İnsanlığın şeref ve haysiyet mücadelesi

Kötüler kendi mücadelelerinin haklı olduğuna kendilerini de inandırmak için kötülüğün daha çok görünmesini ve yayılmasını arzu ederler. İnsanlık buna sessiz kalarak şeref ve haysiyetini zedelemektedir. “Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça” bu mesele çözülmez!

SON yıllarda, başta aile müessesi olmak üzere bütün insanlığın şeref ve haysiyetini yerle bir etmek isteyen bazı sapkın akımların hayatımızı istila ettiğini görüyoruz. 

Biz Müslümanlar olarak bu tür sapkınlıkların Allah tarafından lânetlenmiş olduğunu biliyor ve buna inanıyoruz. İnsanın fıtrî özelliklerine, geleneksel aile kurumuna, dinî ve evrensel ahlâkî değerlere bir başkaldırı olarak ortaya çıkan bu akımların kötü niyetli kişiler tarafından tasarlanıp uygulamaya konulduğu âşikâr. Bütün ülkelerde misyoner örgütler gibi tutunma ve yayılma derdindeler.

Bu tür sapkınlıkların “onur mücadelesi” olarak isimlendirilmesi de ayrı bir konu. İnsanlığın şeref ve haysiyetini beş paralık edip adına “onur mücadelesi” demek ve buna inanmak ya bir akıl tutulması ya da insanların aklıyla alay etmek. 

Mesele bireysel hak ve özgürlükler zeminine oturtularak meşrulaştırmaya çalışılıyor. Gerçekte ise tam bir dayatma var! Onlar yaptıkları fiil ve davranışları kendi mecralarında tutmayıp sokaklara taşıyacak, attıkları slogan ve yazdıkları afişler ile tüm değerlere saldıracak, diğerlerinden düşünce ve eylemlerine destek verilmesini talep edecek, bütün kurumlardan da kendilerine alan açmalarını bekleyecekler ama birisi kendilerine karşı bir söylemde bulunduğunda toplu bir linç kampanyası başlatacaklar… 

Geçenlerde yapılan “Büyük Aile Buluşması” mitinginin de böyle bir linçe tâbi tutulduğunu görüyoruz.

Karanlık odaklar tarafından senarize edilip popüler kültür araçlarıyla yayılan konjonktürel akımlara karşı aklıselim sahiplerinin bir duruş sergilemesi gerekir. Bazı ülkelerde çok daha sert duruşları ve politikaları görebiliyoruz. Bizim ülkemizde ise bu tür konularda ses çıkarması gerekenlerin “korkak” ve “pısırık” kaldıklarını söyleyebiliriz. Bunu da eziklikle açıklamak mümkün. 

Türkiye’de yıllardır devam eden bir aşağılık psikolojisi var. Bu da, bir konu muhafazakârların (dinî değerlere hassasiyet gösteren anlamında) lehine olacaksa, seküler insanların aleyhine olacaksa, karşı mahalleye açıkça laf edememe durumu şeklinde ortaya çıkıyor. Özellikle İslâm dininin yasakladığı konularda Müslümanca bir tavır koymakta zorlanıyoruz. Karşı mahalle her türlü hakaret ve aşağılamayı yapacak, senin değerlerini ayaklar altına alacak, senin varoluşunu tehdit edecek ama sen onlar nezdinde meşruiyet sağlama, onlara şirin görünme adına lafı eveleyip geveleyeceksin ve karşı olduğun hâlde iddialarını güçlü bir şekilde dillendiremeyeceksin. Eğer böyle olursa kötülükler nasıl engellenecek, iyilikler nasıl yayılacak, hak ve hakikat nasıl ortaya çıkacak? 

Aileye destek için yapılan buluşmaya ülkemizin Aileden Sorumlu Bakanı “nefret söylemi” diyebiliyor. Bu nasıl bir akıl ki, aile kurumunu dinamitle patlatmayı hayâl eden bir akıma karşı yapılan reaksiyon “nefret söylemi” olarak nitelendirilip sapkın düşüncelere yol verilebiliyor? 

Son yıllarda ivme kazanan ve daha çok görünür hâle gelen bu sapkın akımlar insanın biyolojisi üzerine kendi tasarladıkları bir kimlik giydirmek istiyorlar ve insanın doğallığı üzerinde denemeler yapıyorlar. Bu sadece birilerinin yaşam tarzı olarak ortaya çıkmıyor, diğerlerine de bir dayatma, taraftar bulma ve kendilerini çoğaltma derdine dönüşmüş vaziyette. İşin arka plânında dünyayı karanlığa gömmek isteyen derin aktörler var. Bütün dünyada sistemli bir çalışma yapılıyor, popüler kültür araçları organize bir şekilde kullanılıyor, toplumu etkileyecek tüm mekanizmalar harekete geçiriliyor. Bilgi iletişim teknolojileri aracılığıyla ve subliminal mesajlarla tüm toplumu kuşatmış durumdalar. Giysilerden oyuncaklara, süslemelerden afişlere kadar sapkınlığın rengini zihinlere kazımaya çalışıyorlar. Çoğumuz bilmeyerek ve “kullanışlı mallar” olarak onların bu düşüncelerinin bir aracı hâline gelebiliyoruz. 

Aile kurumunu koruyacak kamu otoritesi ise bu olan bitene kayıtsız gibi görünüyor. Bazı siyâsî partilerden ise bu tür sapkın akımları açıkça destekleyenler bulunmakta.

Konu Türkiye’de İslâm karşıtlığı üzerine de konumlandırılmış. Din düşmanları dinî değerlere karşı içlerindeki nefreti bu tür sapkın düşünceleri kullanarak ortaya koyuyorlar. Sapkın akımları destekleyerek dine karşı bir tavır aldıklarını düşünüyorlar.

Konu birilerine havale edilerek sorumluluktan kaçılacak bir problem değil. Buna dair derinliği olan bir mücadele stratejisi geliştirmek gerekiyor. 2023 Seçimleri öncesi bu tür sapkınlıklara karşı olan partilerin ve siyasetçilerin açık, net ve güçlü biçimde bu sapkın akımlara karşı bir duruş ve bunlarla mücadele stratejisi ortaya koymaları gerekir.

Öncelikle meseleyi iyi tanımlamak, bu tür sapkınlıkların nedenlerini, dış kaynaklarını, ne tür yöntemler kullandıklarını tespit etmek gerekir. Önce entelektüel bir birikimle düşünce düzeyinde argümanlar geliştirilmeli, sonrasında toplumsal bir destek zemini oluşturularak meseleye hukukî bir çerçeve çizilmelidir. Bu tür sapkınlıklara karşı duruş sergileyen her türlü organizasyona, kamuoyu önderlerine ve şirketlere sahip çıkılarak psikolojik üstünlük sağlanmalıdır. 

Dediğimiz gibi, bu mesele bireysel bir hak ve özgürlük meselesi değil, birtakım kötü niyetli kişilerin kendi sapkınlıklarını diğerlerine zorla dayatarak ya da onlardan “özgürlük mücadelesine destek” makyajı ile onay alarak meşruiyet sağlama çabasıdır. Kötüler kendi mücadelelerinin haklı olduğuna kendilerini de inandırmak için kötülüğün daha çok görünmesini ve yayılmasını arzu ederler. İnsanlık buna sessiz kalarak şeref ve haysiyetini zedelemektedir. “Namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça” bu mesele çözülmez!

Hepimiz uyanık olmalı, uyuyanları uyandırmalıyız. Aksi hâlde “onur mücadelesi” ile insanlığın şeref ve haysiyeti ayaklar altına alınacak!