İran’ı dinliyorum gözlerim kapalı

İran’ın son dönemdeki hamleleri, HAMAS’a saldıran İsrail’i sıkıştırmaktan çok, dikkatleri başka yöne çeken ve onun önünü açan hamlelerdir. “Hani, HAMAS’a vadettiğiniz destek nerede?” sorusuna, “Başımız Irak’ta Amerika ve Barzanî’yle, doğuda da Pakistan ile belâda!” mazeretine sığınmak olduğu açıkça görülür. “Biz HAMAS’a destek vereceğiz ancak bu tehlikeli ve belâlı yerlerden dolayı toparlanıp gelemiyoruz” mazeretinin İsrail ve ABD’nin elini oldukça rahatlattığı açıktır.

HAMAS’ın 7 Ekim 2023 tarihinde bağımsızlık amacıyla İsrail’e yaptığı operasyon, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve geçtiğimiz on yıl içerisinde büyük sarsıntıya uğrayan eski dünya düzeninin en önemli kırılma anlarından biridir.

HAMAS’ın İsrail’e yaptığı bu atak, Orta Doğu coğrafyasında İsrail odaklı Atlantik Projesi’nin yırtılmasına yönelik bir saldırıdır. Gazze’de dünyadan yalıtılmış küçücük bir toprak parçasında bir avuç mücahidin isyanı, dünyanın üzerine bir asırdır abanan küreselci hâkimiyetin sarsılmasına yol açtı.

ABD ve ortakları, eski alışkanlıklarına dayanarak İsrail’in yanında yer almak için donanma ile Akdeniz’e, silah ve sermaye ile Tel Aviv’e koştular. “Biz buraya Yahudi olarak geldik” diyerek dünyada oluşturdukları Yahudi eksenli mağduriyet algısının tutacağından emin bir şekilde, 80 yıldır yanılttıkları dünyanın desteğini beklediler. Fakat beklemedikleri bir şey oldu; yıllardır bu şer ittifakının algılarına teslim olan dünya vicdanı, gözlerinin önünde ve adeta evlerinin içinde işlenen bir soykırım karşısında isyan etti.

Gazze’ye yapılan soykırım saldırıları, İslâm dünyasından çok ABD ve Avrupa ülkelerinde tepki gördü. New York’ta, Londra’da, Avrupa’nın muhtelif kentlerinde ve dünyanın belli noktalarında yapılan gösteriler İstanbul ve Ankara’yı aratmadı.

Türkiye, HAMAS’ın eylemi sonrası, orantısız savaşa dönen 7 Ekim krizinin başında önce mutedil davrandı. Ancak bu ılımlı yaklaşıma karşılık bulamaması karşısında tavrını doğrudan doğruya mağdurun ve mazlumun lehinde kullanarak bu konuda Atlantik İttifakı’na karşı net bir duruş sergiledi.

 

Öyle anlaşılıyor ki İran, Kassam Tugayları içerisinde kendisiyle çalışan birimleri, İsrail’le bir savaşa teşvik edip “Her şeyimle sizin arkanızdayım” derken bir şey hedeflemiştir. Hedeflediği şey de HAMAS gibi Sünnî bir yapının ABD ve İsrail gücü altında ezilmesi ve onlardan kendisine gelecek saldırıların Akdeniz’de karşılanmasıdır.


Bildiğimiz İran

Durum bu minvâl üzere giderken, bu konularda mangalda kül bırakmayan İran, görünüşte Filistin’in tam arkasında yer alıp cümle küffara savaş ilân edecekmiş ve Kudüs’ü kurtaracakmış gibi bir edayla harekete geçti. Görünüş bu olmakla beraber, İran’ın 7 Ekim’den beri bu savaş bağlamında izlediği politikalar, içinde çok bilinmeyenli zor bir denklem barındırmaktadır. İran’ın algıyla olgu arasındaki bu ikircikli politikasının ana hatlarına bakıp değerlendirmekte yarar vardır. 

Savaşın ilk günlerinde Filistin dâvâsının arkasında ve HAMAS’ın yanında olduğunu söyleyen İran, bu söylemine kanıt olarak vesayet örgütlerinden biri olan Hizbullah üzerinden İsrail’e bir güney cephesi açacağı izlenimi uyandırdı. Ancak nedense bu teşebbüsü, ABD donanmasının Akdeniz’e yerleşmesinin akabinde yaptı. Dünya kamuoyu zannetti ki, İran, Hizbullah üzerinden Amerika ve İsrail’e karşı bir güney cephesi açarak Lübnan üzerinden savaşa dâhil olacak ve Suriye’deki proksi örgütleriyle ABD üslerini vuracak ve Yemen üzerinden de Kızıldeniz yolunu kapatacak. Ancak önce İran, ardından da Hizbullah, Filistinlilerin haklı olduğunu ama böyle bir savaşa dâhil olmayacaklarını söylediler. Hatta bu söylemi, İsrail’in tahrip olan imajını kurtarmak için İran’ın Suriye’deki askerî varlığını hedef alarak savaşı yayma plânı esnasında dillendirdiler.

Ne hikmetse “Benim çıkarlarıma dokunanı vururum, dağıtırım, yaşatmam” diyen İran, İsrail’in hiçbir saldırısına cevap vermiyor, üstelik kendi topraklarında İsrail tarafından üretilen DEAŞ kılıflı terör eylemlerine rağmen sanal âlemdeki animasyon ordusu ile orayı burayı tahrip eden gülünç videolar üretiyordu. İran’ın bu tutumundan anlaşılıyordu ki, tarihinin hiçbir aşamasında küffara kılıç çekmeyen Şia, bu savaşta da baş düşmanı saydığı Sünnîlere ait bir yapıya destek veremezdi. Tarihte İran’ın yaptığı tek şey, Sünnî Müslümanları öldürme konusunda gösterdiği gaddarlıktır.

Öyle anlaşılıyor ki İran, Kassam Tugayları içerisinde kendisiyle çalışan birimleri, İsrail’le bir savaşa teşvik edip “Her şeyimle sizin arkanızdayım” derken bir şey hedeflemiştir. Hedeflediği şey de HAMAS gibi Sünnî bir yapının ABD ve İsrail gücü altında ezilmesi ve onlardan kendisine gelecek saldırıların Akdeniz’de karşılanmasıdır. Gazze ne kadar çok direnirse İran o kadar rahat edecek, orada ne kadar çok mazlum kanı akarsa İran o ölçüde ferahlayacaktır. Bu tavrın korkunç bir aldatış olduğuna şüphe yoktur ki zaten HAMAS yetkililerinin yaptıkları açıklamalar da İran’ın bu niyetlerinden haberdar olduklarını açıkça göstermektedir.

İran’ın bu konuda tarihen sabit olan meşhur takiyyesi “Acem oyunu” namıyla literatürde yer bulmuştur. Geçmişte Amerika’ya “Büyük Şeytan” diyen İran molla rejimi, büyük şeytanın destekçisi bir iblis olarak Irak ve Afganistan’ın işgalinde büyük şeytana bütün imkânlarını kapalı kapılar arkasında sunarak İslâm’ın bu iki kadim coğrafyasını küffarın çizmesi altına salmaktan hiç çekinmemiştir. Bunun karşılığı olarak da Irak’ta Saddam’dan açılan boşluğu kendisi doldurarak Irak’ın fiilen üçe bölünmesinde başaktör olmuştur.

Ardından Suriye’nin dağılma sürecinde Irak’ı geçiş güzergâhı hâline getirerek İsrail’in vaat edilmiş toprakları gibi, kendisi de Sünnî İslâm’ın karşısında Şiî hilâlini oluşturmak için çıkmıştır.

 



İran’ın tarihen sabit olan meşhur takiyyesi “Acem oyunu” namıyla literatürde yer bulmuştur.


Sinsi plânlara karşı Türkiye’nin etkin cevabı

İran gerek Irak’ta ve gerekse Suriye’de kurdurduğu büyüklü küçüklü proksi Şiî örgütleriyle kendi amaçlarını rahatça gerçekleştireceği istikrarsız bir zemin oluşturmuştur. Bölgede en büyük rakip gördüğü Türkiye’ye karşı PKK terör örgütünü desteklemede ABD’den bile daha iştahlı bir politika izlemiştir.

İran’ın Suriye’de yakıp yıkmaya en teşne olduğu yapının Türkiye’nin kurup örgütlediği Sünnî karakterli Suriye Millî Ordusu olduğu görülecektir. İran’ın görünüşte düşman göründüğü ve büyük şeytan dediği ABD ile kapalı kapılar ardında nice gizli anlaşmalar yaptığının bir tanığı da Türkiye’nin Irak’la yaptığı Kalkınma Yolu Projesi’nin imzalanmasından sonra ortaya çıkan faaliyetleridir.

Çin ve Hindistan üzerinden gelen ticaret mallarının Irak’ın Basra Körfezi’ndeki Fav Limanı üzerinden demiryolları ve karayolları ile Türkiye’nin Şırnak bölgesindeki Ovaköy Kapısı’na getirilmesini ve ardından da bir koldan Kafkaslara, bir koldan da Mersin Limanı’na sevk edilmesini amaçlayan bu proje, hem ABD’yi, hem de İran’ı tedirgin etti.

ABD, Çin’in Orta Asya üzerinden gelen Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne paralel olarak Basra Körfezi üzerinden ikinci bir yol geliştirme fikrinin önüne geçmek için çok yönlü bir engelleme plânını devreye soktu. Bu amaçla İran’la beraber çalışan Süleymaniye merkezli Talabani güçleri ile PKK’nın Suriye kolunu birleştirmek üzere harekete geçti. Talabani’nin lojistiği İran üzerinden, PKK’nın lojistiği de ABD üzerinden gerçekleştirilerek Süleymaniye’de tarım üretimi görünümlü SİHA üretme birimleri kuruldu ve Kuzey Irak’taki PKK’ya her türlü sinyal ve istihbarat desteği verilerek Türkiye’nin Kuzey Irak üzerinden bu bölgeyi baskılamasının önüne geçilmek istendi.

ABD, lider kadroları öldürüldüğü için Türkiye’ye karşı operasyon yapamayacak hâle gelerek kuyruğu titreten PKK’ya yeniden diriliyor imajı vermeye çalıştı. Bunun için İsrailli, Avrupalı ve kendi paralı askerlerinden oluşan birimlere PKK urbası giydirerek hava şartlarının namüsait olduğu zamanlarda teknolojik destek verip Türkiye’nin bölgedeki askerî üslerine karşı operasyon yaptırdı. Türkiye operasyonlarda şehitler vermekle beraber bu operasyonda yer alan karşı güçlerin bir ABD yapılandırması olduğunu görünce -çünkü elindeki leşler bunu işaret ediyordu- doğrudan ABD’nin ve Fransa’nın sivil görünümlü yapılarını vurmakta tereddüt göstermedi.

Özellikle çiftlik görünümlü yerler ile petrol-doğalgaz tesisleri ve Fransa’nın Lafarge çimento fabrikasının hedef alınması, Türkiye’nin “Oyununuzu gördüm” cevabıydı. Hatta MGK toplantısının arkasından Başkan Erdoğan’ın “Bu yapının arkasında duran kim varsa vurun” talimatı vermesi, Türkiye’nin artık bölgede kukla oynatıcısıyla karşı karşıya gelmeyi göze aldığının bir göstergesiydi.

Türkiye şehitler verdikten sonra gerek Süleymaniye bölgesinde ve gerekse Kuzey Suriye bölgesinde aralıksız operasyonlar yaparak Talabani ve YPG arasındaki bağlantıyı sahipleriyle beraber etkisiz kılan bir plânı kararlılıkla uygulamaya başladı. Hatta bu iki bağlantının hassas noktasını oluşturan Kerkük bölgesinde, tarihte ilk defa Şiî ve Sünnî Türkleri Araplarla birleştirerek seçimlerde çoğunluğu elde ederek bu bölgeyi Talabani ile Kuzey Suriye arasına bir kama gibi soktu. Barzani de istememesine rağmen çıkarları gereği Türkiye’nin yanında yer aldı. Çünkü Kalkınma Yolu Projesi’nin akamete uğraması, Barzani bölgesini de iktisadî olarak çökertecek olan bir girişimdir.




Filistin’de mazlumların ezilmesine karşı İran kamuoyunun duyarsız olduğunu sanmıyorum. Ancak bu ülkeyi ele geçirmiş olan “Devrim Muhafızları” adlı örgüt, bambaşka işler ve tehlikeli ittifaklar peşinde olan sinsi ve görünmez bir yapıdır.

 

İran neden Pakistan’a saldırdı?

Bu açıdan bakılınca İran füzelerinin Erbil’i vurması anlaşılır bir durumdur. İran’ın Erbil’i vururken ABD üslerine attığı onlarca füze ile boşluğu vurması, Acem takiyyesinin muazzam bir başarısıdır. İran’ın ortada bir sorun varmış gibi Gazze ve Suriye’yi bırakıp Pakistan’ın Belucistan bölgesini füzelerle vurması, bırakınız bölgeyi, dünyanın beklemediği bir olaydı. Çünkü taraflar kısa bir zaman önce birlikte deniz tatbikatı yapmışlardı ve her şey bir dostluk ekseninde ilerliyordu.

Ancak İran tek bir askerî yapıya sahip olmayan bir devlettir. Şu an İran’ı fiilen yöneten Devrim Muhafızları, bir ordudan çok bir örgüt niteliğindedir. İran ordusu ile Devrim Muhafızlarının aynı hassasiyeti paylaştıklarını zannetmiyorum. “Kâfir” dedikleri ABD ve İsrail ile sahnede kavga edip perde arkasında iş birliği yapan yapının bu örgüt olduğuna kuşku yoktur. Zaten şu son dönemde İran’ın yaptığı hamlelere bakılacak olursa, bu hamlelerin HAMAS’a saldıran İsrail’i sıkıştırmaktan çok, dikkatleri başka yöne çeken ve onun önünü açan hamleler olduğu açıkça görülür. “Hani, HAMAS’a vadettiğiniz destek nerede?” sorusuna, “Başımız Irak’ta Amerika ve Barzanî’yle, doğuda da Pakistan ile belâda!” mazeretine sığınmak olduğu açıkça görülür. “Biz HAMAS’a destek vereceğiz ancak bu tehlikeli ve belâlı yerlerden dolayı toparlanıp gelemiyoruz” mazeretinin İsrail ve ABD’nin elini oldukça rahatlattığı açıktır.

Ne hikmetse İran füzeleri Amerikalıların ne bir askerini, ne bir askerî aracını, ne de üssünü vuramazken, Erbil’e attığı füzeler birkaç sivil yerleşim yerini vurmakta, Pakistan’a atılan füzelerinse hiçbiri hedefini şaşmamaktadır. Bu derecelenmiş göstermelik saldırıların İran’ın genetik takiyyesi ile çok yakından bir alâkası vardır. Ancak İran içindeki ordu görünümlü örgüt, “İsrail’in elini rahatlatayım” derken döğüşmeye kurt arayan esrik keçi misali Pakistan’ın gazabını üzerine çektiğinin farkında değilmiş gibi görünmektedir. Nitekim Pakistan Hava Kuvvetlerinin bu saldırının arkasından İran’ın yedi noktasını şiddetli bir şekilde vurması, bu realitenin bir sonucudur. İran’ın Pakistan’la bir dalaşmaya girmesi, Molla rejimini hiç beklemediği yerlere rahatlıkla savuracak bir fırtınadır.

Ayrıca İran’ın Zengezor Koridoru meselesinde Azerbaycan’a sataşması ve Ermenistan’ın arkasına geçerek Türkiye’ye aba altından sopa göstermesi, zevahiri kurtarmaya yönelik girişimlerdir.


Yemen bütün mahrumiyetine rağmen İsrail ve ABD’nin kesintisiz baskısını HAMAS’ın üzerinden almak isteyen bir zihniyetle Filistin’e takiyyeden uzak, samimî bir destek vermektedir.

 

Husilerin samimiyeti

İran, tehdit ve palavrası bol ancak bunun arkasında duran bir irade ve gücü olmayan kof bir devlettir. Neredeyse bütün kin ve hıncını sanal âlemde yaptığı animasyon gösterilerine bağlayan İran, bu hâliyle dikkate alınacak bir güç değildir. İran’ın tek yaptığı şey, Sünnî İslâm dünyasına karşı kesintisiz bir nefret ile fırsatını bulduğunda acımasız bir cellat kesilmektir.

Görüldüğü gibi İran, söylemi ile eylemi asla örtüşmeyen bir devlettir. “Düşmanım” dedikleriyle dost, “Dost ve kardeş” dedikleriyle düşman bir ülkedir. En büyük nefretiyse, kendisini her yönden kuşatan Sünnî İslâm’adır. Yemen’deki Husilerin İran’ın söylediği biçimde Kızıldeniz’den İsrail’e giden gemileri vurarak Kızıldeniz’i bloke etmesi, silahlarını büyük ölçüde İran’dan alsa da İran’dan ayrık bir eylemdir. Zira Yemen’deki Zeydîler, Şia takiyyesinden uzaktırlar. Yemen, İslâm dünyasının gerçek hassasiyetlerine yakın duran ve HAMAS’a destek konusunda da samimî olan bir devlettir.

Yemen bütün mahrumiyetine rağmen İsrail ve ABD’nin kesintisiz baskısını HAMAS’ın üzerinden almak isteyen bir zihniyetle Filistin’e takiyyeden uzak, samimî bir destek vermektedir. Yemen’in İsrail’e karşı tutumu da yapmacıklıktan uzak, riskleri göğüsleyen bir mümin tavrıdır.

Filistin’de mazlumların ezilmesine karşı İran kamuoyunun duyarsız olduğunu sanmıyorum. Ancak bu ülkeyi ele geçirmiş olan “Devrim Muhafızları” adlı örgüt, bambaşka işler ve tehlikeli ittifaklar peşinde olan sinsi ve görünmez bir yapıdır. İran yahut iş birliği yaptığı ABD ve İsrail bölgede ne tür oyunlar kurarlarsa kursunlar, HAMAS’ın kutlu direnişini ve Filistinlilerin büyük bedeller ödeyerek istiklâllerine yürüyüşünü engelleyemeyeceklerdir. Çünkü dünya kamuoyu, ABD’yi yöneten çetenin de, İsrail’i yöneten çetenin de, hatta İran’ı yöneten çetenin de aynı merkezden kurgulandığını çok iyi görmüş ve küresel ölçekte mazlumların yanında yer alma refleksini harekete geçirmiştir.

Şimdilik örgütsüz görünen bu hareket ve tepkilerin doğal lideri, Filistin dâvâsını samimî bir şekilde kucaklayan ve onun hedefine ulaşması için canla başla çalışan Türkiye’dir. İstikbâlde bağımsız Kudüs’de yükselecek Filistin bayraklarının hemen yanında ay yıldızlı Türk bayrağının dalgalandığını görmek, uzak olmayan bir gelecekte mümkündür. Sadece biraz daha fedakârlık ve sabır… Allahu a’lem…