
GÜNDEMLE ve güncelle alâkadar kalem oynatmaktan pek hazzetmem. Bu bir başkaldırı da değil üstelik. Bu, kalemi ve satırları mecburi bir kalıba sığdırmama tepisi. Bir yandan da kaleme gündemi ne kadar yamamaya çalışsam da o bildiği yolda, kendi gönlünce bir anlama düşmeye yeminli.
Fakat şimdilerde gündemin aklını çelen mevzu benim de, kalemimin de sürekli harlanan dertler bohçasında mevcut olduğundan, bu haftaki yazımı gündemle senkronize bir anlama teslim etmekte bir beis görmüyorum. Zira kitap olup okunmaya hevesli romanımın da temel motifi bu ve benzer meallere hizmet ediyor.
Irkçılık, toplumların mayasını bozan, iç huzuru bina eden bütün unsurları çürüten ve güven, merhamet, dostluk gibi hayatî alışverişleri kalplerden azleden bir atmosfer atığıdır. Atmosferi kirleten, solunan havayı zehirleyen bir kalp kiridir. Irkçılıkla zift kaplayan kalpler, insanın iç organlarına sirayet eden bu zehri nefes alıp verme yoluyla atmosfere bırakırlar. Atmosferde hava akımıyla yol alan bu zehir, başka ciğerler tarafından solunarak kişiden kişiye aktarılagelirler.
Irk üstünlüğüne inanmak ve bu yolla başka ırkları hor görmek, onları kendine lâyık bulduğu gönenç seviyesine lâyık görmemek dehşet verici bir kalp karalığı olmasının yanında son derece yazık ve komik bir hâl.
Çünkü insan illâ övünecek ve kendini övebildiği nispette başkalarını ezip geçecek bir sapkınlık içindeyse bu bile ancak kişinin gayret yoluyla eriştiği birtakım özelliklerle olabilir. İnsanın gayretle, emekle veya doğuştan gelen kabiliyetleri doğru yönlerde kullanıma sunmakla elde ettiği kendini övme ve kendini değerli görme acziyeti bile son derece nefsanî ve egoist bir yaklaşımken, olayın başından sonuna kadar hiçbir dahli bulunmadığı ırk aidiyeti üzerinden övgü ve sövgü malzemesi çıkarması, -en hafif tabiriyle- akıl geriliğinin belirtisi gibi duruyor.
Bir ırka mensup olmak kişinin huzur membaı olabilir, insan bayrağını ve vatanını can gibi sever -ki bu da hilkat gereğidir ve iman meyvesidir- fakat bu bir hamd sebebiyken, bir başka topluluğa ve ırka hor bakmak, sahibine hürmetsizliktir; aklî ve kalbî gerekçelere de dayandırılamaz. İnsanın kendine yakın bulduğu topluluklar ve milletler de olabilir elbette. Kültürel temaslar, tarihî süreçlerde kurulan birlikler, coğrafyanın giydirdiği karakteristik benzerlikler ve bazen de farklılıklar ile şahsî özenti ya da özlem duyumu gibi amiller, bir topluluğa ve ırka daha yakın duruşu mümkün kılabilir. Ama insanın en dar alandaki insanî alışverişlerinde de olduğu üzere sevmek alanı ne kadar geniş ve hudutsuzsa, nefret ve kin alanı bir o kadar dardır.
Fakat yine de hissedişler, buyruk ve fermanlarla var edilemez şeniyeti üzerinden hareket edersek, nefret ve kin duygusunun da sınır tutmaz bir hürriyette olduğunu varsayarsak dahi eyleme geçişinde insanî ve vicdanî bariyerler ile hak ve hukuka riayet mecburiyeti ve dinî hususlara bağlılık gibi pek çok sınırlandırıcı vardır. Evvelâ doğru hissedişe bir büyüteç ardından bakmalı ki hissedişlerin eyleme geçişleri bazen bir lahzalık zaman dilimine sığdığından, eylemin durdurulması kısmını ikinci plânda değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Kalbe düşen ne varsa eylem ihtimâli taşır. Kalp atışı sadece kan pompalama vazifesini ifade eden bir hareket olarak da düşünülmemeli. Çünkü kalp, üzerinde gezinen, içinde belli bir yoğunluğa ulaşan ve odalarına sığmakta zorlanan her bir hissedişi eylem karakteriyle dışa atacaktır.
Irkçılık bir ırka aidiyet ve ait olunan ırkı sevmek, sahiplenmek ile tefsir edilemez. Irkçılık, küme dahlindekileri sevmeyi bile gerek şart kılmadan, küme dışındakilere duyulan gizli düşmanlık, öç alma duygusu ve nefret anlamıyla kabili izahtır.
Irkçılık ırk sevgisi değil, ırk düşmanlığıdır. “Benim dışında kalan unsurlar yok, beni kapsamayan nesneler gereksiz ve benden ayrı düşen anlamlar geçersiz” demenin bir başka yoludur.
Irkçılığın tef çaldığı coğrafyalarda bütüne yayılan bir güvensizlik ve sevgisizlik peydah olur. Bu toplumun bütün ücralarına kadar sızar. Evlerin içine değin sirayet eder. Akılları ve kalpleri sevgisiz ve öfke yüklü bir kimliğe boyar. Zamanla toplum içi bütün suçlarda artış kaçınılmazdır. Çünkü saplantılı adavet duygusunun akıl sağlığı üzerinde gitgide artan bir yıkım etkisi vardır. Akıl baştan gittikçe, nefret, eyleme dönüşümünü tamamlar. Ama bu eylem sadece belli ırklar hedef alınarak vuku bulmaz. Öyle dahi olsa bu kabul edilemez ve insanlık mertebesi muhtevasında makbul görülemez; fakat aklın var olmadığı düşünme üsluplarıyla onların aksiyona geçiş vetireleri, hiçbir surette ilk hedefle sınırlı kalmaz. Çünkü organizmaya giren nefret zehri, artık özne ayırt etmeyecek kadar geniş bir alan kaplamıştır. Artık nefretin nişangâhında sadece sevilmeyen ırk mensupları değil, onları sevenler ve hatta onlardan nefret etmeyenler, onlardan nefret edip de nefret yüklü bir saldırıya geçmeyenler, saldırıya geçenleri desteklemeyenler derken bu zincir milyon halkalı bir eklentiyle öyle uzar ki artık ırkçı özne, en yakın çevresine dahi nefretle muamele eden bir zavallıya evrilir.
Neden mi bu kadar vahim? Neden mi bu raddede yıkıcı? Bütün eylemlerin mantık süzülmeleri, olası sonuçları zaten beyan eder. Sebep-sonuç ilişkisi, eylemlerin beklenen geri dönüşleri belli bir yere kadar her aklın kabulüdür. Yapılan eylemlerin olası sonuçları sıklıkla önceden öngörülebilir. Ama nasıl ve neden bu kadar büyük bir yıkım olduğu sorusunun asıl cevabı şudur: “Mülk Allah’ındır.”
Bütün kâinat ve zerreleri/unsurları Rabbindir. Evler, yollar, topraklar, devletler, milletler, sular, karalar, tabiatın süsü hayvanlar, börtü böcek ve onları okşayan rüzgâr, yağmur taneleri, gökler ve yerküre, yerin en dibi, arşın en âlâsı; hepsi, hiçbir habbeyi dışarıda bırakmayacak şekilde Allah’ın mülküdür. Ve onu sahiplenmek, böbürlenerek yürümek, övünmek ve hor görmek, (hâşâ) Yaradan’ı yok saymaktır.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur...” (İbn Hanbel, 5/411)
“Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık dâvâsı uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık dâvâsı uğruna ölen bizden değildir.” (Ebu Davud, Edeb, 111-112)
“Ey insanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve de günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır. Ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır...” (Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’ân)