BİRÇOK kişi insanların neden terörist oldukları konusunda fazla düşünme ihtiyacı hissetmez. Konu üzerinde fazla bilgi sahibi olmayanlar, günlük medyaya yansıyan yüzeysel yorumlar nedeniyle, teröristlerin, normal insanlardan çok farklı kişiler olduklarını düşünürler. Bir terör örgütünün eylemlerine katılan kişilerin psikopat, sadist ve kötü ruhlu, karanlık insanlar oldukları ve akıl sağlıkları yerinde olmayan bütünüyle patolojik oldukları kabul edilir. Ancak yarım yüzyıl öncesine dayanan klasik psikoloji araştırmaları, topluma uyumlu son derece normal insanların, belirli koşullar hazırlandığında kendilerinin bile öngöremedikleri davranışlar göstereceklerini ortaya koymuştur.
Grup liderinin etkisi, birbiriyle iç içe geçen iki faktöre bağlıdır. Yeni grup kimliğiyle bütünleştirme ve eski grup kimliğinden kopartma... Bazı araştırmalarında denekler, hizmet ettiklerini düşündükleri amaçla ne ölçüde bütünleşmişlerse, verilen emirlere uyarak karşılarındakilerine zarar vermek için kendilerini onlardan ayırmış ve onlara zarar vermekte sakınca görmemişlerdi. Benzer şekilde, hizmet edilen amaç ne ölçüde değerli bulunuyorsa, zarar verme eylemin yerine getirilirken pişmanlık duyulmuyor. Eski bir CIA çalışanı olan M. Sageman, mücahitlerin, kendilerine verilen emirleri yerine getiren ve grup baskısıyla hareket eden robotlar olmadıklarını, tam tersine ne yaptıklarının bilincinde olan coşkulu katiller olduklarını söylemiştir. Sageman ayrıca Bin Ladin veya Bağdadi gibi liderlerin, eylemlerle ilgili emir veren kişiler olmaktan çok, ilham kaynağı işlevi gördüğünü belirtmiştir. Benzer şekilde FETÖ sempatizanlarının da aynı duygularla hareket ettiği, ülkemize verdikleri ulusal ve uluslararası zarardan pişmanlık duymadıkları herkesin malûmudur.
Kürt halkının asil yapılanmasına sahip olanlar iyi bilmektedirler ki, gerçek özgürlük, şu an yaşadıklarıdır
İnsanların terör örgütlerine neden yöneldikleri çok sayıda araştırmaya konu olmuştur. Örneğin, ekonomik yetersizliklere bağlı olarak insanların terör örgütlerine yönelimlerinin, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Dinî argümanla hareket ettiğini söyleyenlerin gerçekte din algıları ve yaşamlarından çok uzak oldukları, araştırmacıların dikkatlerinden kaçmamıştır. Esas nedenin örgütün sunduğu sahte cazibe olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. FETÖ, din argümanlarını kullanırken, yine ülkemize yıllardan beri var olan PKK ise ekonomik ve ırkçılık söylemlerini tercih etmektedir. PKK da FETÖ gibi sadece ülkemizde değil birçok ülkede yerleşik terör yapılanmalarıdır. Böylesi yapılanmalar sadece bir devletin değil birçok devletin sınırsız desteği ile uzun yıllar ayakta kalabilir. Ladin ve Bağdadi, Öcalan ve Gülen aynı şeylerdir.
Tüm terörist oluşumlar, kendilerince en yüce ve en asil bir amaç için hareket ettiklerini düşünür. Örneğin, El Kaide, ISIS ve FETÖ mensupları Müslümanları biraya getirecek daha iyi bir toplum ve dünya için mücadele ettiklerine inanırlar. PKK ise tüm Kürt halkını özgürleştirme argümanını savunur. Bu tür algılar dinde zayıf olanların o guruplara yönelimlerini artırabilir. Kürt halkından daha ziyade sosyolojik olarak travma hâlindeki ailelerin çocukları özgürlük hayaline inanabilmekte. Zira Kürt halkının asil yapılanmasına sahip olanlar iyi bilmektedirler ki, gerçek özgürlük, şu an yaşadıklarıdır. Müslüman görünümlü örgütlerin hilafet devlet argümanları nasıl boş bir hayal ise, PKK’nın kendilerinin dahi inanmadıkları Kürt devleti hayali de aynı düzlemde yerini almak üzeredir. Dolayısıyla örgüt elamanları farkında olmayarak bu hayallerin etkisinde, kendilerini bu ütopik idealin gerçekleşmesine adamış, ayrıcalıklı kişiler olarak görürler. Onlar için ölüm, bir son olmayıp vardıkları yer, yani ölümleri onlara sonsuz hayatı bağışlamaktadır. Zira 23 Ekim günü PKK’nın Ankara’da gerçekleştirdiği eylem bunun bir kanıtıdır. Hatta onlar kendi içlerinde bu yok oluşları kutlayarak, var olan elamanlarına moral aşılamaktadırlar.
Gruplar kendilerini tehlikede hissettikçe ve dışarıdan bir tepkiyle karşılaştıkça uzlaşmadan uzaklaşmakta ve daha sert bir şekilde liderlerin peşinden gitmektedir. Bunun bir örneği siyasette, özellikle Avrupa’da görülmektedir. Zira aşırı sağ güç kazanıyor ve toplumun kendine benzemeyen ötekilerini giderek daha kuvvetle dışlıyor. Buna karşılık ötekiler de bu oluşumlarla başa çıkma mekanizması ile radikalleşmeye yönelerek terör ve fanatik eğilimlerin uzun vadedeki en tehlikeli yönünü oluşturuyorlar. Böylece ötekileştirilen gruplar yaşadıkları ülkelerde, içinde yetiştikleri ve eğitim alıp, değerlerini benimsedikleri toplumla bütünleşmeleri giderek zorlaşıyor. Bu boyuttan PKK’ya bakıldığında bu ülkede onları dışlayan, onları ötekileştiren herhangi bir gurup olmadığı gibi son yerel seçimlerde CHP onlar için her türlü imkân ve tavizler vererek kapılarını sonsuza kadar açtı. Pekâlâ, bunlar terörden vaz mı geçti? Tabii ki hayır! Vaz geçerler mi? Yine tabii ki hayır! Çünkü hiçbir örgütü görünen isimler idare etmediği gibi onları da kendileri idare etmiyor ve asla da onları kendileri idare edemeyecek, tâ ki yok olup gidinceye kadar. FETÖ elebaşının cenaze töreninde ABD’nin ilgili bölgede uçuş yasağı almış olması, o bölgeye hiç kimsenin alınmaması, en üst düzeyde koruma sağlanması bu tür örgütleri kimin idare ettiğinin açık göstergesidir. Zira Öcalan’ı da bize veren yine ABD olmuştu.
Bu bilgiler, terörizmin hedefinin mantıksız bir yıkım olduğu görüşünün, çok sığ ve yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Terörizm, şiddet yanlısı bir liderin izleyenlerini etki alanında tutmak için seçtiği bilinçli ve etkin bir yoldur. Terör saldırılarından sonra ortaya çıkan aşırı tepkiler, gerçekte bu işi yönetenlerin tam olarak istedikleri şeydir.
Yargılamak kolaydır, anlamak sorumluluk getirir
Toplumları en çok hayrete düşüren, kendi kültürlerinde yetişmiş gençlerin, içinden yetiştikleri topluma yönelik şiddet eylemleridir. Bunun en temel nedeni, ergenlik dönemindeki gençlerin içinden geçtikleri kritik süreçtir. Kimlik arayışında olan bu gençler, benlik algılarını zedeleyecek bir durumla karşılaştıklarında, dağılmış aileye mensup olduklarında, zorbalıkla karşılaştıklarında, kafaları karışıp kendilerini yalnız hissettiklerinde bu gruplar için hedef üye durumuna gelirler. Kendine güvenli ve değerli bir kimlik oluşturamamış olan genç, ona koruma ve destek sağlayan ve bunun yanında kendince asil bir amaca hizmet etme imkânı sunan böyle bir gruba severek katılır. Bu tür oluşumlarda gençlerin kendi dar çevreleri içinde çok sıkı arkadaşlık bağları oluşturdukları bilinmektedir. Bu gruplar içinde, yüksek amaca hizmet yolunda, yaşanmış heyecan veren hikâyeler anlatılmakta ve üyeler benzer kahramanlıklar yapmaya teşvik edilmektedir. Modern söylemler ile de kendilerinin sömürüldüğüne, hak ve adaletin olmadığına inandırılırlar. Ülkemizdeki Gezi eylemlerinin görünen yüzü buydu. Ama amaç tamamen farklıydı ve kontrollü her şekilde yabancı istihbarat birimlerinin elindeydi. Toplumsal irade bu tür eylemleri asla kabullenmez. Ama gençler oralara basit bir fantezi duygusuyla dahi yönelebilmektedirler. Çünkü o gurupta yer alanlar devletin onlara ezelî ve ebedî düşmanı olduğu, askerin ve polisin ayırımcılık yaptığı, mevcut sistemin, onları korumadığı ve onlara düşman olduğu yönünde, çeşitli derecelerde gerçeklikten çok uzak ideolojik propagandaların etkisinde kalmaktadır. Böyle bir topluluğun üyesi olanlar her toplumsal durumlarda terörize olmaktalar. Bu tür toplumsal durumlar asla sıradan insanları terörist yapmaz ve onlar yasayı temsil eden güçlerin yanında yer alır. Bu topluluklar diğer guruplar için düşman konumumdadır.
Meselâ, güneydoğu kökenli gençler, ki bunların büyük bir çoğunluğu o bölge dışında büyük bir refah seviyesinde yaşam sürmekteler, içinde doğrulardan çok uzak abartılmış ayırımcılık hikâyeleriyle, meşru siyaset ortamına katılmak yerine, eylemcilere katılmaya teşvik edilmekteler. Doksanlı yıllarda bölgede yaşanan faili meçhul cinayetler, Diyarbakır Cezaevi hikâyeleri hafızalarda canlı tutulmakta ve etnik kimliği pekiştirerek birlikte yaşamayı zorlaştırmaktadır. Sanki diğer bölgelerde iş imkânı ve fırsat eşitliği Güneydoğu’dan farklıymış gibi sunularak, örgüte elaman kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Kişilerin bir topluma ait olma beklentisi karşılanmayıp yanlış tanınma süreci başlayınca kişi, o toplulukla yabancılaşmaya, topluluktan uzaklaşmaya başlar. Bu durum, kişinin o topluma ait kimliğinden kopmasıyla sonuçlanır. Radikal liderler yarattıkları nefret dalgası ve uyguladıkları şiddetle, güvenlik güçlerini azınlık grupları üzerinde daha çok gözleme, izleme ve baskı oluşturmasına yol açar. Böyle bir durumun oluşması, o toplumda devleti yanlış tanınma algısını veya önyargısını pekiştirir. Bu ise, azınlık gruplarının toplumdaki ana kimlikten kopmalarına ve toplumdan ayrışmalarına yol açar. Hatta bu tür bir uzaklaşma onlarda daha radikal söylemin gelişmesine yol açar ve olanlar bu iddialarını daha da güçlü kılmak için hiçbir provokasyondan kaçınmazlar.
Buradaki en önemli nokta şudur: Ne tek başına radikal seslerin varlığı ne de bireyin kendi yaşadıkları onları radikalleştirmeye yeter. Bu iki faktörün karşılıklı etkileşimi ve birbirini güçlendirerek pekiştirilmesi, bireyin radikal grupların üyesi olma yolunu seçmesine neden olur. Radikal grup üyeleri arasında patolojik kişilik özelliklerine sahip kişiler olmadığı sonucunu çıkartmamak gerekir. Hiç şüphesiz suça ve şiddete eğilimli veya sosyopatik özelliklere sahip kişiler de bu grupların içinde kendi patolojik kimliklerini gizleme imkânını bulabilir. Ancak terörizm normal koşullarda bir tetiği çekmeyecek veya bomba fitilini ateşlemeyecek insanları bir araya getiremeyecek kadar karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle de bu tür eylemlerin içinde olanları sadece beyni yıkanmış ve grup dinamiğinin etkisi altında hareket eden ve elebaşların emirlerini düşünmeden yerine getiren bir avuç sapkın olarak nitelemek de biraz yanlış olabilir.
Terörizm, yönetim üzerinde güç ve etki sahibi her kurumun olduğu kadar, sıradan vatandaşların da bilerek veya bilmeyerek oluşumuna katkıda bulunduğu bir süreçtir.
Ülkemizde terör olaylarına katılanlar üzerinde kapsamlı bir araştırmanın yapılması gerekiyor. Bu nedenle tarafsız bilim insanlarının terör olgusuna ışık tutacak araştırmalar yapmasına ve bu araştırmalardan çıkacak sonuçları kabul edecek bir hoşgörü ortamına ve cesarete ihtiyaç vardır.
Örneğin, işe, kendimize soracağımız şu sorularla başlayabiliriz: Toplumumuzdaki azınlıklara eşit davranıyor muyuz? Onlar vatandaşlık haklarından eşit olarak yararlanabiliyorlar mı? Onlara olağan şüpheli olarak yaklaştığımız durumlar oluyor mu?
Bu soruları sormak ve bu konuda bilimsel çalışma yapmak bizi sorunun bir parçası yapacaktır.
Yargılamak kolaydır, anlamak sorumluluk getirir. Çünkü ancak anlayanlar ve sorunun bir parçası olduklarının bilincine varanlar aynı zamanda çözümün de bir parçası olma şansını bulurlar. Bu anlamda sayın Devlet Bahçeli beyin çıkışını çok anlamlı buluyorum. Umarım önceki çıkışlar gibi zayi olmaz, uzatılan el samimi olarak sıkılır ve ülkenin her noktasında toplumsal refaha ulaşılır. Eski bakanlardan Nihat Zeybekçi, erken emekliliğin yılda iki Maraş depremi maliyetinde olduğunu ifade etmiş. Artık herkes terörün günde iki Maraş depremi maliyetinde olduğunun bilinç ve sorumluluğunda hareket etmelidir.