İnsanlık tarihinin en büyük “Suç ve Ceza”sı

Daha fazla ıstırap ve yıkıma sebep olmamak için Raskolnikov, işlediği suçun cezasını itiraf ederek kabullenmişti; tıpkı onun gibi, yeryüzü insanlarının da itirafta bulunmaları beklenmektedir. Sonuç olarak, itirafa özellikle halkı Müslüman olan ve diktatörler tarafından yönetilen ülkelerden başlamak gerekmez mi?

“SUÇ ve Ceza”, Rus yazar Fyodor Dostoyevski’nin (1821-1888) ünlü romanının adı. İlk olarak 1866 yılı boyunca önce edebiyat dergisi Rus Habercisi’nde, daha sonra tek cilt olarak yayımlandı. Dostoyevski’nin beş yıl süren Sibirya sürgününün dönüşü yazdığı tam uzunluktaki ikinci romanı “Suç ve Ceza, yazarın “olgunluk” döneminin ilk büyük romanı olarak kabul edilir.

“Suç” ve “ceza” arasındaki ilişkiyi edebî bir üslûp ile anlatan roman, aradan geçen zamana rağmen hâlâ güncelliğini korumaktadır. Özetle romanın konusu şöyle: Eski bir hukuk öğrencisi olan Rodion Romanoviç Raskolnikov, Saint Petersburg’daki küçük, kiralık bir odada aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır. Kendini destekleyecek tüm girişimlerden vazgeçmiştir ve yaşlı bir tefeci olan Alyona İvanovna’yı soymak ve öldürmek için bir plân tasarlar. Plânı tasarlarken ailesinin küçük servetini israf eden sarhoş Semen Zaharoviç Marmeladov ile tanışır. 

Romanın başkahramanı Raskolnikov, annesinden, Saint Petersburg’a ziyarette bulunacaklarından bahseden bir mektup alır. Mektupta Raskolnikov’un kız kardeşi Dunya’nın mürebbiye olarak çalıştığı iş yerinde kötü niyetli patronuyla olan sorunları ele alınmıştır. Savunmasız durumundan kaçmak ve kardeşine yardım etmek umuduyla Dunya, zengin bir taliple evlenmeyi seçer. Raskolnikov, kız kardeşinin bu davranışına içten içe öfkelenir ve bunu, Sonya’nın yapmak zorunda kaldığı şeyle aynı görür. Raskolnikov, tasarlayarak tefeci yaşlı kadın Alyona İvanovna’nın dairesine gidip onu baltayla öldürür. Ayrıca suç mahallinde tesadüfen bulunan Alyona’nın üvey kız kardeşi Lizaveta’yı da öldürür.

Yaptıklarından sarsılmış bir hâlde Raskolnikov, bir avuç dolusu eşyayla küçük bir çanta çalar ve tefecinin pahalı eşyalarına dokunmaz. Raskolnikov cinayetin ardından kaçar ve bir dizi tesadüf eseri sonucu görünmeden ve fark edilmeden ortadan kaybolmayı başarır. Ancak acemice işlediği cinayetten sonra ateşli bir hâlet-i rûhiyeye bürünür ve cinayet üzerine saplantı derecesinde endişelenir. Raskolnikov, işlediği cinayet sebebiyle müthiş bir bunalım sonunda suçunu itiraf eder ve cezalandırılır.

Dünyanın “Hazır ol” vaziyeti

2020 yılının başından beri, tarihinin hiçbir döneminde görülmediği kadar, insanlık büyük bir belâ ve felâketle yüz yüzedir ve tâbir yerinde ise, el yordamı ile mücadele etmektedir. “Covid-19” belâsından kurtulmak için milletler arası, çok yönlü mücadele verilmektedir. Virüsün çıkışı ile ilgili tartışmalar ise devam etmektedir ve büyük ihtimâlle uzun yıllar devam edecektir. Kuvvetle muhtemel, bu virüs “Çin icadı” olarak tarihe geçmiştir. Doğum yeri Çin olmakla beraber, başta ABD ve Avrupa ülkeleri, teknolojik güç ve üstünlüklerine rağmen gözle fark edilmeyip ancak mikroskopla görülebilen minnacık düşmana karşı amansız ve biraz da çâresiz mücadele etmektedirler. (En azından bu satırların yazıldığı gün ve saatlerde böyleydi.)

Dünya milletleri ve devletleri Covid-19 salgınıyla mücadelede başarısız ve güçsüz kalmışlardır. Yazının başlığı, “Suç ve Ceza” ile “Covid-19” virüsü arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Olayı önemli kılan nokta burası! Adaletin tesisinde “suç” ve “ceza” arasında mutlaka bir denge unsuru bulunur.

Genel felsefe ilkelerine göre ceza, toplumun maruz kaldığı zarara karşı ahlâkî bir karşılık olarak değer görür; toplumsal yanlışları, huzursuzlukları, hatâları müeyyide altına almakta kullanılan “adlî” bir prensiptir. Aksine caydırıcılık veya rehabilite gibi bir amacı ve hedefi bulunmamaktadır. Ceza ve ceza hukukunun görevi, sadece adaleti tesis değil, aksine, insanların barış içinde bir arada hayat sürmelerini temin için hukukî değerleri tesis etmektir. Bu yönüyle toplumun temel değerlerinin korunması düşüncesi olmaksızın, sırf adalet fikriyle cezanın uygulanması, suç ve ceza arasındaki dengeyi bozar.

Hukukçulara göre “ceza”, suç teşkil eden ve toplum düzenini bozan eylemi nedeniyle suçlu hakkında kusuruyla orantılı olarak yargı eliyle hükmedilen mahkûmiyetin infazı çerçevesinde tatbik olunur. Ceza, esasen ıslahı, toplumsal barışı sağlamaya yönelik ıstırap verici, korkutucu, caydırıcı bir müeyyidedir. Covid-19 ile yüz yüze kalan ve mücadelede başarısız olan dünya milletlerinin böyle bir ceza karşısında mutlaka kendilerini sorgulamaları gerekmez mi?

Çünkü Coronavirüs (Covid-19), insanlığa toptan bir ceza! Hem öyle bir ceza ki, milletlere jandarmalık yapan ve kendisinden başka güç kabul etmeyen ABD bile, bu hastalık karşısında içine düştüğü acziyetini itiraf etmektedir. Üstünde güneş batmayan Büyük Britanya, Başbakanı Boris’i bile koruyamadı. Kısaca sosyal, ekonomik ve kültürel yönden üstünlük iddiasındaki güçler, Covid-19 virüsü karşısında “Hazır ol” vaziyeti aldılar.

Covid-19 salgınının önlenmesi için öncelikle insanlığın hem hâlihazır, hem de geçmişe dair Allah’a karşı ve Allah’ın huzurunda itirafları gerekmektedir. Bunun için zaman yok, hemen şimdi! Şimdi değilse, yarın çok geç!


Olaya kim nasıl bakarsa baksın, nasıl yorumlarsa yorumlasın, dizi dizi uzmanlar her akşam TV ekranlarında hiçliklerini ve yokluklarını ne kadar dillendirirlerse dillendirsinler, insanların, yaptıkları nedeniyle “hâkimiyet sadece Kendisinde olan Yaratıcı” tarafından cezalandırılması söz konusudur. İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde zaman zaman belâ ve musîbetlerle tecziye edildikleri hem tarih kitaplarında, hem Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de açık seçik belirtilmektedir. Bunun en çarpıcı örneği, “Lût kavminin helâk edilmesidir”.

Kur’ân-ı Kerîm, öteki olaylarda olduğu gibi Lût kavminin helâkini de açık ve net şekilde bildirmektedir.

Hûd Sûresi, 77-83: “Elçilerimiz Lût’a geldiğinde, onlardan dolayı huzursuz oldu, onlara karşı çâresizlik hissetti. ‘Zor bir gün’ dedi. Lût’un kavmi hemen yanına geldi. Daha önce de o çirkin işleri yapıyorlardı. Lût, ‘Ey kavmim! İşte kadınlar, benim kızlarım; sizin için en nezih olanı onlarla evlenmektir. Allah’tan korkunuz ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyiniz! İçinizde aklı başında bir adam yok mu?’ dedi. ‘Sen de biliyorsun ki, senin kızlarında bizim gözümüz yok. Bizim ne istediğimizi pekâlâ biliyorsun’ dediler. Lût, ‘Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya güçlü bir desteğe dayanabilseydim!’ dedi. Elçiler, ‘Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yola çık. Eşinden başka, sizden hiçbiri geride kalmasın! Çünkü onların başına gelecek olan, şüphesiz onun başına da gelecektir. Onlar için belirlenen zaman, sabah vaktidir. Sabah da yakın, değil mi?’ dediler. Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine sağanak hâlinde, Rabbin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz.”

Elçiler Hazreti İbrâhim’den ayrılıp Sodom’a gelerek Hazreti Lût’a misafir oldu­lar. Hazreti Lût, onların melek olduğunu bilmediği için, kavminin onlara sarkıntılık edebileceğini düşünerek kaygılandı, şehir halkı hemen Hazreti Lût’un evine doğru akın et­meye başladı. Peygamber, kavminin babası hükmünde olduğu için, onların kız­larını kendi kızları yerinde kabul edip kavminin onlarla evlenmelerini teklif ede­rek misafirlerini korumaya çalıştı (Hicr, 51-74).

Hazreti Lût’un bu teklifi ve direnmesi karşısında kavmi alay ederek onu şehirden çıkarmak istedi (Araf, 82). Hazreti Lût, zayıf bir ümitle de olsa tebliğ görevini sonuna kadar sürdürdü ve onları bu çirkin davranıştan vazgeçirmeye ça­lıştı; misafirlerine tacizde bulunup da kendisini rezil etmemelerini rica etti ve bu hususta Allah’tan korkmalarını öğütledi, sözden anlayıp bu taşkınlıkları önleyecek birini aradı. Fakat içlerinde böyle biri yoktu. Hepsi birbirinden edepsiz, şehvetle­rinin kölesi olmuş kimselerdi. Bu sebeple Peygamberin nasihatlerini reddettiler. Lût, burada yalnız ve garipti, peygamber olarak görevlendirildiği için aralarında bulunuyordu; ailesi dışında dayanacak bir desteği yoktu, onları da sürgün edip çı­karmak istiyorlardı (Neml, 56).

Elçiler, Hazreti Lût’un iyice bunaldığını görünce kimliklerini açığa vura­rak ona, kavmini helâk etmek için geldiklerini bildirdiler. Bu arada bir mucize ola­rak Yüce Allah, elçilere sarkıntılık etmek isteyenlerin gözlerini kör etti (Kamer, 37), artık Hazreti Lût’u da, yanındakileri de göremez oldular. Hazreti Lût’un aile fertleri dışın­da ona inanan kimse bulunmadığı için (Zâriyât, 36), melekler Hazreti Lût’tan, karısı dışındaki aile fertlerini alıp gecenin bir vaktinde şehri terk etmesini istediler. Karısı iman etmediğinden, o da kâfirlerle birlikte yok olacaktı.

Hazreti Lût, İlâhî emir uyarınca geceleyin ailesini alıp şehirden çıktı; tan yerinin ağarması, azâbın gelmekte oldu­ğunu haber veriyordu. Nitekim güneş doğarken onları korkunç bir gürültü yakala­mış, ardından şiddetli bir depremle şehir altüst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir (Hicr, 73-74).

Böylece Lût kavmi, inançsızlık ve ahlâksızlığının cezasını çekerek tarih sahnesinden silinip git­miştir. Ve Yüce Kitabımız Kur’ân’da, Lût kavminin yaşadığı inançsızlık ve ahlâksızlığı ya­şayan kimselerin başına bu tür felâketlerin gelebileceğine işaret edilmektedir (Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: III/183-184).

Kur’ân-Kerîm’de, kavimlerin işledikleri suçlardan dolayı cezalandırıldıklarına dair pek çok örnek bulmak mümkün. Kur’ân-ı Kerîm’in düşünmek ve ibret almak için öne çıkardığı örneklerde suç ve ceza arasında bir bağ bulunmaktadır ve adalet terazisi, suç ve ceza arasında bir denge kurmaktadır. Önceki kavimlerin işledikleri suçlar karşısında uğradıkları cezalara göre son derece sınırlıdır. Lût örneğinde olduğu gibi… Hâlbuki Covid-19 afetinde ise tüm insanlık cezalandırılmaktadır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya, Covid-19’un hedefindeki siyâsî, ekonomik, teknolojik tüm güçler altüst olmuştur. Olay karşısında insanların Allah’ı tanımak ve sadece bugün değil, geçmişte irtikap ettikleri cinayetleri itiraf etme zamanı gelmiştir. Çünkü bizden sonraki nesiller, artık Milât öncesi gibi, “Covid-19 öncesi ve sonrası” diye tarihi anacaklardır.

Nerede hatâ yapıldı ki, insanlık Covid-19 cezasını hak etti? Daha fazla ıstırap ve yıkıma sebep olmamak için Raskolnikov, işlediği suçun cezasını itiraf ederek kabullenmişti; tıpkı onun gibi, yeryüzü insanlarının da itirafta bulunmaları beklenmektedir. Sonuç olarak, itirafa özellikle halkı Müslüman olan ve diktatörler tarafından yönetilen ülkelerden başlamak gerekmez mi?