İran’ın Orta Doğu coğrafyası ve Türkiye’ye güven vermeyen tutarsız dış politikası

İran, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali ile meydana gelen kaos ortamından faydalanmak için fırsat kollamıştır. PKK terör örgütü ile DAEŞ Irak’ı işgal ederken, Irak’ın istikrarını ve güvenliğini sağlayacak adımlar yerine Irak’ın bölünmesini kolaylaştıracak yeni zemin için illegal oluşumlar organize ederek Irak’ın bugünkü duruma gelmesine önayak olmuş, PKK terör örgütü ile hareket etmiştir. Bu hamleyle DAEŞ gitmiş, onun yerine İran, bizzat Haşdi Şabi’yi Irak’ın başına belâ etmiştir.

İRAN’ın son dönemlerdeki politikalarından ziyadesiyle rahatsız olan Orta Doğu coğrafyası ülkeleri ve bölge siyâsetinin önemli aktörü Türkiye, bu tabloya rağmen, bölgenin güven ve istikrarı için Tahran yönetimi ile işbirliğini bir zorunluluk olarak görüyor.

İki ülke, her ne kadar birçok konuda işbirliğini derinleştirse de son zamanlarda bölgedeki farklı nedenlerden dolayı dış politikadaki önceliklerini çok daha dikkatli seçmek durumunda kalmaktadır. Irak’ın 2003 yılında ABD tarafından işgali ile başlayan süreç ve 2010’daki Arap Baharı hareketleri ile gelen kaos ortamı, Orta Doğu’nun mevcut güvenlik, ekonomik ve stratejik yapılarını altüst etmiştir. Bu sayede Orta Doğu coğrafyasında ABD ve Rusya başta olmak üzere büyük güçler ile bölgedeki aktörler (İran), nüfuz kazanmak üzere rekabete girişerek bölgeyi vekâlet savaşlarının yaşandığı bir eylem alanına dönüştürdüler.

Bölgesel rekabet ve çatışma ortamında İran, devlet dışı aktörlerini etkin bir şekilde kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. İran’ın Irak, Lübnan, Bahreyn, Yemen ve Suriye’de artan etkinliği, Hizbullah ve Şii milislerin yanı sıra terör örgütü PKK/PYD gibi diğer silahlı devlet dışı oluşumlarla işbirliği sayesindedir.

İran, bölgedeki birçok gelişmede güvensiz politikaları ile kendisini göstermiştir. Bu duruma birkaç somut örnek vererek durumu izah edelim: Lübnan’da Hizbullah’ın giderek etkinliğini arttırması ve Hizbullah’a bağlı 10 binden fazla milis gücü oluşturması; Suriye’deki Arap Baharı sürecinde hem yerel unsurlar, hem dünyanın dört bir yanında Şii milislerle oluşturduğu organizasyonlar, hem de Hizbullah ile Esed rejimini ayakta tutmak için verdiği mücadele; Irak’ta doğan otorite boşluğunun Tahran’a yakın gruplar (HTŞ) tarafından doldurulması ve de Yemen devrim sürecinin tökezlemesi fırsat bilinerek İran çizgisindeki Husilerin etkinliğine destek çıkarak ülkedeki güvensizlik ve istikrarsızlığın artması, İran’ın güttüğü dış politika üzerine kuruludur.

İran kimin yanında?

İran bu siyâsetle kendisinin kazandığını düşünse ve bu yönde hareket etmeye devam etse de, maalesef ya farkında olmadan yahut da bile isteye bölgede ABD ve İsrail’in çıkarlarına yağ sürmektedir. Sadece ABD ve İsrail mi? Suriye politikalarında ortak siyâset güttüğü Rusya’ya da coğrafyamızda hâkimiyet alanı kazandırmış, Rusya’yı Orta Doğu’da etkin bir aktör hâline getirmiştir.

İran Suriye’yi, sadece kendi siyâsî nüfuzunun bir genişleme alanı olarak görüyor. Kendisini Siyonizm ve ABD emperyalizmine karşı cephe olarak takdim etse de, Suriye’deki istikrarsızlığın bu şekildeki devamlılığı ile Siyonizm’e önemli ölçüdeki katkıyı da bizzat lütfediyor.

İran’ın bütün Suriye halkını ve toprağını bir bütün olarak bir arada tutabilme ufku, iradesi ve stratejik plânı yoktur. Evet, aslında bir plânı vardır ancak bu plân, insansızlaşmış ve tamamen Şiileştirilmiş bir Suriye şeklindedir. Bu plânı maalesef yine ABD’ye ve Siyonizm’e hizmet etmiştir, etmektedir. Evet, Suriye’nin parçalanması yalnızca bu duruma katkı sağlamaktadır!

İran’ın Suriye’de Şii milisleri kullanması, müttefiki Esed’i ayakta tutmakta kalmamış, aynı zamanda kendisine bölgede mezhepsel ideolojisi vasıtasıyla nüfuz alanı sağlamıştır. İran’ın geliştirdiği vekâlet savaşı stratejisi, Rejimin ömrünü uzatırken Suriye’yi sistemli bir şekilde kendisine bağımlı hâle getirmiştir.

Ekonomik zorluklarla mücadele eden İran, Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana 20 milyar doları geçen bir meblağı Rejime malî yardım olarak sunmuştur. İç kamuoyunda eleştirilere sebep olan bu yardımlar, son dönemde işsizlik, pahalılık ve geçim sıkıntısıyla boğuşan halkta tepkiye neden olmuş, sokak olayları yaşanmaya başlamıştır.

İran’ın sadece Lübnan Hizbullah’ına sağladığı yıllık malî destek, 800 milyon dolar civarındadır. Suriye’deki en önemli hedeflerinden biri de İran ile Lübnan arasında Muhaliflerden arındırılmış güvenli bir koridor oluşturmaktır. Ve bu bölgeyi Rejime teslim etmek yerine kendi kontrolü altında tutmaktadır. Bu bölgelerdeki -Lübnan sınırı- Sünnî kentler tahliye edilerek İdlip bölgesine gönderilmiştir.

Devrim Muhafızları Ordusu Dış Operasyonlar Birimi Kudüs Gücü tarafından Suriye ve Irak’ta savaşmak üzere 15 farklı milis gücü oluşturulmuştur. Bu milis güçlerinin en önemlileri; Suriye Hizbullah’ı, Bedr Ordusu, Irak Hizbullah’ı ve 10 tugaydan oluşan Şii gruplardır. Sadece 150 yakın Şii milis, Suriye rejimi ile birlikte savaşmaktadır.

İran’ın övünerek yarattığı ve donatıp eğiterek büyüttüğü vekâlet savaşçıları ne yazık ki ne Suriye, ne Irak, ne de Lübnan’a istikrar getirmiştir. Aksine güvensizlik ve istikrarsızlık bu milislerin bulunduğu alanlarda hâkimdir. Açlık, sefalet, kan ve gözyaşı ise hakeza…

Suriye’de güven, istikrar ve toprak bütünlüğünü isteyen ve buna saygı duyan tek ülke Türkiye’dir. Türkiye bütün politikalarını bu minvâlde işletmektedir. Ve Türkiye, bu politika kapsamında İran’ın söz konusu tavrına karşı dururken, Suriye’de bulunan her güç gibi İran da Türkiye’nin anlayışına karşı mücadele etmektedir.

İranlı yetkililer, Türkiye’nin Suriye topraklarından terör örgütlerini çıkartmak, daha doğru ifadeyle komşu topraklarda terörü yok etmek üzere gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Harekâtlarının tamamı hakkında şaşırtıcı beyanatlar vermişlerdir. PKK/YPG’den arındırılmış bir güvenli bölge oluşturmak için yapılan operasyonlar hakkında İran, yaptığı açıklamalarla terör örgütüne destek mahiyetinde çıkışlar gerçekleştirmiştir.

Bunun yanında İran’ın, TSK’nın Afrin Harekâtı hakkında rahatsızlığını dile getirse de, yine de bir karşı kampanya yürütmediğini ise belirtmeliyiz. Zaten İran, Türkiye’nin PKK/YPG’yi Afrin’den atması üzerine üzülmeli değil, bölgede ABD uzantısı olarak gördüğü hain terör örgütü darbe yediği için TSK’yı alkışlamalıdır. Ancak tam aksine, Zeytin Dalı Harekâtı sırasında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kasımî, şu sözleriyle dikkat çekmişti: “İran, Afrin’deki gelişmeleri yakından ve endişe ile izlemektedir. Ümit ederiz ki, Türkiye-Suriye sınırındaki operasyon sona erer ve bölgedeki buhran biter.”

6 Şubat 2018 tarihinde Tahran’da bir basın toplantısı düzenleyen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de aynı operasyon hakkında, “Bir ülkeye ait askerî birlikler, başka bir ülkenin topraklarına, o ülkenin hükûmeti ve halkı izin verip razı olduğu zaman gelmeli, bu bizim usulümüz. Gönlümüz ister ki, bu operasyon çabucak son bulsun. Çünkü hem Türk kardeşlerimiz, hem de Kürtler ölüyor. Bu operasyon nafile ve neticesiz olacaktır” demişti.


ABD’ye yok, Türkiye’ye var

Savaşın başından beri Esed’in ayakta kalmasını sağlayan İran, maalesef bölge barışını tehdit eden terör örgütleri ve bölgeyi kan gölüne çeviren ABD, İsrail ve Rusya’nın karşısında durmalıyken politikalarını, dâvâsında haklı olan Türkiye’nin karşıtı olarak yürütmüştür. Bu da ikiyüzlü bir politika anlamına gelmektedir.

ABD/İsrail ve Rusya’nın bölgedeki Müslüman varlığını parçalamak ve bölmek istemesini, Siyonizm’in yayılmacı politikalarını görmezden geleceksiniz, bekâ ve güvenlik endişesi sorunu ile karşı karşıya olan Türkiye’yi eleştireceksiniz… Bu komşulukla, hele tarihî geçmişi olan iki kardeş ülke olarak samimiyetle asla bağdaşamaz! PKK/PYD’ye “Kürt kardeş” demek akıl ve mantıkla açıklanamayacağı gibi kabul edilemez. Kaldı ki, sorun da tam buradadır!

Kırk yıldır Türkiye’nin mücadele ettiği cani terör örgütü ile Kandil’de buluşacak, İran coğrafyasında bu örgüte her türlü desteği verecek ve Irak’ın bölünmesine müsaade edeceksin, PKK elebaşlarını ülkende besleyeceksin, PKK’ya zarar geldiğinde senin de canın acıyacak ve sonra “Kürt kardeşler öldürülüyor” ifadesini kullanacaksın…

İran, Irak’ın toprak bütünlüğünü asla savunmamaktadır. Komşularına saygı ve tek bir samimi duygu beslememektedir. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgali ile meydana gelen kaos ortamından faydalanmak için fırsat kollamıştır. PKK terör örgütü ile DAEŞ Irak’ı işgal ederken, Irak’ın istikrarını ve güvenliğini sağlayacak adımlar yerine Irak’ın bölünmesini kolaylaştıracak yeni zemin için illegal oluşumlar organize ederek Irak’ın bugünkü duruma gelmesine önayak olmuş, PKK terör örgütü ile hareket etmiştir. Bu hamleyle DAEŞ gitmiş, onun yerine İran, bizzat Haşdi Şabi’yi Irak’ın başına belâ etmiştir.

Son zamanlarda Irak’ın toprak bütünlüğünün daha da tehlikeye düştüğünü gören Türkiye, kendi güvenliği, istikrarı ve bekâsı için uluslararası sistem ve hukuka uygun olarak, Irak yönetimi ile koordineli şekilde gerçekleştirdiği harekâtlarla terör örgütü PKK’nın neredeyse yok olmasını sağlamıştır. ABD’nin âdeta kara gücünü oluşturan terör örgütü PKK’nın Türkiye karşısında aldığı darbeleri ABD dahi kerhen de olsa kınamış olmasına rağmen, İran’ın çok canı acımış olmalı ki, Kasım Süleymani’nin de danışmanlığını yapmış olan çok önemli bir diplomat, İran’ın Bağdat Büyükelçisi Ferazmend, “Türkiye, Irak topraklarından çıkmalıdır” ifadesini kullanmıştır. Bu, asla kabul edilebilir bir durum değildir. Kaldı ki, bu açıklama, 13 vatan evlâdımızın alçakça katledildiği bir süreçte gelmiş, İran’dan bu katliam hakkında hiçbir kınama zahmeti dahi gösterilmemiştir. İran’ın PKK’yı savunması oldukça manidardır!

Ayrıca bu konu hakkında İran, söz hakkına sahip değildir. Irak toprakları hakkında bir söylemeye de hakkı ve yetkisi yoktur. Irak’ın en yetkili mâkâmı olarak Irak Başbakanı Kazımî,  Türkiye’nin haklılığı konusunda gereken cevabı vermiştir: “Türkiye’nin herhangi bir endişeyi giderme konusundaki ciddi arzusunu biliyoruz. Bu, benim için güven verici bir faktördür.”

Bu cümlede ciddiyet, samimiyet ve kardeşlik üzerinden bölgenin güven ve istikrarına ilişkin inancın ifadesini görmekteyiz. Fakat İran’ın açıklamasında ise ikiyüzlülük ve PKK’ya sahip çıkan ifadeler mevcuttur. İran, Irak topraklarına saygı göstermeli ve “Irak topraklarından çıkılmalı” sözünü kullanacak ülkenin en son kendisi olacağını görmelidir. Baş düşmanı ABD’ye tek bir kelime etmeyen İran, Irak’ın bölünmesine, perişan hâle gelmesine zemin hazırlamıştır. Irak halkı yıllardır bitkin hâldeyken bunun sorumlusu olan ABD ve yandaşlarına söz söylemeli olan İran’ın bu duruma sağır ve dilsiz olduğunu görüyoruz. Bu, ancak ikiyüzlülükle tarif edilebilir. İran’ın Irak hakkındaki ifadeleri son derece ciddiyetsiz ve samimiyetsiz ifadelerdir.

Peki, İran ne yapmalıdır?

İran öncelikle Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermeli, PKK terör örgütünün Irak topraklarını kullanmasını kınamalı ve Irak’ta oluşturduğu milis gruplarını derhâl geri çekmelidir. Bu, İran’ın bölge barışına sağlayacağı en büyük katkı olacaktır.

İran, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu resmî açıklamalarla kabul etmesine rağmen Karabağ’ın ayrı bir statüde olmasını savunmaktan asla geri kalmıyor ve Karabağ’ın Ermenilerle yönetilmesini tavsiye ediyor. 

Karabağ Savaşı’nda da aynı ikiyüzlülük

İran’ın tutarsız ikiyüzlülük politika örneklerinden birini de İkinci Karabağ Savaşı’nda gördük. 30 yıldır işgal altındaki Azerbaycan topraklarının bir taraftan Ermenistan tarafından işgal edildiğini kabul ediyorken, aynı zamanda Ermenistan’ı her şekilde desteklemeye devam eden bir İran görüyoruz.

İran, Ermenistan’a kendi toprakları üzerinden silah, malzeme ve hatta terörist sevkiyatından geri durmadı. Tahran yönetimi, bu tutarsız siyasetine hâlen devam ediyor. Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü kabul ederken yaptığı açıklamalar hiç şaşırtmıyor ve “ateşkes çağrısı yapıyor”.

İran, Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu resmî açıklamalarla kabul etmesine rağmen Karabağ’ın ayrı bir statüde olmasını savunmaktan asla geri kalmıyor ve Karabağ’ın Ermenilerle yönetilmesini tavsiye ediyor. Oysa İran, Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgal ettiğini samimi şekilde kabul etmeli ve komşuluk ile kardeşlik ilişkilerine daha uygun hareket eden politikalar izlemelidir.

Sonuç

İran, Orta Doğu ve Körfez coğrafyasının yanında Kafkaslarda bölge barışına katkı sağlamak istiyorsa evvelâ samimi ve ciddi politikalar izleyerek vekâlet savaşlarından vazgeçmelidir. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Azerbaycan’da uyguladığı yayılmacı siyâsetinden uzak durmalı ve bu ülkelerin toprak bütünlüklerine saygı göstermeyi öğrenmelidir. Bölge barışı ve bölge halklarının huzuru için komşusu olduğu ülkelerle samimi ilişkiler kurmalı, emperyalist güçlerin bölgede kalmasına katkı sağlamamalıdır.