyonlu dışında kimse yoktu, hepsi de geçen asırda Bulgaristan’dan göç etmişlerdi.

Nişan yüzüğünün takılmasından sonraki görüşmelerde onları üzmemeye özen göstererek “Sakarya’nın ötesi” ile ilgili ne düşündüklerini sordum. “Sakarya’nın ötesi Kürt veya Laz idi” onlara göre. Bunları duyuca sohbet tadında bir konuşmayla Sinoplu olduğumu, Kürt ya da Laz değil, Türk olduğumu anlattıktan sonra insanları Kürt, Türk, Laz, Çerkez ya da Trakyalı, Karadenizli, Doğulu gibi ayırmanın doğru olmayacağını da anlattım. “Haklısın be damat” deseler de tereddütleri sürüyordu. Bunları kayınvalide ve üç kız kardeşinin olduğu kalabalık bir gruba anlatmıştım. Sülale, kendi çevresi dışından henüz ne gelin almış, ne de de kız vermişti, uzaktan ilk damatları bendim. Konuşmamın sonunu şöyle bağladım: “İnşallah damatlarınız ve gelinleriniz Sakarya’nın, hatta Sinop’un da ötesinden olur!” Şaşırdılar, duaya “Âmin” demediler; ama tuhaf karşılamakla birlikte olumsuz bir ifade de kullanmadılar. Zaman içerisinde benim Sinoplu ailem ile eşimin Balıkesir-Kırklareli karışımı Trakyalı göçmen ailesi iyice birbirlerini sevdiler, kaynaştılar.

Hikâyenin sonunu merak ediyorsanız, onu da aktarayım. Benden sonra sülale Rizeli, Kastamonulu, Artvinli ve Bulgaristan göçmeni olmak üzere 4 gelin ile 2 Giresunlu ve 1 Trabzonlu damadı geniş aile halkasına dâhil etti. Şimdi hepsi mutlu ve huzurlu...

Anlattığım hikâye, genellemelerin en zararsızını ve kolay çözülenini anlatıyor. Keşke tüm önyargılar bu kadar kolay çözülebiliyor olsa. Çünkü keskin inanç ve yargılara dayanan öyle genellemeler var ki onları çözmek gerçekten çok zor. Çözülemez önyargılar bazen öyle kavgalara, kırgınlıklara ve düşmanlıklara yol açıyor ki hiçbir gözyaşı ve nedamet sözcüğü, olanları engellemeye ve sonuçlarını telafi etmeye yetmiyor.

Her insan başlı başına birer mucizedir, muhteremdir, özeldir. İnsanı kategori, genelleme ve önyargılara kurban etmeden sevmek, saymak ve dinlemek lazım. “Kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi”dir insan. Sonuçta hepimiz Âdem Babamız ve Havva Anamızın çocuklarıyız. Hepimiz aynı güneşin ve aynı gökyüzünün altındayız. Hepimiz aynı cennete sevdalıyız. Ve hepimiz aynı İlahî rızanın peşindeyiz!