İnsanlık tarihi ile yaşıt bir olgu: Göç

Suriye vatandaşlarını göçe zorlamıştır. Kısa sürede Türkiye’ye yapılan göçler ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda yeni durumlar ortaya çıkarmıştır. Bugün ülke topraklarında yaşayan Suriyeli sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Hem göç eden, hem de göçü kabul eden taraflar açısından pek çok sonucu ortaya çıkaran bu süreç, iyi yönetilebildiği takdirde kaosun önüne geçilebilecektir. Aksi durum söz konusu olursa, küresel bir kaosun ortaya çıkması kaçınılmazdır.

İNSANLIK tarihiyle yaşıt olan göç olgusu, her daim toplumsal gündem içerisinde yerini ve güncelliğini muhafaza etmiştir… 

Değişen dünya düzeni ve ortadan kalkan sınırlar, beraberinde küreselleşme gerçeğini getirirken bu gerçekle birlikte göç de artış ve yoğunluk kazanmıştır. Yaşanan insan hareketliliği, bütün toplumları farklı boyutlarda etkisi altına almıştır. Göç yönetimini hakkıyla yapabilenler galip gelirken, diğerleri göçün yıkıcı gücü altında ezilmiş, tahrip olmuş ve hatta parçalanmıştır.

Göç dinamik bir eylemdir. İçerisinde hareket ve değişimi barındırır. Geçici veya daimî olabilir. İnsanlarla sınırlı olmayan bu hareketlilik bir diğer canlı türü olan hayvanlarda da kendini göstermektedir. Temel itici gücü hayatta kalabilmek ve soyun devamını sağlamaktır. Çeşitli nedenlere dayalı olarak gerçekleşen göç, özellikle tehlike anında daha yoğun olarak hissedilir. Canlı tek başına göç edebileceği gibi, bu eylemi kitleler hâlinde de gerçekleştirebilir. Mevsim geçişlerinde gökyüzünde gördüğümüz kuşların telaşı bunun en açık örneklerindendir.

Göçler kuraklık ve iklim değişikliği gibi doğal nedenlerle gerçekleşebileceği gibi bireysel, sosyal, siyasal sebeplerle de meydana gelebilir. Sebebi her ne olursa olsun, başat nedeni “yaşam alanındaki koşullarda meydana gelen farklılaşmadır”. Büyük Kavimler Göçü’nde de, bir Ege kasabasına yerleşen emeklinin göçünde de eylemi ateşleyen faktör ortaktır.

Gerçekleşme nedenine, şekline, amacına göre göçleri çeşitli gruplara ayırmak mümkündür. Aynı ülke içerisinde yapılan yer değişikliği “iç göç” olarak tanımlanırken, ülke sınırlarını aşan göçe “dış göç” adı verilir. Zamansal bir ayrım yapılacak olursa sürekli ya da geçici göçlerden söz etmek mümkündür. Gönüllülüğe dayalı gerçekleştirilebileceği gibi “sürgün” adı verilen zoraki göçler de vardır. Tarih boyunca yaşanan sürgünlerin çok derin ve yaralayıcı sonuçları olmuştur.

Göç ile ilgili olarak değinilmesi gereken önemli bir husus, sığınmacı ve göçmen kavramlarıdır. Daha çok ekonomik nedenlerle gönüllü olarak yer değişikliği yapan bireylere “göçmen” adı verilir. “Sığınmacı” ise politik nedenlerle göçe zorlanan kişidir; yola, geri dönme umuduyla çıkar.

Yurdundan yuvasından koparılan insan, oradan oraya sürüklenir. Kendisine sahiplenebilmek için bir yurt arar. Fakat içinde daima geride bıraktığı vatanının acısı vardır. Gittiği yerde bir yabancı olmanın yıkıcılığı onda birtakım çarpıcı sonuçlar ortaya çıkartır. Horlanıp aşağılanırsa sonuç daha da vahimdir. Toplumla çatışma kaçınılmazdır. Ait olmadığı bir yapboza yerleştirilmeye çalışılan parça gibi eğreti görünür.      

Göçmen, kendisini daima yalnız hisseder. Kendi kültürel değerleri ile içine düştüğü kültür arasında karmaşa yaşar. Bu çelişkili sürecin sonunda kaybedenler kazananlardan daima fazladır. İnsanlar, paylaşma konusunda pinti canlılardır. Diğerlerini, diğerlerinin yükünü yüklenmek istemezler. Bu nedenledir ki, göçmen genellikle istenmeyen, beklenmeyen misafirdir. Atasözünde değinildiği gibi, “Davetsiz gelen, döşeksiz oturur”.

Vatanını, toprağını geride bırakan kişinin vardığı yerde yaşadığı en büyük açmazlardan biri de vatandaşlık konusudur. Vatandan kopuş, onun ruh hâlinde birtakım olumsuzluklar vücuda getirir. Denetim yeteneğini ve şuur gücünü zayıflatır. Zapt edilen sağduyu, kişiyi derin bir çukura iter. Birey de, toplum da yeni yaşam düzenine kolay kolay uyum sağlayamaz.

Türk milleti göçebe bir toplumdur. Göçebelik kültürü genlerimize işlemiştir. Giysilerimizden konutlarımıza, duvara asamadığımız resme kadar ilmek ilmek konargöçer mayamızın izleri, izimizi sürer. Göçmenlik Türk için bir yaşam tarzıdır. Her ne kadar yerleşik hayata geçmiş görünsek de bohçamız hazır bekler. Yörük, Anadolu topraklarında göçünü sürdürür.      

Türk’e göç buyruğu bazen göklerden gelir. Buyruğu alan hayvanlar, kuşlar, dağ, taş göç haykırışına başlar. Bir yiğit de çıkıp bu haykırışı destan olarak işler. Tarihsel sürece baktığımızda bunun en bariz örneği, Uygur Türklerine ait “Göç Destanı”dır. 

Bu millet, gurbeti kendine mesken tutmuş “garip” bir millettir. Bazen ekmek peşinde, bazen yârin düşünde ömrü yollarda geçmiştir. Yurdun içinde de olsa, dışına da çıkılsa, sıla bir kez terk edilmiştir. Araya eller girmiştir. Dolayısıyla eller, dillere yansır. Türk diline göz atıp kulak verdiğimizde, göç ile ilgili çok zengin bir söz varlığı bizi karşılar. Destanlarımızda, öykülerimizde, türkülerimizde, özümüzde, sözümüzde nakış nakış göç işlenir: “Kalktı göç eyledi Avşar elleri/ Ağır ağır giden eller bizimdir/ Arap atlar yakın eder ırağı/ Yüce dağdan aşan yollar bizimdir// Belimizde kılıncımız Kirmani/ Taşa geçer mızrağımın temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir…”

Anadolu toprağı oldukça dikkat çekici ve ilginç bir coğrafî konuma sahiptir. Dört bir yönün de kesişim noktasıdır. Yola nereden çıkarsanız çıkın, yolunuz mutlaka bu topraklara uğrar, bu topraklardan geçer ve bu topraklardan göçer. Tarih serüveninin her döneminde bu böyle olmuştur. Gerek uzak gerekse yakın tarihimiz, buna şahitlik etmiştir. 

Türk için göç, bir yaşam tarzıdır. Türk, göçeceği zaman öyle uzun uzun düşünmez, araştırmaz, hazırlık yapmaz. Her şey bir anda olur. Kervan yolda düzülür. Tabiî ki yolda kervan düzmenin pek çok sıkıntısı vardır. Tüm sıkıntılar en baştan kabullenilmiştir.

Göçmen, daima bir mücadelenin içinde olan insandır. Ömrü hep çatışma ile geçer. Bu ömürde eski yeni ile yerli yaban ile kavgadadır. İşin ilginç yanı ise, kavganın sonunda hem olumlu, hem de olumsuz çıktılar alınmasıdır.

Geniş bir açıdan, temiz bir pencereden baktığımızda göç olgusunu bir kazanç ve zenginleşme olarak da değerlendirebiliriz. Uzun bir analiz ve ardından gelen derin bir sentez, yeni ve aydınlık oluşumlara gebe olabilir. Çünkü her şey kendi iradesinde ve elindedir. Tarihsel süreç içerisinde baktığımız zaman insanların büyük çoğunluğunu bir şekilde etkisi altına alan geniş çaplı göç hareketleri yaşanmıştır. Kayıtlar sayısız örnekle doludur. Etki alanının genişliği açısından değinilmesi gereken göçlerden biri Kavimler Göçü’dür. Artan Çin baskıları ve yaşanan şiddetli kuraklık neticesinde topraklarını terk etmek zorunda kalan Türkler, Batı’ya doğru göç etmeye başlamıştır. Asıl göç yönü ise Avrupa’dır. Bu büyük göç hareketi, Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu coğrafyasını etkilemiştir. Avrupa’nın bugünkü yapısı ortaya çıkmıştır. Çağ açıp çağ kapatan Kavimler Göçü ile yeni kültürler hayat bulmuştur.

Üzerinde konuşulması gereken göçlerden bir diğeri ise Anadolu’ya yapılan Türk göçleridir. Anadolu, her yönüyle Müslüman Türkler için ilgi çekici bir coğrafya olmuştur. Bu uzun soluklu göçler neticesinde hızla Türk ve Müslüman kimliği kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşuyla başlayan fetihler, beraberinde yeni göçleri ve oluşumları getirmiştir. Her geçen gün biraz daha genişleyen göç dalgası, Avrupalı devletleri de harekete zorlamıştır. Yeni kıtaların keşfine gebe olan bu hareketlilik, yeni bir dünya düzeni ile neticelenmiştir.

Göç olgusu, dün olduğu gibi bugün de varlığını sürdürmektedir, yarın da sürdürmeye devam edecektir. Gerek ülkemiz toprakları içerisinde, gerekse ülkeler arasında yaşanan yer değişiklikleri bitmemektedir. Güncelliğini muhafaza eden büyük göç hareketlerinden biri de Suriye’den Türkiye’ye doğru yaşanan büyük göç dalgasıdır. 2011 yılında ortaya çıkan ve “Arap Baharı” olarak isimlendirilen süreç, Suriye’de iç savaşa dönüşmüştür. Savaşla birlikte yaşanan değişimler Suriye vatandaşlarını göçe zorlamıştır. Kısa sürede Türkiye’ye yapılan göçler ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda yeni durumlar ortaya çıkarmıştır. Bugün ülke topraklarında yaşayan Suriyeli sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Hem göç eden, hem de göçü kabul eden taraflar açısından pek çok sonucu ortaya çıkaran bu süreç, iyi yönetilebildiği takdirde kaosun önüne geçilebilecektir. Aksi durum söz konusu olursa, küresel bir kaosun ortaya çıkması kaçınılmazdır.