İpek Yolu şehirleri ve etkileşim

Yollar, ekonomist için devâsâ bir sektör olan ulaşımın temel altyapısı, sosyolog için yakın ve uzak her türlü toplumsal ilişki ve iletişimin önemli bir yapıtaşı, tarihçi için geçmişin anlaşılmasında ve aydınlatılmasında yararlanılan çok değerli bir enstrüman, jeopolitikçi için üstünlük ve güç kaynağı, coğrafyacı içinse büyük ölçüde doğal çevre faktörlerinin kontrolü ve etkisi dâhilinde insanoğlunun mekâna vurduğu güçlü bir damgadır. Kuşkusuz Büyük İpek Yolu, bu güçlü damgaların en başında gelir.

BİLİNDİĞİ üzere tarihî olaylar ve kişiler, tarihte olmuş ve bitmiş kabul edilmemektedirler. Yaşadığımız zaman dilimi, aynı zamanda tarihin bir devamı niteliğindedir. Tarihî İpek Yolu, çok değerli ilim adamları ve akademisyenlerimizin büyük maharet ve araştırmaları ile gösterdikleri gibi, M.Ö. başlayıp 16. asırda işlevini bitirmiştir. Ama izleri hâlâ sürmektedir. Bundan böyle de sürmeye devam edecektir.

Konu hakkında sayısız araştırma, yüzlerce kitap, makale yazılmıştır. Edebiyata, filmlere, belgesellere konu olan İpek Yolu’nun yeniden tesisi ile birlikte geleceği konusu günümüzde de tartışılmakta ve birçok uluslararası görüşmenin odak noktasını oluşturmaktadır. İpek Yolu çevresinde araştırma yapmak, düşünce üretmek, sadece tarihin bir bölümüne, yerkürenin bir kısmına ya da sadece bir ırka hizmet veya mâl etmek değil, aynı zamanda dünya tarihine ve insanlığa, insanlık tarihine hizmet anlamını taşımaktadır.

Şehir ve yol

Bu yazı, iki ana konuyu işlemektedir: Şehir ve yol… İki ayrı kavram ve anlam ifade eden, ancak birinin öteki ile sıkı bağı olan iki kavram...

Farsça “şehir” kelimesi, çalışma yaşındaki nüfusunun çoğunluğu ticaret, sanayi ve yönetim gibi işlerle uğraşan büyük yerleşim merkezlerini ifade etmektedir. Türkçemizde 11. yüzyıldan itibaren halk dilinde “şar” biçiminde telaffuz edilen şehir kelimesinin karşılığında, Soğdca kökenli “kent” ile “kale” ve “saray” gibi anlamlara denk gelen “balık” kelimesi de kullanılmıştır.

Arapçada bu kelimenin karşılığında kullanılan en yaygın isimler “medîne”, “belde” ve “mısr”dır. Kur’ân-ı Kerim’de şehir için on yedi yerde “medîne” (çoğulu medain), on dokuz yerde “beled” (çoğulu bilad), yirmi bir yerde “dâr” (çoğulu diyar), beş yerde “mısr”, elli altı yerde de “karye” geçmektedir.

Şehirler sosyal hayatın her yönünü kapsayan, çeşitli faaliyetlerin görüldüğü, ekonomik ve kültürel birikimin yoğunlaştığı önemli yerleşim birimleri olup, fiziksel ve sosyal çevre ile toplumsal hayatın merkezini teşkil ederler. Bazı kaynaklarda, tarihte bilinen ilk şehirleşmenin M.Ö. 4400’lü yıllardan itibaren Suriye, Filistin, Mısır ve Mezopotamya’da başladığı belirtilmekteyse de, yeni arkeolojik araştırmalar Anadolu’da, Konya’nın 52 kilometre güneydoğusundaki Çatalhöyük’ün M.Ö. 6800 yıllarına kadar inen şehir yerleşmesi olduğunu ortaya koymuştur.

Bu konuda araştırmacılar, Arap yarımadasının az sayıdaki şehirlerinden Mekke’de doğan İslâm dininin medenî hayatı teşvik ettiğini belirtmektedirler.

İslâm ve şehir

Kur’an-ı Kerim’de şehirlerin estetik zevklere uygun şekilde plânlanması ve güzel görüntüye sahip bulunması, ayrıca emin ve güvenilir yerler olması gerektiğine delalet eden ayetlerin yanında, Müslümanların şehirli bir toplum meydana getirmeleri konusunda yol gösteren geçmiş topluluklarla ilgili bilgiler de yer almaktadır. Hz. Peygamber de şehrin bayındır hale getirilmesini istemiş, sıkıntı ve zorluklarına rağmen şehir hayatının insanlar için daha hayırlı olduğunu söyleyerek yerleşik hayatı ve şehirleşmeyi teşvik etmiştir.

Kısaca yukarıda işaret edilen konularda şehircilik alanındaki ilk düzenlemeler, Hz. Peygamber tarafından Hicret’ten sonra kendisine nispetle “Medinetü’r-Resûl” adını alan Yesrib’de yapıldı.

Yesrib’de ibadetin yanı sıra başta eğitim ve öğretim olmak üzere adalet hizmetleri, kamu idaresi ve öteki işlere yönelik hizmetlerin yürütüldüğü Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirerek ileride kurulacak Müslüman şehirleri için cami merkezli şehir modelini başlatan Hz. Peygamber, şehirde siyasî ve idarî durumu yeniden düzenleyip bağımsız bir devlet tesis etmenin yanı sıra bir çarşı pazar yeri belirlemek sûretiyle ekonomik hayata çekidüzen verdi.

Daha sonraki fetih dönemlerinde ele geçirilen veya yeni kurulan İslâm şehirlerinin modelini Medîne ve Mekke teşkil etmekteydi. Endülüs’ten Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyadaki İslâm şehirleri, bulundukları bölgelerin tarihî, coğrafî ve kültürel miraslarını devam ettirmekle birlikte, İslâm’ın getirdiği düşünce sistemi ve hayat anlayışı bu şehirlerin fiziksel yapısını da önemli ölçüde etkiledi. Başta şehrin merkezini teşkil eden “Ulu Cami” çevresindeki “dârü’l-amâre, cami, medrese, hastane, imaret, çarşı, han, hamam, çeşme ve türbe” gibi yapılar, İslâm şehirlerinin değişmez kimliğini yansıtmışlardır.


Ticaret ve şehir

Şehirler için insanlar gibi canlı birer organizmaya sahip oldukları söylenebilir. Şehirlerin de birer ruh ve tarihi bulunmaktadır. Canlı bir organizma olan insan nasıl birbirinden etkilenmekteyse, şehirler de çok yönlü olarak birbirinden etkilenmektedirler. Bu etkileşim, eski çağlarda başta ticaret kervanları olmak üzere çeşitli yollarla gerçekleşmekteydi.

Şüphesiz yerküre üzerinde tarihin kaydettiği en önemli yol, “İpek Yolu” olarak bilinmektedir. İpek Yolu’nun başladığı ve bittiği nokta her ne kadar tartışmalı olsa da, eldeki veriler İpek Yolu şehirlerinin birbirlerini çok yönlü etkilediğini göstermektedir.

İpek Yolu’nun geçtiği uçsuz bucaksız topraklardan kısaca söz edilmeye kalkındığında zihnimizi ilk meşgûl eden şey, aklın alamayacağı kadar geniş coğrafî bölgeler ve şehirlerin görülmesidir. Bu noktada Doğu İran ve Afganistan yaylalarından, Batı Türkistan’ın Taklamakan ve Gobi çöllerinden Çin’in içlerine kadar uzanan topraklardan söz edilmesi gerekmektedir.

İpek Yolu’nun geçtiği güzergâhtaki yerleşim bölgelerinde sayısız etnik grup yaşamakta ve yine bu yol boyunca birçok soyguncu çete, kervanların taşıdığı değerli ve paha biçilmez ipekli kumaşları, porselen ve seledonları, takı, kâğıt ve baharatları gasp etmekteydi.

Bir şehirden öteki şehre taşınanlar sadece kıymetli maddeler değil, aynı zamanda hayatı etkileyen kültür, sanat, estetik ve manevî değerlerdi.

İpek Yolu’nu oluşturan güzergâhın uzunluğu, seyahatin coğrafî anlamda ağır şartlarda gerçekleşmesi, farklı uzaklıktaki bölgeler ve şehirlerarasında doğrudan aracısız ve ticarî girişimi ve doğrudan alışveriş yapmayı uzun yıllar güçlükle sürdürülebilmiştir. Bu sebeple her tür ticarî ve kültürel temas ve etkileşim de bölge bölge gerçekleşmiştir.

Ticarî mal mübadelesinde yol boyunca aracılar arasında gerçekleşen temas ve alışverişlerde güzergâhlar arası aracılık yapan kavim, topluluk ve yerleşim yerleri ön plâna çıkarak önem kazanmıştır. Görüleceği üzere Orta veya İç Asya denilen uçsuz bucaksız bölgeyi bir baştan bir başa kat eden İpek Yolu’nun en uzun bölümü Türklerin oturduğu bölgeden geçtiğine göre, İpek Yolu’nun en büyük ortağının da daha başlangıcından itibaren Türkler olduğu görülmektedir.

İpek Yolu, Doğu ve Batı arasındaki mal alışverişlerini düzenleyen uzun soluklu bir köprü vazifesi görmesinin yanında, kültür alışverişlerinde sanatın ve de diğer sanatsal etkileşimlerin kervanlar aracılığı ile bölgeden bölgeye taşınmasında önemli bir görev üstlenmiştir.

İpek Yolu ile kültürlerarası etkileşimler konusunda yuğ törenleri ve buna bağlı olarak gelişim gösteren mimari ve plastik sanat eserleri örnek gösterilebilir. İpek Yolu’nun büyük bir bölümü üzerinde hüküm süren Türk kavimleri, bu geniş coğrafyanın sayısız noktalarına nekrolojik yapı (mezar) tarzında toprak üstü arkeolojik miras bırakmışladır.

Oldukça çeşitlilik gösteren bu maddî kültür yapıları içinde türbe, kurgan, kitabe yazıları, sini taş, mezar kompleksleri, at ve koç figürlü heykel mezar taşları görülmektedir. (Nejat Diyarbekirli, Prof. Dr., Dünden Bugüne İpek Yolu, Ötüken Yayınları, Sh. 19.)


Yol ve miras

Yollar, insanlar ve mallarla birlikte bilgilerin, fikirlerin, inançların ve değerlerin de hareketine sahne olan önemli mekânsal varlıklardır. Sosyal bilimciler bu özelliğinden dolayı yola farklı bir nazarla bakarlar. Nitekim yol, ekonomist için devâsâ bir sektör olan ulaşımın temel altyapısı, sosyolog için yakın ve uzak her türlü toplumsal ilişki ve iletişimin önemli bir yapıtaşı, tarihçi için geçmişin anlaşılmasında ve aydınlatılmasında yararlanılan çok değerli bir enstrüman, jeopolitikçi için üstünlük ve güç kaynağı, coğrafyacı içinse büyük ölçüde doğal çevre faktörlerinin kontrolü ve etkisi dâhilinde insanoğlunun mekâna vurduğu güçlü bir damgadır. Kuşkusuz Büyük İpek Yolu, bu güçlü damgaların en başında gelir.

Eşyanın ve paranın yer değiştirmesi, gelişmenin ve yenileşmenin habercisidir. İpek Yolu, öncelikli olarak kendi coğrafyasını ve kendi şehirlerini bayındırlaştırmıştır. Orta Asya’nın siyasî otoriteleri zamanla ticaret yolunun sistemli faaliyetler dizisi içerisinde yerlerini almışlar ve gereğini yerine getirmişledir. Türkler, İpek Yolu üzerindeki etkinlikleri sayesinde bir yandan yerleşik hayata geçip kentlileşirken, diğer yandan da han, hamam, kervansaray, çarşı gibi zamanla bütün insanlığa mâl olacak bir kısım medeniyet enstrümanları geliştirmişler, özellikle Selçuklular döneminde sigorta sistemini başlatan bir yetkinliğe erişmişlerdir.

Yine Türklerin Batı’ya, özellikle Anadolu’ya olan ilgi ve yönelişinde bu yolun payı büyüktür. Dolayısıyla denilebilir ki, “İpek Yolu, başta Türkler ve Çinliler olmak üzere Eski Dünya kavimlerinin siyasetini belirleyen ve tarihin akışına yön veren başat araçlardan biri olmuştur”.

Doğu ile Batı arasındaki bu alışveriş, bazen bir yakınlığı, bazen de bir kader ortaklığını beraberinde getirmiştir. Örneğin tarihî süreç içerisinde her dilden ve dinden insanlar, Çin’de İpek Yolu’nun başlangıcı sayılan Çhangan’a yerleşmiş, toplumsal yaşamı birlikte şekillendirmişlerdir. Çhangan’da bulunan Ulu Cami (Qing Zhen Si) 742 tarihinde inşa edilmiştir ki bu tarih, 751 yılında Çinliler ile Müslüman Araplar arasında yapılan Talas Savaşı’nın öncesine rastlar.

Çin gibi kitabî olmayan dinlerin coğrafyasına cami inşa etmek, Müslümanlar için dikkate değer bir ideal olsa gerektir. Ancak Müslümanların Çin’in bir şehrine mabet yapmış olmalarının başka bir anlamı daha vardır: Bu olay, Çin tarihine bir değer, bir erdem katmıştır. Tıpkı Selçuklular ve Osmanlılar tarafından fethedilmiş topraklarda yüzyıllarca kiliselerin ve havraların korunmuş olmasının Türk tarihine kattığı değer gibi…

Kültürlerarası diyalog konusu coğrafî anlamda sınırların tanımını zorlaştırıyor görünmekle birlikte, esasen toplumları olgunlaştıran bir etkiye sahiptir. Gerçi çağımızın Çin’i, âdeta aralarında Rusya’nın ve Sırbistan’ın da bulunduğu Batı toplumlarına öykünürcesine Doğu Türkistan’da izlediği hoşgörüden yoksun siyasetle bu olgunluğu ve erdemi reddediyor gibidir. Şüphesiz bu ve benzeri hoşgörüsüzlük örnekleri, UNESCO’nun 1988 yılında başlattığı “Büyük İpek Yolu: Milletlerin Diyalog Yolu” projesini çok daha anlamlı hâle getirmektedir.

Sonuç

Tarihî İpek Yolu, geçtiği güzergâhta şehirlerarası bir kültürel bütünlük meydana getirmiştir. Bu bütünlük etrafında pek çok kültürel doküman mevcuttur. Hatta İslâm’ın Orta Asya bozkırlarında hızla yayılmasında İpek Yolu güzergâhında yürüyen kervanların katkıları asla göz ardı edilmemektedir.

Bundan sonra tarihin sayfaları arasında İpek Yolu’nun izlerini sürecek ve araştırma yapacaklar, kaybolmaya ve unutulmaya yüz tutmuş pek çok konuyu gün ışığına çıkaracaklardır. Gelecek nesillerin İpek yolu üzerinde ayrıntıya varacak titiz çalışmalarla çok daha önemli sonuçlar alacaklarına inanıyorum.