İnsanoğlunun ilk öğretmeni Rabbidir

“Rab” eksenli eğitim modelinde yetişen bir öğretmen, üzerindeki sorumluluğun farkında olacaktır. O, Peygamber’in bir varisidir. Bu şuurla öğrencisini yetiştirecektir.

“ÖĞRETMEN” denilince hepimizin aklına, Hazreti Ali’nin (kv), “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözleri gelir. Hazreti Ali Efendimiz bu sözünde Cahiliye Dönemi’nin en büyük sembolü olan kölelik üzerinden misal getirerek, cahiliyeden çıkış yolunun ancak ilimle olacağını vurgulamıştır. Bu açıdan bakıldığında öğretmenler, yeni bir nesil inşâ eden sanatkârlardır.

İnsanoğlu dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren hep bir mürebbi, bir muallim, bir mürşid, kısaca bir öğretici ile muhatap olmuştur. Yemek yemeyi, su içmeyi, konuşmayı, emeklemeyi, yürümeyi, koşmayı, oynamayı dahi bir öğreticiden öğrendik. Farkında olsak da, olmasak da ilk öğretmenlerimiz anne babamız, ağabey ve ablalarımızdır. Okul çağına geldikten sonra da okuma yazmadan başlayarak çeşitli bilgileri öğretmenlerimizden öğrendik.

Eğitim ve öğretimin bir maddî, bir de manevî yönü yani terbiye tarafı vardır. Eskiden Millî Eğitim Bakanlığı’nın adı “Maarif Vekâleti” idi. Bu vekâletin en önemli işi “talim ve terbiye” yani bugünkü tabirle eğitim ve öğretimdi. Talim/öğretim kısmında okuma yazmadan hesaba, fen bilgisinden sosyal bilimlere kadarki dersler anlaşılırdı. Terbiye/eğitim kısmından da millî ve manevî değerler, adâb-ı muaşeret kurallarının öğretilmesi ve bu kuralların uygulanması, yaşanması anlaşılırdı. Bu yüzden öğretmene yüklenen sorumluluk hem büyük, hem de önemliydi.

Laik ve seküler sistemler, beşerî düzenler fıtrata değer vermez. Onların eğitim sistemlerinde insanîlik yoktur. İnsana sundukları şeyler de insanî ve tabiî olmaktan uzaktır.

“Rab” kavramı

“Terbiye” kelimesi, “r-b-b” kökünden türemiş bir kelimedir. Sözlükte, “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşâ edip geliştirmek” mânâsındaki “Rab” (Rabb) kelimesine, mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilir.[i]

Kur’ân’da “Rab” kavramının en fazla kullanıldığı anlam, “mahlûkatın yegâne hâliki, mürebbîsi, muslihi, müdebbiri, hâdîsi olan yüce varlık (Allah)” anlamıdır. Kavram bu mânâda Kur’ân’da 964 kez geçmektedir. “R-b-b” kökünün Kur’ân’da tüm türevleri ile birlikte 980 kez geçtiği de dikkate alındığında, Kur’ân’da “Rab” kavramının “mahlûkatın yegâne hâliki, mürabbîsi, muslihi, müdebbiri, hâdîsi olan yüce varlık (Allah)” anlamına tahsis edildiği, bu sık kullanımdan anlaşılmaktadır.[ii]

“Rab” kelimesi, inanç konularının ağırlık kazandığı Mekkî ayetlerde 806 defa, muamelat mevzularının yoğunlukta bulunduğu Medenî ayetlerde ise 165 defa geçmektedir. [iii]

Ulûhiyet ifade eden en üst ve en kapsamlı kavram şüphesiz “Allah” lafzıdır. Hidâyetin membaı olan Kur’ân-ı Kerîm, Tevhîd yolundan sapmış olan Mekke toplumu ve diğer toplumların benliğinde mevcut olan Tevhîd akîdesini yeniden inşâ etmeyi gaye edinmiştir. Bu inşâ sürecinde Tevhîd’in en birinci ve en üst kavramı olan “Allah” lafzı yerine, ona çok yakın olan “Rab” kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Her şeyi bir hikmete binaen yaratan Allah (cc), Kur’ân âyetlerinde ve lafızlarında da bazı hikmetler gözetmiştir. “Rab” kavramının kullanımı ile ilgili bazı sebepler/hikmetler dikkati çekmektedir.[iv]

“Rab” kavramı Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlü ile birlikte Allah’a (cc) has bir kavram kılınarak diğer nesneleri/kişileri anlam alanından soyutlamıştır. Zira Kur’ân-ı Kerîm, Cahiliye Arapları ve eski toplumların Rab edindikleri putları eleştirmiştir. Onların Rab olmak bir tarafa, kendilerine dahi faydalarının olmadığını, başlarına gelen en ufak sıkıntıları bile savmaya muktedir olamadıklarını dile getirmek suretiyle onların asla Rab olamayacaklarını, tek Rabbin Allah (cc) olduğunu vurgulamıştır.[v]

Kur’ân-ı Kerîm daha ilk ayetleri ile birlikte bu kavrama yönelik ciddî eleştiriler getirmiştir. Mekke Cahiliye toplumunun kavrama yükledikleri bazı yanlış anlamları daha en başından düzeltmeye yönelik adımlar atmıştır. İlk vahiyde “Yaratan Rabbinin adıyla oku” ifadesinin kullanılması, onların dinî anlamda putlar için kullandığı bu terimin anlam içeriğini tamamen değiştirmiştir. Aslında “değiştirmiş” demek yerine “tashih etmiş, düzeltmiş” demek daha doğru olacaktır.[vi] Eğer bu ilk vahiyde “Rabbinin adı ile oku” denilip yaratma vasfı zikredilmeseydi müşrikler için bir müşkül olmayacak, onlar, “Her birimizin bir rabbi/putu olduğu gibi (hâşâ) Muhammed’in (sav) de bir Rabbi varmış” deyip eski bâtıl yaşamlarına devam edebileceklerdi. Zira her birinin bir rabbi/putu vardı ve onlar o rablerinin/putlarının adı ile okunma emrinin kastedildiği anlamını çıkarabilirlerdi. Lâkin yaratma vasfı bu ihtimâli tamamen ortadan kaldırmış, rabliğin Allah’a (cc) mahsus olduğunu en veciz şekilde ortaya koymuştur.[vii]

Kur’ân’ın ilk muhâtapları, “rab” kelimesini sözlük mânâsı çerçevesinde (sahip, efendi vesaire) kullandıkları gibi, tanrı anlamında da hem hayatlarında belli belirsiz yer verdikleri Allah için, hem de O’na ortak koştukları putları için kullanıyorlardı. Ancak onların düşüncesindeki “rab” kavramı, öncelikle putlarını ifade ediyordu. Tevhîd prensibini kökleştirmeyi amaçlayan Kur’ân, En’âm Sûresi 164’üncü ayette, “De ki, ‘Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka bir Rab mi ararım?’” kavl-i celiliyle “rab” kelimesi hakkında doğru olmayan bu ortak kullanımı düzeltmeyi, söz konusu kelimenin mutlak anlamda sadece Yüce Allah için kullanılabileceği gerçeğini ortaya koymayı hedeflemiştir.[viii]

Buna binaen Hazreti Peygamber’in kölelerin sahiplerine/efendilerine “rabbî” kelimesini kullanarak “Efendim” demelerini yasakladığını biliyoruz. Ebu Hureyre’nin bildirdiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sakın biriniz (kölesine) ‘abdim’ ve ‘emem’ (kulum, kölem) demesin! Hepiniz Allah'ın abdlerisiniz/kullarısınız ve hepinizin kadınları Allah’ın emeleri/kullarıdır. Fakat ‘benim gulâmım/oğlum, benim câriyem, benim fetâm (delikanlım), benim fetâtım (genç kızım)’ desin. Köle de (efendisine) ‘Rabbim’ demesin fakat ‘seyyidim’ desin. Zira hepiniz memlüklersiniz/kulsunuz, Rab de Aziz ve Celil olan Allah’tır.”[ix] 

(Hadiste, köle sahiplerinin de onlara “abdî” yani “kulum” denmesi yasaklanmıştır.)


Terbiye ve mürebbi kavramları

“Rab” mastarı, terbiyenin ism-i fâili olan “mürebbi” anlamında da kullanılır. Bu, “rab” kelimesinin terbiye ile alâkası bulunan, emir/emretme, nehiy/yasaklama, tergîb/teşvik, terhîb/korkutma, taltîf/ödüllendirme, tekdîr/kınama, inayet/yardım gibi mânâları tam anlamıyla içermesindendir. Bu durumda rab, terbiyenin bütün gereklerini taşıyan bir mürebbî demek olur ki dolayısıyla sahip ve mâlik anlamına da gelir. Netice itibariyle rab, “mutlak anlamda mürebbi” demektir.

“Mürebbi” lafzı, mecazî olarak kişinin/nesnenin değerini ziyadeleştiren, kişiyi/nesneyi yücelten, ona değer katan anlamlarına gelir.[x] “Terbiye” ve “murabbi” lafızlarını lügat âlimleri genelde “r-b-b” kökü içerisinde incelemişler ve “terbiye” lafzına “bir şeyi olması gereken duruma getirmek” anlamını, “mürabbî” lafzına ise “bir şeyi olması gereken duruma getiren” anlamını vermişlerdir.[xi]

“Rab” kavramına anlam açısından yakın olan birçok lafız vardır. Hatta Esmâ-i Hüsnâ’nın tamamının dolaylı da olsa “Rab” kavramı ile anlam bağı olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin “rab” kavramında bulunan “terbiye” anlamının Esmâ-i Hüsnâ’dan el-Alîm, es-Semi’, el-Basîr, el-Hâfız, el-Mâlik, el-Mün’im gibi lafızlarla anlam bağı vardır. Zira terbiye vasfına hâiz olmak için, terbiye üsûlünü, terbiye edeceği kişiyi/nesneyi bilmesi (el-Alîm), duyması (es-Semi’), görmesi (el-Basîr) ve benzeri birçok vasfa sahip olması icap eder. Böyle olmazsa terbiye noksan olmuş olur. Allah ise noksanlıktan münezzehtir.[xii]

Rabbanî (Rabbaniyyun) kavramları

Kur’ân’da Âl-i İmrân Sûresi 79’uncu ayet ile Mâide Sûresi 44 ve 63’üncü ayetler olmak üzere Yahudi geleneğine atıfla[xiii] sadece üç yerde geçen “Rabbanî” kavramı, zikredildiği yerlerde “kendilerini Rabbe adamış âlim kimseler” anlamında, Rabbin istediği tarzda örnek ve dindar bir yaşam süren ve doğru yolu gösteren mürşitler için kullanılmaktadır.[xiv]

Taberi, “rabbaniyyûn” kelimesi hakkında özetle şunları söylemiştir: “Rabbaniyyûn kelimesi, ‘rabbanî’ kelimesinin çoğuludur. Bunun mânâsı ise, ‘İnsanları yetiştiren, işlerini düzene koyan ve onları sevk ve idâre eden’ demektir. Bu nedenle âlimler de, fakihler, hikmet sahipleri, müttakiler, liderler ve eğiticiler de ‘rabbaniyyûn’ kelimesinin ihtiva ettiği mânâya girmektedirler. Çünkü bunlardan her biri, kendi ihtisas alanlarında insanları yetiştirirler, eğitirler, işlerini düzenlerler, sevk ve idare ederler.”[xv]

Netice olarak, “r-b-b” kökünden türemiş olan “rabbaniyyun” kavramını Kur’ân-ı Kerîm, Rab Teâlâ’yı hakkıyla tanımış, ibadete düşkün ve dinî ahkâma vâkıf kimselerken üzerlerine düşen sorumlulukları yapmayan kimseler” olarak bizlere tanıtmakta olup, dine sıkıca sarılmak, dinin gereklerini yerine getirmek konusunda noksanlık göstermemek gerektiğini öğütlemektedir. Konuyu Kur’ân ekseninde incelediğimizde, “rab” kavramının Kur’ân’da Esma-i Hüsnâ’dan 27 isimle (er-Rahmân, er-Rahîm, el-Mâlik, el-Vehhâb, el-Ğanî, el-Kavî, el-Azîz, el-Hakîm, el-Alîm, el-Bâis, el-Habîr, el-Basîr, es-Semi’, el-Vekîl, el-Kadîr, el-Muktedir, el-Hafîz, eş-Şehîd, eş-Şekûr, Zü’l-Celâli ve’l İkrâm, el-Kerîm, el-Fettâh, el-Hakk, er-Raûf, el-Muhyî, el-Mumît, el-Latîf, el-Vedûd isimleri ile) doğrudan/beraber zikredildiğini de görürüz.[xvi]

Rabbin insana öğrettikleri

 

Kur’ân’ın ilk vahiy ayeti olan “Oku” emrindeki Rab

İlâhî İsimlerin öncülerinden olan Er-Rab ismi, Allah’ın (cc) devamlı surette yarattıkları ile irtibatlı olduğunu gösterir. Burada “irtibat” kelimesinin yine “rabbe” kökeninden geldiğine dikkat edilmelidir. Allah, yarattığı her varlıkla ontolojik anlamda içeriden ve kozmolojik anlamda dışarıdan bağlantı kurmakta ve onlarla ilgilenmektedir. Mahlûkatın her biri farklı bir ihtiyaç içindedir. Rabbü’l-Âlemin yani âlemlerin terbiye edicisi olan Allah, yarattığı varlıkların farklı tabiatlarını ve bunun neticesi olan muhtelif ihtiyaçlarını dikkate alarak onlara ilgi göstermektedir.[xvii]

Yine Kur’ân’da, Alâk Sûresi 1’inci ayetteki “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” ifadesinde olduğu gibi, ardından gelen 3 ilâ 5’inci ayetlerde de “Rab” kelimesinin kullanılması bir tesadüf değildir. Kur’ân’ın nazil olan bu ilk ayetinde okumanın Allah (cc) adına, Allah’ın (cc) yardımı ve izni ile olmasının vurgulanması, müminlere eğitim ve öğretimin “Rab” eksenli olmasını telkin etme gayesine matuftur.[xviii]

Bu ayetin peşinden gelen “Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin, sonsuz kerem sahibidir” ayetleriyle Rabbin “kalem ile yazmayı öğreten” olarak takdim edilmesi, ilmin/bilimin membaının insanın ve âlemlerin yaratıcısı ve de Rabbi olan Allah (cc) olduğuna işaret etmektedir. Bu ayetler ilim elde etmek için ilk olarak, Rabbin tanınmasının ardından diğer ilim vesilelerine tevessül edilmesi gerekliliğine delâlet etmektedirler.[xix] Ayette kalemle yazmayı öğreten ve insanı bilmediğini öğreten Rab, elbette bir öğretmen, bir muallimdir. Yine Allah, El-Alîm yani tüm ilimleri bilendir, hatta onların tek kaynağıdır.

Rahmân Sûresi’nin şu ayetleri dikkat çekicidir: “O Rahmân olan Allah, sonsuz rahmetinin tecellisi olarak size bu Kur’ân’ı öğretti. O Allah ki, âlemin özü olan varlığı, insanı yarattı. Ve ona açık ve berrak şekilde düşünme, konuşma ve öğrenme yeteneği bahşetti. Bunca üstün özellikle donattığı insanı İlâhî rehberlikten mahrum bırakarak cehaletin karanlıklarına terk etmesi, O’nun sınırsız hikmet ve rahmetine elbette uygun düşmezdi.”[xx]

Böyle buyurarak Allah, insanlığın kurtuluş rehberi olan Kur’ân’ı da açık ve berrak şekilde düşünme, konuşma ve öğrenme yeteneği olarak tefsir edilebilecek beyanı da öğretendir.

“Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin, sonsuz kerem sahibidir” ayetleriyle Rabbin “kalem ile yazmayı öğreten” olarak takdim edilmesi, ilmin/bilimin membaının insanın ve âlemlerin yaratıcısı ve de Rabbi olan Allah (cc) olduğuna işaret etmektedir.

Kur’ân’ın ilk sûresi Fatiha’da Rab

Bu durumu Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fatiha’da da görüyoruz. “Hamdın âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsus olması” ifadesi, dolaylı da olsa eğitimin “Rab” eksenli olması gerekliliğini vurgulamaktadır. Tüm âlemleri terbiye eden Allah’ın (cc) bu âlemlerden biri olan insanı da olması gereken ilmî, irfânî ve vicdânî duruma getirme kudretini kendisinde bulundurduğu vurgulanmakta olup, insanoğluna bu terbiyenin ihsan edilmesi için hamd ile işe girişmesi gerekliliği vurgulanmaktadır. Öte yandan bu ayet, kullara âlemi tümüyle tasavvur ve tefekkür edip, onu doğru ve düzgün bir şekilde okumalarını öğütleyerek öğrendiği bilgilerle âlemi ve onun ötesinde Rabbini tanıması gerektiğini, eğitimini bu yönde yapmasını öğütlemektedir.[xxi]

Yine bu ayetler, âlemdeki tüm eğitim dallarının özünde Allah’a (cc) imanı barındırması gerekliğini ve eğitim modellerinin “Rab” ekseninde şekillenmesi gerekliliğini vurgulamaktadır.[xxii]

Hazreti Âdem’in yaratılmasında Rab

Hazreti Âdem’in yaratılmasını anlatan ayetlerde bu husus daha bariz ve açıktır: “(Kullarıma hatırlat!) Hani bir zamanlar Rabbin, meleklere, ‘Ben mutlaka yeryüzünde (Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak, hükümlerimi uygulayacak, ilim, imkân ve istidadı sürekli gelişip artacak) bir halife (var edip görevli) kılacağım (Âdemoğlunu adil bir düzen ve devlet disiplini kurmakla sorumlu ve yetkili yaparak dünyaya yollayacağım)’ demişti. (Melekler de) O’na, ‘Orada fesat çıkaracak ve kan akıtacak birini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ve takdis ediyoruz. (Saygıyla kutsayıp emrine amade bulunuyoruz. Eğer ibadet ve hizmet içinse, biz Sana zaten bunları yapıyoruz)’ yanıtını vermişlerdi. (Rabbin ise,) ‘Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim’ deyip (onları uyarıvermişti).”

Bu hâdise de eğitimin “Rab” eksenli olması gerektiğini, “Rab” eksenli bir eğitimin kan akıtmak, fesat çıkarmak gibi kötü sebep ve olaylara değil, aksine âlemin inşa ve felâhına vesile olacağını ifade etmektedir.[xxiii]

Elest bezminde Rab

Hazreti Âdem’in şahsında, insanoğlunun ilk muallimi, onu yaratan Rabbidir. İnsanın ilk eğitimi ruhlar âleminde, bezm-i elestte başlamıştır. Yüce Yaratıcımız ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye seslendiğinde, cevabımız “Bela” yani “Evet, Sen bizim Rabbimizsin” olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de bu hâdise, Araf Sûresi 172’nci ayette şu şekilde anlatılmıştır: “Hani Rabbin, Âdemoğullarının bellerinden onların nesillerini alıp, Âdemoğullarından Kendisini tanıma, iman, kulluk, ibadet ve mükellefiyet taahhüdü için onları bizzat kendi nefislerine karşı şâhit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sordu. Onlar da lisân-ı hâl ile ‘Elbette! Sen bizim yegâne koruyucumuz, sahibimiz, efendimiz ve Rabbimizsin, biz de buna şahidiz!’ dediler. Böyle yaparak Biz, her insanın ruhunun derinliklerine peygamberler aracılığıyla ulaştırılan vahiy ve bu doğrultuda yaşanan hayatın etkisiyle Rabbini tanıyıp emirlerine itaat etme duygusunu yerleştirdik ki yarın mahşer gününde hesaba çekilirken, ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz.”

Bu ayette de hayatın her safhasının ve bu safhaların en önemli bölümü olan eğitim sürecinin “Rab” eksenli olması gerekliliğini bizlere öğütlemektedir.

Hazreti Âdem’e tüm isimleri öğreten Rab

“Ve sonra Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” (Bakara, 30-31)

Müfessirler bu ayeti şu şekilde tefsir etmişler: Allah Âdem’e, yaratılışa ve değerlerine uygun, varlıklara verdiği bütün isimleri, isimlendirilen varlıkları, varlıklar hakkındaki bilgileri, varlıklarla bilgilerin irtibatını; harfleri, kelimeleri, lafızları, mânâları, dilleri, cümleleri, lehçeleri; davranışları, ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını, uyum kurallarını, gerek duyacağı bütün bilgileri öğretti. 

Burada Yüce Mevlâ, “öğretti” anlamına gelen “alleme” fiili ile bizlere seslenmiş. Alleme… Öğretti… Kim öğretti? Muallim olan Allah.

Hazreti Yûsuf’a rüya tabirini öğreten Rab

İki zindan arkadaşının gördükleri rüyaları yorumlamasını istediklerinde Yûsuf Peygamber’in, onların rüyalarını yorumlamadan önce onlara dediği şuydu: “Yûsuf, ‘Hayhay!’ dedi, ‘Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden önce size rüyanızın yorumunu bildireceğim. Ama önce, birkaç dakika beni dinlemenizi rica ediyorum. Bakın, bu bilgi ve yetenek, benim kendi maharetim değil, doğrudan doğruya Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Ve bana öğretilenler, yalnızca rüya yorumlamaktan ibaret değildir. Doğrusu ben, insanlığın yegâne Rabbi ve İlâhı olan bir Allah’a inanmayan ve bunun en doğal sonucu olarak öte dünyanın varlığını inkâr eden şu içerisinde yaşadığınız toplumun bâtıl inanç ve hurafelerle dolu dinini ve bu dine göre oluşturulan hayat tarzını terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un insanlığa getirdikleri ve doğrudan doğruya Allah’tan gelen o mükemmel inanç sistemini kabul ettim. Bakın arkadaşlar! Bizim hiç kimseyi ve hiçbir şeyi itaat edilmesi gereken mutlak otorite kabul etmeye yani onları Allah’a ortak koşmaya hakkımız yoktur. İşte bu dupduru Tevhîd inancı, Allah’ın hem bize, hem de diğer bütün insanlara bahşetmiş olduğu en büyük lütfudur. Ne var ki, insanların çoğu, kendilerine bunca nimetini bahşeden Rablerine kulluk görevini yerine getirmiyor, O’na gereğince şükretmiyorlar’.”[xxiv]

Yukarıdaki ayet mealinde verildiği şekilde, Hazreti Yûsuf, zindan arkadaşlarına Tevhîd ilkesini tebliğ ederek, “Sizin gördüğünüz bu rüyaları tabir edebilirim. Ama bilin ki, bu tabir bilgisi Rabbimin bana bahşettiği bir ilimdir” diye söze başlayıp, İbrahim, İshak ve Yakub Peygamberlerin hayatlarında tatbik ve de tebliğ ettikleri inanç üzere olduğunu, müşrik olmadığını anlatır. Sonra da, “Ey zindan arkadaşlarım! Lütfen cevap verin, çeşit çeşit tanrıların varlığına inanıp yüzlerce efendiye kul köle olmak mı daha iyidir, yoksa her şeye gücü yeten bir tek Allah’a kulluk ederek özgür ve onurlu bir hayata kavuşmak mı? Hangisi daha uygun bir yoldur?” [xxv] sorusunu yöneltir. Bu soru da eğitimin “Rab” eksenli olması gerekliliğine işaret etmektedir. Zira Yûsuf Peygamber direkt olarak onların rüyalarını yorumlayabilirdi. Ancak O, ilk önce Rab Teâlâ’yı onlara tanıttı ki her şeyi evirip çeviren, karşısında hiçbir kudret ve iktidarın bulunamayacağı O Yüce Yaratıcı’yı bilsinler ve bu rüyaları onlara gösterenin ve rüyaları gerçekleştirecek olanın, dilerse onları zindandan kurtaracak olanın Allah Teâlâ olduğunu bilip ona göre hareket etsinler.[xxvi]


Peygamberler de birer muallimdir

Hazreti Peygamber de birçok kez, “Allah, Beni bir muallim (öğretmen) olarak göndermiş bulunuyor”[xxvii] buyurmuştur. Bizim ikinci öğretmenimiz de Hazreti Peygamber’dir. O’nun öğretisine “sünnet-i seniyye” diyoruz. O Kur’ân’ın hayata nasıl tatbik edileceğini Bizzat yaşayarak sahabesine gösterdi ve öğretti.

Bakara Sûresi 129’uncu ayette de, “Rabbimiz, içlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın!” buyurulur. Yani Hazreti Peygamber gibi, insanlığa gönderilen diğer tüm peygamberler de birer muallim, birer mürşit idiler. Hazreti Peygamber de bir hadis-i şerifinde, “Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için Cennet’e giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah’tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin abidden (ibadet edenden) üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar, ne de dirhem miras bırakdılar. Ancak ilim miras bıraktılar. Şu hâlde o ilmi alan, büyük bir pay almış demektir”[xxviii] buyuruyor. Peygamberler, Cenab-ı Hakk’tan talim ettikleri ilimleri ve emirleri insanlara tebliğ ettiler. Hatta Hazreti Peygamber, “Suffe Ashabı” denilen halkaya dâhil sahabelere Bizzat muallim olarak onların eğitimini üstlendi. Onlar da dünyanın dört bir yanına dağılarak İslâm’ı insanlara öğrettiler. Onlar da kendilerinden sonra insanları irşat edecek insanları yetiştirdiler.

Bizler için her konuda pek güzel bir örnek olan Peygamber Efendimiz (sas), aynı zamanda eğitim ve öğretimde hiç boşluk bırakmayan bir muallim, bir öğretmendir. O’nun eğitim üslûbunda hiçbir şey ihmâl edilmiyor, hiçbir çalışma önemsiz sayılmıyordu. Sevgili Peygamberimiz (sas), eğitimcilerin önünde ulaşılması ve anlaşılması gereken bir hedef olarak duruyor. Başarısına tarihin şahitlik ettiği öğretmen olan Peygamberimizin (sav) uygulamaları ışığında, “Kendimize nasıl bir yol çizmeliyiz?” sorusunun cevabını buluyoruz.[xxix]

Öğretmenlik mesleğine bu şuur penceresinden baktığımızda, ehemmiyetini daha iyi anlayacağız. Bu ehemmiyetin ve manevî sorumluluğun farkında olan öğretmenler de daha dikkatli ve daha özverili olacaklardır.

Öğretmenler üstün insanlardır. Nereden mi biliyoruz? Yüce Allah’ın Zümer Sûresi 9’uncu ayette yer alan, “De ki, ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyruğundan. Bilmeyen öğretemezse, öğreten, bir bilen olmalı değil midir? Öyleyse bilen ve öğreten, elbette bilmeyenden farklıdır.

Yine Hazreti Peygamber, “Âlimin âbide üstünlüğü, Benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler”[xxx] buyurur. Bu öyle bir üstünlüktür ki gıpta edilmesi gerekir.

“Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.[xxxi] 

Yine bir başka hadiste ise Hazreti Peygamber, “Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”[xxxii] buyurmuşlardır.

Hücurat Sûresi 13’üncü ayetinde şöyle buyurulur: “Allah katında sizin en üstün (kerim ve değerli) sayılanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride olanlarınızdır.”

Fatır, 28: “Kulları içinde ise, Allah’tan ancak âlim olanlar (yaratılış sırlarını ve sorumluluklarını çok iyi kavrayanlar) içleri titreyerek hakkıyla ve hürmetle korkar ve ona bağlanırlar.”

Bu ayetler beraber düşünüldüğünde, bilenlerin daha muttaki olacağını anlayabiliriz.

“Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.

Rab eksenli eğitim modeli

Eğitim; insan ve toplumları değiştirip dönüştüren, inşâ eden bir kurumdur. İdeal nesiller, asırlık devlet ve medeniyetler, esasında bu kurumla vücut bulurlar ve kalıcılıklarını artırırlar.  Her eğitim sistemi kendi insan tipini var etmeyi amaçlar. Bütün eğitim sistemleri zihnen, fikren, fiilen, duruş, bakış, anlayış ve algılayış olarak kendi normlarına, kendi hayat anlayışlarına, kendi istek ve arzularına, hedef ve gayelerine uygun nesiller “yaratmak” ister. Bu da onların pek tabiî hakkıdır.[xxxiii] 

Kur’ân, tüm insanlığa “Rabbanî” olmaları gerektiğini vurgulamak sureti ile hayatlarının her safhasının Allah’ın emrine ve rızasına uygun olmasını emretmektedir. Eğitim hayat boyu devam eden bir olgu olduğu, Kur’ân ve Sünnet direktiflerinin bu yönde olduğu düşünüldüğünde, eğitim-öğretimin “Rab” eksenli olması gerekliliği açığa çıkmış oluyor.[xxxiv]

“Rab” eksenli eğitim modelinde dinî ve sosyal ilimler yanında tıp, astronomi, matematik, fizik, kimya ve biyoloji gibi müspet ilimlere dair dersler işlenirken Allah’ın (cc) kudret ve azametine, eşsiz yaratma vasfına temas edilmeli ki bu ilimlerden elde edilmek istenen nihaî hedef elde edilmiş olsun.[xxxv] “Rab” eksenli eğitim modelinde yetişen bir öğretmen, üzerindeki sorumluluğun farkında olacaktır. O, Peygamber’in bir varisidir. Bu şuurla öğrencisini yetiştirecektir.

Sonuç

İslâm’da eğitim, diğer din ve sistemlerin aksine, hayatı bir bütün olarak ele alır ve onun her yönünü ihata eder. Zannedildiği gibi tabiata ve fenne sırtını dönmez. İnsanın ruhî ve beşerî ihtiyaçlarını gözetir. Fıtrata önem verir. Fıtrata mugayir şeylere asla izin vermez. Fertten başlayarak toplumun ve tüm dünyanın huzurunu, refahını esas alır. Nerede bir sıkıntı varsa onu çözmek için kendisini sorumlu hisseder. Çünkü o, dünyada bu görevi ifa etmek için bulunmaktadır. Bu sistemde yetişen nesiller aklını ve ruhunu bozuk ideolojilere değil, sadece Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim eder.  Kula kulluk etmez. 

Laik ve seküler sistemler, beşerî düzenler fıtrata değer vermez. Onların eğitim sistemlerinde insanîlik yoktur. İnsana sundukları şeyler de insanî ve tabiî olmaktan uzaktır. Bunun için de fert ve toplum bazında, devlet ve medeniyetler temelinde insanlığın aradığı huzur ve mutluluk bir türlü yakalanamamaktadır. İslâm’dan kopuk bütün anlayış ve yaşayışlar, eğitim ve öğretim sistemleri kişiyi huzurdan uzaklaştırır, toplumda kaos ve cinnet hâli meydana getirir. Aslıyla bağ kuramamış, fıtratıyla uyum sağlayamamış, can damarı kopmuş fert ve toplumlar, özlenen dünyaların sakini olamaz ve aradıkları ideal hayata kavuşamazlar. Çünkü kendilerini var eden asıl ve gerçek “Rab”den uzak kalmışlardır. Bugün insanlığın yaşadığı savaş ve katliamlardan, akan kan ve gözyaşlarından canavara dönüşmüş eğitim sistemleri sorumludur.[xxxvi] 

Eğitim ve öğretim “Rab” eksenli olmadığında insanlara yarar sağlayacağı yerde zarar verir. Allah inancı, ahirette hesaba çekilme bilinci olmayan seküler ve pragmatist bir eğitim modeli, topluma huzur, barış ve refah yerine kaos, anarşi, terör, rüşvet, yolsuzluk ve yoksulluk verecektir. İnsanoğlunun tarihinde bunlar yaşanmış ve tecrübe edilmiştir.

 


[i] Râgıb El-İsfahânî, El-Müfredât, “Rbb” Md.; İbnü’l-Esîr, En-Nihâye, “Rbb” Md.

[ii] Halil İbrahim Aydın, Kur’an’da Rab Kavramı, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Karaman – 2017

[iii] Dr. Aydın Temizer, Kur’ân’da “Rab” Kavramı Üzerine Semantik Bir Analiz, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 44 (2013/1), Sh:39-66, 2013

[iv] H. İbrahim Aydın, age. S.79

[v] H. İbrahim Aydın, age., s:73

[vi] H. İbrahim Aydın, age., s:85

[vii] H. İbrahim Aydın, age., s: 85

[viii] A. Temizer, Agm.

[ix] Buhârî, Itk 17; Müslim, Elfâz 13, 14, 15, Hadis No: 2249; Ebû Dâvud, Edeb 83, Hadis No: 4975, 4976

[x] H. İbrahim Aydın, age. s:71

[xi] İsfehânî, Müfredât-ü Elfâzi’l-Kur’ân, s. 336, 340; Ebû’l-Bekâ, el-Külliyyât, Mu’cemün fi’l-Mustalahât ve’l-Furûku’l-Lüğaviyye, Müessesetü’r-Risâle, s. 339, 344

[xii] H. İbrahim Aydın, age. s:62-63

[xiii] Salime Leyla Gürkan, “Rabbâniyyûn”, DİA, XXXIV, s. 376.

[xiv] A. Temizer, Agm.

[xv] Taberî, Câmi’u’l-Beyân an Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân, II, s. 280-281.

[xvi] Ahmet Abay, “Âlimlerin Rabbânîliği Olgusunun Kur’ân Bağlamında Tahlili”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 24, s. 8, 2014

[xvii] Arzu Eylül Yalçınkaya, Er-Rab İsm-İ Şerifi Üzerine, Https://Www.Arzueylulyalcinkaya.Com/

[xviii] H. İbrahim Aydın, age., s:96

[xix] H. İbrahim Aydın, age., s:96

[xx] Rahman Suresi 1-4. Ayetler (Mahmut Kısa Meali)

[xxi] H. İbrahim Aydın, age., s:96

[xxii] Muhammed Hüseyin Tabâtabâî (v. 1981), el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân, XX, s. 372, Beyrut 1997

[xxiii] Râzî, Mefâtihü’l-Gayb, II, s. 194, 195; Tabatabâî, a.g.e., I, s. 136.

[xxiv] Yusuf Suresi:37-38 (Mahmut Kısa Meali)

[xxv] Yusuf Suresi: 39 (Mahmut Kısa Meali)

[xxvi] H. İbrahim Aydın, age., s:98

[xxvii] İbn-İ Mace, Mukaddime Hadisleri, No:229

[xxviii] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm, 19; İbn Mace, Mukaddime, 17

[xxix] Betül BOZALİ, Muallim Peygamber, https://www.siyerinebi.com/tr/muallim-peygamber

[xxx] Tirmizi, İlim 19

[xxxi] Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268

[xxxii] Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21. Ayrıca Bk. Ebû Dâvud, Salât 349; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; İbni Mâce, Mukaddime 16

[xxxiii] Eğitim Tevhid Eksenli Olmalıdır, http://www.medeniyetvakfi.org/

[xxxiv] H. İbrahim AYDIN, age., s:99

[xxxv] Ahmet KALKAN, Ansiklopedik Kur’ân Kavramları ve Güncel Yansımaları, VIII, s. 712-713. Davut Emre Yayınevi, İstanbul 2011

[xxxvi] Eğitim Tevhid Eksenli Olmalıdır, http://www.medeniyetvakfi.org/