GÜNÜMÜZ dünyasında günlük
hayatın sürdürülebilir olmasının bağlantılı olduğu önemli noktalardan biri
ekonomidir. Hele mutfakta ocak yanmıyorsa, işler zora girmiş demektir. Artan
üretim ve gelişen teknolojiyle birlikte kazancın artması, refah seviyesinin
yükselmesi ve insanlığın daha huzurlu olması gerekirken tam aksi yönde gidiş,
hayra alâmet görünmüyor.
Cadde
ve sokaklarda gezinirken tabelaların yabancı lisanda olmasından rahatsızlık
duyulmadı ve sanırım içselleştirildi. Yerel yönetim ve formel yolla çözüm bulunamadığı
gibi informel olarak da tepkinin oluşmaması lisanı zedeledi. Yetişen nesil
artık bu durumdan hiç rahatsız değil. Bunu bu şekle sokan ise büyükler oldu. Bu
uğurda itirazlar olsa da çözümsüzlük ve keşmekeş, çözüm olarak ortaya atıldı.
Bir
toplum için dil, ilk savunulacak kalelerden biridir. Kale alındığında burçlara
başka bayrakların dikileceğini bilmeyen mi var? Kültürümüzde arûz,
edebiyatımıza yayılmış bir nazım sistemidir. Kelime olarak arûz, “çadırın orta
direği, ölçü ve örnek olan şey” anlamlarına gelir. Dikkat edilirse, serbest
yazım gibi bir anlayış da gelişti. Belli bir ölçü ve kural çerçevesince eser
veremeyenlerin kendilerini haklı çıkarma gayretinin ölçü, direk ve örneklerin
önüne geçtiğinde değerler de unutulmaya yüz tutmuş oldu.
Dildeki
bu misâl gibi, günlük hayatta teknoloji, üretim ve maddî ilerleyişin yanında
insanlığın da daha müreffeh ve huzurlu olması gerekirdi. Pandemiyle birlikte
hızlanan yüzleşme sürecinin erkene alındığı bir durumla karşılaşıldı. Pandemi
etkisini asla göz ardı edemeyiz. Ancak pandeminin etkisinin sadece katalizör olduğu görülmezse, gerçekle yüzleşmek de mümkün olamaz.
İnsanların
yaşadığı güzide bir yer olan gezegenimiz, yine insanlar tarafından sanayi
devrimleri ve teknoloji üreten ülkelerin sera gazı ile kirletildi. Bundan
kurtulmak için gayret eden Batı’nın koyun simasının arkasında canavar
yatmaktadır. Dördüncü sanayi devrimi ve dijital dönüşüm etkisini yeterince
yönetemeyenlerin ekonomik kayıplarını telâfi etmek için dünyaya dayattıkları
sistemin adıdır iklim krizi ve sera gazı etkisi.
Dünyayı
büyük bir savaşın beklediğini önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Amaçlanan
durum ise insansız bir dünyaya doğru gidiştir. Teknolojinin ilerlemesiyle
birlikte üretimin artması ve en azından ekonomik refahın yükselmesiyle birlikte
insanlığın hayatın merkezine çekilmesi gerekmekteydi. Yaşananlarsa bunun tam
tersi yönündedir. Zenginler ve fakirler
diye kocaman bir kırılma hattı oluştu. Pandemiyi de fırsat bilerek
zenginliklerine zenginlik katanlar halktan koptular. Dünya büyük bir krizle
karşı karşıya kaldı: İnsanlık krizi...
Bu
insanlık krizi merkeze her şeyin metalaşmasından, kontrolünden ve
fiyatlandırılmasından ekonomik kâr sağlayan durumu koydu. İnsanlığın diğer canlılardan ayırt edilmeksizin sıradanlaştırıldığı ve
hiçleştirildiği bir sürece girildi. Tehlikeli bir yol olan bu mânânın olmadığı
madde süreci, ahtapotun kolları gibi her gözeneğe girdi. Ümitsiz olmamak lâzım,
ancak tehlikenin farkına varılmazsa yıkımın çok büyük olacağını da görmek
gerekir.
Evet,
insanın dahi metalaştırılmasından kâr sağlanan bir çağa girdik. Robotlar bile
insanlara hizmet edecek, insanlar bu gezegende cennetteymiş gibi
yaşayacaklardı. Parayı ellerinde tutanların amacının sadece ekonomi olmadığının
anlaşılmış olması iyi bir gelişmedir. Ancak, mesafe kat ederken sadece
zenginlerin, soyluların, tanıdıkların ve bir toplumun belirli kişilerinin
cımbızla hayatın arûzu yapılmaya çalışılması, insansız dünya projesine su
taşımak olacaktır.
İnsan,
hayvan, bitki ve madde ayrımında insanın merkezde bulunmasını gerektiren
referansların ne olduğunu yeniden bütün dünyanın düşünmesi gerekmektedir. Her
defasında yanılmanın anlamlı olmadığı durumdayız. Bir toplumda en geniş hangi
yelpaze varsa, insan düşmanları o yelpazenin altında serinleyip yine okları o
insanlara doğrultmaktadırlar. Toplumun değerlerine saldıranların başlangıçta
toplumun değerlerinde gizlendiklerini unutmamak gerekir; aksi durumda zaten
büyüyemezlerdi.
Pandemiyi
bahane ederek, toplumun üzerine çöken ve ekonomik açıdan bir tehdit pozisyonuna
giren bazı marketlerin durumu iç açıcı değildir. Bunların nasıl bir savrulma
yaşadıkları veya beslendikleri toplumun gırtlağını sıkar duruma nasıl
geldikleri düşündürücüdür. Dünyada ise ekonomiye
yön veren bazı zenginlerin insanlık için büyük bir tehdit unsuru hâline
dönüştükleri ve insanları önce metalaştırıp ardından da gönüllü köleler hâline getirmek
istedikleri açıktır. Bunu yaparken önce lisan ile başladılar, şimdilerde
ise tüketim toplumu hâline dönüştürerek insansız dünyaya doğru yol alıyorlar.
Böyle bir gidişatı seyretmeye devam mı edeceğiz, yoksa “Dur” demek yanlış mı
olacak?
Neticede
insan olmanın ortak referansını yeniden düşünemezsek, sıradanlaştırılmış
gönüllü köleler olmaktan kurtulmak zor olacak. Dünya bu sürece hızlı giriş
yaptı. Kore ve Japonya, kültürlerini kaybettiler. Korkarım ki, yakın gelecekte
Çin de bu sürece girip beş bin yıllık kültürünü kaybedebilir. Peki, Türkiye,
kimsesizlerin kimsesi, dünyanın umudu bu gidişata “Dur” diyecek mi?