İnsanlığın “Sekülerizm”le imtihanı

Üzerinde durulması gereken en önemli konu, çocuklarımıza ve gençlerimize verilmesi gereken din ve değerler eğitiminin, ilmî ve felsefî açıdan donanımlı, psikolojik ve sosyolojik süreçlerden haberdar olan bilim insanları tarafından verilmesini sağlamaktır. Aksi halde din ile dünya arasında bir bağlantı kuramayan yeni nesil kuşağın, din ve değerler adı altında verilen bu eğitimle, fikrî ve zihnî gelişimi olumsuz etkilenecek, faydadan uzak, daha çok kafa karışıklığına sebep olacaktır.

İNSANOĞLUNUN teşrifleri ile birlikte dünya sahnesinde acı tatlı birçok olay yaşandı. Hafıza-i nisyan ile malul olduğu için dünyaya geliş amacını ve sorumluluklarını kısa sürede unutan insanoğlu, unuttuğu bu amacından ve kendisine peygamberler aracıyla öğretilen istikametten uzaklaştıkça birçok bela ve musibete duçar oldu. Yaşanan her bir olay insanoğlunun belleğinde bir iz bırakarak tecrübe dediğimiz birikimin doğmasına sebep olsa da yaşanan her acı yaranın kabuk bağlamasıyla unutuldu. Hep başa dönüldü ama bu kısır döngü sürekli deveran ederek günlerden aylara, aylardan yıllara, yıllardan asırlara değin uzanan bir süreçte devam etti gitti. Zaman, bir nehir gibi akıyordu. Akıyordu da nehrin suları durulacağına kimi zaman kan, kimi zaman gözyaşı akıyordu.

İnsanoğlu hırslarına asla dur diyemiyordu. Kazandıkça kazanmaya, kaybettikçe yine kaybetmeye adeta kilitlemişti kendisini. Güç onda tutku olmuştu. Güç ve iktidar hırsı gözlerini körleştiriyor, kulaklarını sağırlaştırıyor, kalplerini taşlaştırıyordu. Kendisini ve içinde yaşadığı bu kâinatı yoktan var eden bir yaratıcı olduğunu bilse de bilmezlikten geliyor, onun yerine kendisini koyma cüretkârlığına düşüyor, kendisine gelen uyarıcıları taşlıyor, reddediyor ve hatta öldürüyordu. Ama ne yaparsa yapsın fıtratındaki inanç yazılımını silemiyordu. Birisine tapmak, ona bağlanmak, ona güvenmek tabii bir durumdu onun için. Allah’ı bırakıp insanlara, tabiat olaylarına, putlara, gök cisimlerine ve hatta kendi arzu ve heveslerine bile tapabiliyordu. Kendilerini tanrı tanımaz olarak lanse edenler bile bir şeylere taptıklarının farkında bile değildi.

Dünya bir imtihan yeriydi ve herkesin imtihanı farklıydı. Hak ve batılın mücadelesi bu imtihan serencamında varlığını sürdürüyordu. Zira insanoğlu daha yaratılışının ilk sahasında bile iblis denilen bir düşmana sahip olmuştu. İblis, insanı yaratılış gayesinden uzaklaştırmak ve tek olan Yaratıcı’ya kulluk ve ibadetten men ederek insanı bu imtihanda sınıfta bırakmaya adamıştı kendisini. İnsan ise onun yaldızlı hilelerine düşmekte adeta ateşe koşan pervaneler gibi arzuluydu. İnanan-inanmayan ayrımı zaman zaman kavgalara, büyük savaşlara neden oluyordu. Zaman zaman da büyük tartışmalara… Gücü eline geçirenler insanları kendi inandıkları gibi inanmaya zorluyorlar, inanmayanları ise kendi suni cehennemlerinde azaba duçar ediyorlardı. Bazen de azınlıklar çoğunluklara hükümran oldular. Onlar da “Herkes kendi vicdanında dilediği inancı yaşayabilir ama bunu başkasına dayatamaz” dediler. Ama insanların kendi inançlarını yaşamasına müsaade etmediler. Ardından “Herkesin inancı içinde kalsın, biz devletleri tanrının yasaları ile değil aklımızın ürettiği yasalar ile yönetiriz” dediler. Buna benzer birçok sistem geliştirdiler, birçok izm oluşturdular. Nehirler kalem, ormanlar kâğıt olmuş, ha bire bu izmler hakkında cilt cilt kitaplar, sayfa sayfa makaleler üretildi. Bu sistemlerin kiminin adı sekülerizm oldu, kiminin laiklik… Kendi gibi düşünmeyenleri de mürteci, yobaz, gerici, tutucu, bağnaz, yobaz gibi itici sıfatlarla tavsif ettiler.

Bu izmlerden en popüleri modernite ve sekülerizmdir. Yasin Aktay’ın da belirttiği gibi Batılı hegemonyanın marka ideolojilerinden biri olarak sekülerleşme, yüksek bir felsefî formülasyon olarak allanıp pullanarak karşımıza çıkarılıyor. Böylece kavram, ilerleme ve evrim halindeki insanlık tarihinin üst bir aşaması olarak sunularak ve dünyadaki bütün gelişmelerin varıp ulaşacağı bir tarihin sonu sahnesi olarak resmediliyor.[1]

Modernizmin, bir taraftan insan hayatını kolaylaştırırken diğer taraftan sayılamayacak derecede olumsuz gelişmelere zemin hazırladığı bilinen bir gerçektir. Bu olumsuzlukları, insanın aşkın olan ile ilişkisinin kopartılması, toplumun parçalanarak veya ilişkileri zayıflatılarak kendisine, yaşadığı topluma ve değerlerine yabancılaştırması, dünyevileşme, fuhuş ticareti, alkol ve uyuşturucu ve çıkarcılığın artması, ırkçılığın artırılması ve buna bağlı olarak şiddet olaylarının artması şeklinde sıralamak mümkündür.[2]     

Kavram olarak sekülerizm

Sekülerizm, “seaculum” kökünden gelir. En genel anlamıyla ve “dünya” köküne bağlı olarak “seaculum” kelimesi, “dünyaya ait olan”, “dinî olanın dışında”, “kutsanmamış”, “profan”, “meşruiyet için dine ihtiyacı olmayan”, “toplumsal ahlak standartlarının dine ve dinlere göre değil de güncel hayata göre güncellenmesi”, “dünyevî hayatı ilgilendiren her konuda dini dışlama” gibi anlamları ifade etmektedir.[3]

Sekülerizm kelimesi Türkçeye Fransızca sécularisme sözcüğünden geçmiştir. Gerd Schneider ve Christiane Toyka-Seid’in Alman Genç Politika Sözlüğü’ne (2021) göre “Das junge Politik-Lexikon” kavram şu manalara gelmektedir: Seküler, yüzyıl boyunca kendini tekrar eden, kiliseye ait olmayan, benzersiz, olağanüstü olan anlamına gelir. Bu bağlamda seküler kavramı dünyevîdir, yani dinî ve manevî kelimelerinin zıddıdır.[4]

Sekülerleşme yaşamımızda dinden uzaklaşma, ilâhî olanla değil de sadece dünyevî olanla meşguliyet olarak gündemimizi işgal etmiştir.[5]

Sekülerleşme, siyasî veya felsefî temelleri olmakla birlikte insana belli bir yaşam biçimi ve eylem anlayışı sunmayı amaçladığı için, özü itibariyle insanî fakat sunduğu yaşam tarzı ve eylem anlayışında Allah düşüncesine, ölümsüzlük fikrine ya da öte dünya kavramına başvurmadığı, dini hiçbir şekilde işe karıştırmadığı için dinden bağımsız olmak durumu söz konusudur. Dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevî olaylarmış gibi algılanması, insan aklının dinî bağlardan kurtarılmasıdır. Çok genel olarak dinin çöküşü olarak adlandırılabilecek olan terim, dinî düşünce, muamelat ve kurumların sosyal önemlerini kaybettikleri bir süreci anlatır.[6]

Modernizmin bir ideolojisi olarak sekülerizm, tam da insanın kendi trajedisiyle, kendi zavallılığıyla övünmesinin adıdır ve tabii ki vehmettiği gibi yeni bir şey değildir.[7]

Yenilikçi dinî düşünceleriyle tanınan Endonezyalı Müslüman aydın, eğitimci ve fikir adamı Nurhâlis Mâcid, sekülerleşmeyi de modernliğin ayrılmaz bir parçası, aklîleşme sürecinin mantıkî bir sonucu, toplumdaki sosyal değişimin ön şartı ve nihayet küresel bir güç olarak görür. Sekülerleşme bu dünyada insan hayatının refahını sağlamada aklî ve ilmî otoritenin tanınması, tabiatında dünyevî olan nesnelerin, değerlerin ve uygulamaların sürekli değişmesidir. Ancak ona göre sekülerleşme de Batı’da anlaşılan şekliyle sekülerizm değildir; sekülerizm bir ideoloji, sekülerleşme ise tarihî bir gelişme sürecidir ve dinî etkinin doğru bir sonucudur. Sekülerizm Kur’ân’ın reddedilmesi anlamına gelir ve toplumu ateist bir düşünce tarzına götürür. Sekülerleşme ise hurafelere ve efsanelere önem veren geleneksel toplumu kurtarma, bu anlamda bir özgürleştirmedir. Bu aynı zamanda tevhid merkezli bir dinî eğitimin mantıkî neticesi olup bizzat Hz. Peygamber, Mekke’deki Arapları benzeri bir anlayıştan kurtarmıştır.[8]

Sekülerizmin kısa bir tarihi

Tarih boyunca insanlığın sekülerleşme yani dünyevîleşme ile sınanmadığı hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü dünyevileşme, insanın en temel varoluş tutumlarından biri. Bugün insanların belli bir geçmişe nazaran her geçen gün gündelik hayatlarına veya siyasî düzenlerine dini daha az müdahale alanı bıraktıkları rahatlıkla gözlemlenebilir. Bu da nispi bir sekülerleşmeyi tespit etmeyi çok kolaylaştırır.[9]

Sekülerizm ilk zamanlarda “asır-devir” anlamında kullanılırken ilerleyen zamanlarda “dünya” veya “Tanrıyla uyuşmayan hayat” anlamları yüklenmiş ve en nihayetinde kilise hukuku ile sivil hukukun birbirinden ayrılması için kullanılmaya başlanmıştır.[10]

Sekülerleşmeye bir modern zaman buluşu payesi vererek onu insanlığın ulaşmış olduğu bilgi ve bilinç seviyesinin bir işareti olarak görmek de insanın en kadim ve arkaik gururunun, aldanışının yeni bir tezahürü. Bunun bir gurur/ aldanış olduğu zaten sekülerleşme iddiasının hiç de geçerli olmadığı gerçeği karşısında ayan beyan ortada. Doğrusu insanın dinsellikten dünyevîliğe doğru bir evrim içinde olduğu hikâyesi, bugün ve tarih boyunca yaşamakta olduğumuz gerçekler karşısında oldukça fantastik bir kurgu olarak temayüz ediyor. Zira insanlık tarih boyunca dinsellikten sekülerliğe doğru her zaman gidiş gelişler yaşar, yaşamıştır, yaşamaktadır.[11]

Sekülerlik kavramı, tek tanrılı İbrahimî dinlerden (Musevilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet) önce, çok tanrılı paganlar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kavram, pagan toplumunda gündelik hayatı belirleyen bir düşünce ve yaşam tarzı anlamına gelmektedir ve bu yaşam tarzına Latincede, modus vivendi denir.[12]

Sekülerizm, Batı Avrupa’da 13. ve 14. yüzyılda Nominalizm akımı ile güçlenmeye başlar. Nominalizm, kavramların, konuşulan dillerin gerçek ya da nesnel anlamının bulunmadığını öne süren, felsefi bir anlayıştır. 15. ve 16. yüzyıllarda sekülerizm artık güçlü bir akım hâline gelir. Birey öne çıkar. Güçlenen birey, otoriter Katolik Kilisesi’nin karşısına geçerek kiliseyi protesto etme cesaretini gösterir. Böylece sekülerizmin ilk savunucuları Protestanlar olur.[13]

Sekülerizm terimi ilk olarak Protestanlar ve Anglikanlar tarafından kullanılmıştır

Katolik dünyasında insanların bir kısmına “clerge” denilmektedir. Bunlar din adamlarıdır ve ruhaniler sınıfını teşkil ederler. Bu sınıf kendi içinde iki zümreye ayrılır. Birinci zümre “regulier” ruhaniler, hayattan uzak yaşayan ve manastırlara kapanıp ömürlerini ibadetle geçiren zahidlerdir. İkinci zümre “seculier” ise papaz, piskopos gibi halk içinde herkesle birlikte yaşayan kilise hadimleri ve dinî vazife gören ayin sahipleridir.[14]

Sekülerizmin tarihsel serüveninde Martin Luther’in Katolik Kilisesi’ne karşı gelerek, kiliseyi protesto etmesine verilen isim olan Protestanlık, önemli bir başlangıçtır. Katolik Kilisesi’nde bireyin yok oluşuna karşı, bireyin Tanrıyla arasındaki aracısız ilişkisine ve Tanrı tarafından özgürleştirilmesine dayanan Protestanlık hareketi, Ortaçağ toplumunda dinin bireyselleşmesine ve dünyevîleşmeye atılmış tarihi bir adımdır.[15]

19. yüzyılda terim, kilise mülkünün kamulaştırılmasını ve devlet mülküne dönüştürülmesini de ifade etmiştir. Bu durum, sekülarizasyon olarak tanımlanır.[16]

1960’lardan sonra özellikle Acquaviva, Berger, Luckmann, Martin ve Wilson’un çalışmalarıyla dikkatler “bireysel sekülerleşme” üzerine çekilir. Bu araştırmalar Avrupa’nın büyük ölçüde bireysel düzeyde sekülerleştiğini ortaya koyar. Dini otoritelerin artık her bir bireyin inanç, ibadet ve ahlak ilkeleri üzerindeki hâkimiyetlerini kaybetmesi, bireysel sekülerleşmenin temel göstergesi olmuştur.[17]

Sekülerizmin çeşitleri

Sekülerizm, genel olarak politik sekülerizm ve sosyal sekülerizm olarak ikiye ayrılabilir.

Politik sekülerizm, din işleriyle devlet işlerinin ayrılması anlamında kullanılan laiklik anlamında kullanılır. Sosyal sekülerizm ise kısaca dünyevîleşme diye tarif edilebilir. Bu tür sekülerizm daha çok ilahiyat ve din sosyolojisi disiplinlerinin çalışma alanına girmektedir.[18]

Berger’in toplumsal alanda “nesnel sekülerleşme” ile kültürel alanda semboller ve anlamlar düzeyinde yaşanan “öznel sekülerleşme” şeklindeki ikili tasnifi dikkat çekicidir. Karel Dobbelaere ise sekülerleşmeyi, “toplumsal (Makro), örgütsel (Mezo) ve bireysel (mikro)” olmak üzere üç farklı çözümleme düzeyinde ele alır.[19]

Sekülerizmin sonuçları ve yeni insan tipolojisi

Bir yaşam tarzı olarak Protestan ülkelerde Sekülerizm; dinin dünyevîlikle olan her türlü aksiyonla bağlantısı kesilerek özelleştirilmesi yani bireysel hayata havale edilip hayat ile sosyal bağı kalmamış ritüeller ve inançlar kompleksi haline getirilmesi olayı olarak görülebilir.[20]

Modernite ile başlayıp post-modernite ile devam eden bu süreçte toplumsal yapı yeni bir insan tipolojisini beraberinde getirmiştir. Bu yeni insan tipolojisinin din ile manevî değerlere olan bakışı gün geçtikçe negatif özellikler göstermeye başlamıştır. Bu anlamda sekülerizm aklı, vahyin ve onun tebliğcisi peygamberin yerine ikame etmek sureti ile dini ve değerlerini itibarsızlaştırırken, akla sonsuz bir hareket alanı vermiştir. Bu durum insanı, vahyin karşısında son derece fütursuz bir ruh haline dönüştürmüştür. Bu uğraş, ilâhî olma vasfına sahip olan İslâm’ın, insan üzerindeki etkisini kaybetmesine ve beşerî bir felsefe gibi algılanmasına sebep olacak, böylece İslâm’ın, insanları dönüştürme kabiliyetine olumsuz etki edecektir. Buna ilaveten sekülerizm ve deistik bir Tanrı anlayışının egemen olduğu toplumsal arenada Batılılaşma ve modernleşme adı altında kişisel çıkarlar, menfaatler ön plana çıkacak, bu ise hedonist bir anlayışa sahip yeni bir insan topluluğunun oluşumuna neden olacaktır.[21]

Günümüz insanını özellikle gençliği tehdit eden inanç ve düşüncelerden birisi belki de en önemlisi, insan aklının, hayatın çekip çevrilmesinde yeterli olacağı düşüncesidir. Buna ilaveten dinî esas ve kaidelere dolayısıyla tabiatüstü varlıklara inanmanın insan özgürlüğünü kısıtlamak anlamına geleceği şeklindeki görüştür. Akıl ve gönül dünyasında bir Tanrı ve din inancı yerleştiremeyen kişi ya da kişilerin her an âleme müdahil olabilen bir Tanrı fikrini kabullenmesini beklemek güçtür. Bu nedenle sekülerizm yanlıları akıl ile Allah’ın âleme müdahil olmadığı (olamayacağı değil) şeklinde bir kanaatin savunuculuğu ile ortaya çıkmaktadırlar.[22]

Günümüzde modernitenin etkisini yitirmesi ile postmodernite adı altında yeni insan tipi oluşturulmuştur. Bu yeni insan tipi, sanal ilişkileri ön plana çıkarmakta, bununla da kalmayıp sanal âlemin kahramanları olmak istemektedirler. Bu durum bencil, hiç emek sarf etmeden kazanma hırsı ile dolu, kontrolsüz tüketme ve hedonist yapıya sahip gençliğin çoğalmasına neden olmaktadır.[23]

Sekülerizm ve Deizm 

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kısaca dünyevîleşme olarak tanımlanabilecek sekülerizm, temelde dünyevî alanın dinî alan dışında, laik bir karakter gösterdiği ve bunun kendi kuralları tarafından idare edilmesi gerektiği düşüncesidir. Sekülerizm de bir tür deizmdir. Tanrı’nın dünya hayatına müdahil olmasına karşı çıkar. Bunun yerine doğa ve insan düzenine doğal yasaların egemen olması gerektiğini savunur. Sekülerizme göre kurallar dünyevî olmalıdır ve bu kurallar dinsel bir kaynağa referans göstermemelidir. Fakat dinsel bir kaynağı referans olarak görmek istemeyen sekülerizm, kendi doktrin ve felsefî dizgesini de bir tür dogma hâline dönüştürür. Yani dini dünyadan uzak tutmanın kendisi, bir din dışı dogmadır. Bu da bize modern toplumun da kendine ait dogmaları olduğunu gösterir.[24]

Deizm ise Tanrı’nın varlığına yer veren ancak Tanrı’nın âlemi yarattıktan sonra ona müdahil olmadığını iddia eden felsefî akımdır. Teorik olarak Tanrı’nın varlığını kabul eden bu anlayış, aklın insan yaşamını yönlendirmede yeterli olduğu teziyle vahyi ve peygamberliği reddetmektedir. Sekülerizm ise teorik plandaki deistik anlayışın pratize edilmiş hali olarak yaşam sürecinde tanrısal bir müdahaleyi yadsıyan, kutsaldan arındırılmış bir hayat tarzını öngörmektedir.[25]

Deistler, ateistlerden farklı olarak Tanrı’yı yaratıcı olarak görmekle birlikte, onun evrene müdahil olmasını kabul etmezler. Bunu teosantrik (Tanrı merkezli) dünya görüşüne karşı yumuşak bir karşı çıkış yolu olarak görebiliriz. Deizm de bir tür ateizmdir. Evrene müdahil olmayan bir Tanrı, insanı terk etmiş bir Tanrı'dır.[26]

Sekülerizm ve agnostizim

Agnostisizm, ateizmle birlikte, günümüz dünyasında dinlere ve Tanrı’ya mesafeli tavır benimseyen insanlar arasında revaç bulan yaygın felsefî bir tavırdır. Kelime kökeninden hareketle agnostisizmi “bilin(e)mezcilik” olarak Türkçeye çevirebiliriz. Agnostisizm, Tanrı’nın var olduğu ya da yok olduğunu gerekçelendirmede insan aklının yeterli rasyonel zeminlere sahip olma kapasitesinin bulunmadığını ileri süren görüştür. 

Agnostisizmi, dinî inançlar konusunda şüphecilik olarak ele alırsak, bu yaklaşım tarzının çok eskilere gidebileceğini düşünmek hiç de yanlış olmaz. Agnostisizm terimini bir “izm” olarak felsefî literatüre sokan kişi, on dokuzuncu yüzyıl İngiliz biyolog ve düşünürü Thomas Huxley (1825-1895) olmuştur. Huxley, agnostisizm kavramını -kendi ifadesiyle- icat ederken zıttı olan gnostisizm kavramından hareket etmiştir. Gnostisizm terimi, “bilgi, hikmet, marifet” anlamlarına gelen Yunanca Gnosis ve “bilmeyi başarmak” anlamına gelen gnostikos kelimelerine dayanır. Gnostik gelenekler, kurtuluş için gerekli olan “gerçekliğin doğası ile ilgili bilgilerin” kendilerine verilmiş olduğunu savunurlar. Huxley’e göre agnostisizm, bir inanç değil bir yöntemdir.

William Rowe gibi bazı yazarlar agnostisizmi; zayıf, ılımlı (orta) ve güçlü olmak üzere üç türe ayırırlar. Bunun dışında agnostisizm terimini daha geniş bir kaplamda kullanarak agnostik teizm, agnostik ateizm, kayıtsız agnostisizm, pragmatik agnostisizm gibi türlere ayıranlar da bulunmaktadır. 

Agnostik teizm, Kierkegaard ve Kant gibi Tanrı’nın varlığının bilinemeyeceğini bu konuda bilginin bizim bilme kapasitelerimizi aştığını kabul ettiği halde yine de Tanrı’nın varlığına inanan kişiler için kullanılır. Agnostik teizme, dinî agnostisizm de diyenler vardır.[27]Agnostik teizm, agnostisizm ve teizmi belli özellikleriyle birleştirdiği için bu ismi almıştır. Akıl ve mantığın tanrısal bilgiye ulaşmakta yetersiz kaldığını savunarak deizmden ayrılır.[28]

Sekülerlik ve laiklik

Sekülerizm ve laiklik kavramları sıkça birbiriyle eşdeğer olarak kullanılmaktadır. Oysa kelime kökenleri ve tarihsel serüvenlerine bakıldığında, birbiriyle eşdeğer olmadıkları gözlemlenir.

Sekülerizmin genelde bilinen şekliyle bir devlet ve hukuk terimi olarak, adeta “laiklik” yerine kullanılması, birey ve toplumun gelişim çizgisi, bireyin felsefî düşünme biçimi olduğu şeklindeki araştırmaların göz ardı edilmesine neden olmuştur. Oysa Martin Luther ve Immanuel Kant’ın felsefelerinde Seküler düşünce, bireyin kendi duygularını ve aklını kullanarak, dünyevî olanla, uhrevî olanı ayrıştıran bir düşünme yetisine ulaşma amacını güder.[29]

Yunanca “halktan biri” anlamına gelen laïkós ve Latince “din işleri ile ilgisi olmayan” kişi anlamındaki laicus kelimelerinden türeyen, dilimize ise Fransızca laicité kelimesinden geçen laiklik, geniş anlamı ile din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin kontrolünde olan eğitim, sağlık, güvenlik, hukuk, ekonomi gibi alanlarda herhangi bir doğaüstü öğretinin (dinî grubun, mezhebin, tarikatın vb.) söz sahibi olmaması, devletin dış ve iç politika için alınan kararlarda belli bir inanç grubunun çıkarlarını gözetmemesi, hiç kimsenin bağlı olduğu doğaüstü inançtan dolayı devlet kadrolarından uzaklaştırılmaması ya da bürokraside yükseltilmemesi, yani kısacası devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması demektir.[30]

Her ne kadar araştırmacılar laikliğe böylesine masum ve yaldızlı tarifler yapsalar da gerek bizim ülkemizde yapılan uygulamalar gerekse laikliğin merkezi sayılan Fransa özelinde Avrupa’da yapılan uygulamalar hiç de bu tariflerdeki gibi olmamıştır. Anayasal bir tarifi yapılmadığı için kimi hükümetler zamanında laiklik din ve vicdan özgürlüğünü tamamen kısıtlayan uygulamaların en büyük bahanesi olmuştur. Bugün bile yeni anayasa çalışmalarında laiklik tanımının anayasaya konulmasına karşı kimi siyasî partilerin sessiz bir direnişi olduğu aşikârdır.

Batı’da Kilisenin toplumsal kurumlar üzerindeki hâkimiyeti etki ve otoritesinin azalması olarak anlaşılan sekülerleşme, bizde ise çoğu zaman “kültür içinde dinin zayıflaması” şeklinde anlaşılmaktadır. Bu bakımdan laiklik-sekülerlik ayrımının Batılı muhtevası göz önünde tutulmadan çoğu zaman birbirinin yerine kullanıldığı görülebilmektedir. Nitekim ‘Laiklik’ biraz da özel yöntemlerle siyasal boyutta din ve devlet ilişkilerinin ayrımını ifade ederken, “sekülerlik” daha çok kültürel alanda dine yapılan referansların ve bağlılıkların azalması olarak anlaşılır. Terminolojik anlamda “devletin laikliğinden, toplumun ise sekülerliğinden” ancak söz etmek mümkündür.[31]

Sekülerlik ile laiklik arasındaki olgusal ve kavramsal farklılık, dinin toplumsal ve siyasal hayattaki etkileri ve statüleri bakımından yaşadığı değişimi açıklar. Burada dinin tarihsel siyasal gücü ile sosyokültürel öneminin azalması arasında yapısal ve entelektüel farklar bulunmaktadır. Dinin sosyokültürel alandaki etkilerinin azalması ve ana referans sistemi olmaktan çıkması, düşünsel, bilimsel, felsefî ve kültürel gelişmelerle ilgili iken, devlet ve siyaset alanındaki otoritesinin gerilemesi ise daha çok sosyopolitik müdahalelerle gerçekleşmiştir. Sekülerliğin yapısal bir dönüşüm projesi olarak siyaîi strateji haline gelmesi ise ideolojik içerikli “sekülerizm” kavramıyla ifade edilmiştir. Bu anlamda sekülerizm ile laiklik kavramları arasında bir yakınlık olup, laiklik, yapısal ve siyasal dönüşümlere, sekülerleşme ise sosyokültürel alanda dine atfın ve dindarlığın zayıflamasına işaret eder.[32]

Sekülerizm öldü mü?

Sekülerleşme teorisinin, esas itibariyle Weber’in görüşlerine dayanan klasik versiyonu son yıllarda ciddi bir itibar kaybına uğramış görünmektedir. Dinin çağdaş toplumlarda yeri ile ilgili yapılan bu tartışmalar bağlamında belki de öncelikle anılması gereken isim, Peter L. Berger’dir. Başlangıçta sekülerleşme tezinin savunucularından olan Berger, son yazılarında sekülerizmin öngörülerini yanlışlayan örnekler vererek kapsamlı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Berger’in tespitlerine paralel olarak diğer sosyologlar da sekülerleşmenin küresel ve zorunlu bir süreç olmadığına vurgu yapmaktadırlar. Oysa modernizme göre dinin çöküşü, kaçınılmaz ve geri döndürülemez idi. Bu ve benzeri yargılar klasik sekülerleşme tezinin özünü oluşturmakta idi.[33]

Bazı sosyologlar sekülerleşme olsa bile 20. yüzyılın sonunda sekülerleşmeden dönüşün (de-secularization) meydana geldiğini, bir diğer ifadeyle kutsala dönüşün gerçekleştiğini savunmaktadır. Bu kategoride yer alanlara göre böyle bir sekülerleşme dönemi ile sekülerleşme teorisinin iddia ettiği gibi dinin sonuçta yok olması beklenemez. Çünkü dinî düşüş 289 hadisesi “doğrusal” bir yaklaşımla değil, “döngüsel-dairesel” bir yaklaşımla değerlendirilmelidir (Swatos and Christiano, 1999: 217). Buna göre sekülerleşme dinin dairesel eylemi içinde sadece belirli bir noktaya özgü kalmaktadır ve bu da neticede dine zarar veren bir safha değildir. Çünkü dairenin döngüsel eylemi devam etmektedir.[34]

Yasin Aktay’a göre Batı’daki modernleşme dinsizliğin değil tam aksine daha geniş tabanlı bir dindarlığın doğuşuna sebep olmuştur. Ona göre Batı’da sekülerleşmenin modernleşmeyle birlikte zirvesine ulaşmış olduğu ve dinî otoritenin azalmış olduğu konusunda neredeyse sorgulanmayan bir ezber vardır. Oysa bu tez son zamanlarda özellikle ünlü sosyologlar Peter Berger ve Thomas Luckman’ın sarsıcı araştırmaları ve tezleriyle neredeyse tersyüz edilmiştir. Avrupa örneğinde yapmış oldukları araştırmalarda Berger ve Luckmann Hıristiyanlığın asıl altın çağını modern dönemde yaşadığını bile söylerler. Dinselliğin daha hâkim olduğu varsayılan Ortaçağ’da özellikle kırsal alanda geçerli olan dinsellik, sınırları ve söylemleri belirsiz bir paganizmden ibarettir. Orada gerçek anlamda Hıristiyanlığı arayın ki bulasınız, ki var olan Hıristiyanlığın içeriği de paganizmden farksızdır.[35]

Aktay sözlerine şöyle devam eder: “Hıristiyanlık dolayısıyla kentleşmeyle birlikte daha fazla gelişme imkânı bulan Kilise, örgütlenmeleriyle birlikte dinselliğin daha kitabî formları devreye girmiş ve en azından dinin daha sağlıklı bir anlamı ve ifadesi bu düzeyde daha fazla yaygınlaşma imkânı bulabilmiştir. Burada da İncil ve diğer kutsal metinler daha fazla okunmuş, bunlarla ilgili daha sağlıklı edebiyat daha eşitlikçi ve katılımcı bir alana kavuşmuştur. O yüzden bugün Avrupa’da da sekülerleşme iddialarının aksine Hıristiyanlığın geçmişe nazaran çok daha güçlü olduğunu söylüyor sosyologlar.”[36]

“Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme” adlı makalesinde sekülerizmi öldürmekle kalmayıp aynı zamanda toprağa da gömen Rodney Stark da aynı gerçeğe vurgu yapar. “Dindar geçmiş” (past piety) fikrinin sadece bir efsane olduğunu belirten Stark, sabah ayininin kilisede değil de yatak odalarında eşlerinin kollarında yapan soylulardan; kiliseye zoraki giden veya geç gidip erken ayrılan ve orada tiksindirici eylemlerde bulunan ve hatta yapılan ayini gülünç duruma düşürmeye çalışarak eğlenen insanlardan; kilisede On Emri sayamayan ya da bütün ayinlerde bildiği tek duayı okuyan papazlardan örnekler vermektedir.[37]

Yazımızın başlığına koyduğumuz soruyu bu açıklamalardan sonra somut bir şekilde cevaplarsak, evet, sekülerizm Avrupa’da dini öldüremedi. Ama onun asıl hedefi geçmişte kilisenin baskısı ve zulmüneydi. Sonuçta Protestanlık diye bir mezhep doğdu. Bu mezhep ve onun fikirleri ister istemez diğer mezhepleri de etkiledi. Sonuçta Avrupa için sekülerizm hedefine ulaştı da denilebilir. Zira araştırmacıların da belirttiği gibi Avrupa’da dindarlık daha da güçlendi. Ancak İsrail terör örgütünün Filistin ve Lübnan’da işlediği katliamlar ve buna ses çıkaramayan Batılı devletlere karşı halkın tepkisi insanları İslâmofobik rüyadan uyandırmaya yetmiş İslâm dinine karşı bir merak uyandırmıştır. Bize gelince maalesef aynı şeyleri söylemek mümkün gözükmüyor. Sekülerizme ve laikliğe sığınan çevrelerin bu akımdan vaz geçmelerini beklemek safdillik olur. Tıpkı dünyada ölen komünizmi yaşatmak isteyenlerin olduğu gibi…

Sekülerizmin ve dinin geleceği hakkındaki görüşleri Kirman şu şekilde özetlemiştir:

a) Din, 21. yüzyılda yok olmayacak, yok olacağı tezi doğrulanmamaktadır.

b) Sekülerleşme tezi yeniden gözden geçirilecektir. 

c) Dinin küresel anlamda görünürlüğünde her geçen gün bir artış söz konusudur. 

d) Dinin bilimsel incelenmesine ilgi artacaktır. 

e) Sekülerleşme tezinin zayıflamasıyla birlikte önemli bir veri birikimi olacaktır.[38]

Sekülerizmin asıl hedefi İslâm dinidir!

Sekülerizm, Avrupa’da yaşanan Rönesans hareketi ile belirginleşmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında gücü elinde tutan feodaller, kendilerine kilise eliyle kutsal bir dayanak sağlayarak meşruiyet tesis ederken, kilise de feodallerin gücünü arkasına alarak akla ziyan zulümleri, baskıları işlemekten geri durmamıştı. Bu baskılar antipatiyi ve kiliseye karşı halkın harekete geçmesini tetiklemiş, nihayetinde yaşanan Rönesans ve reform hareketleriyle Avrupa’da bilimsel ilerlemeler ve sanayi devrimi denilen hadiseler zuhur etmiştir. 

Muharref bir dinin mensupları, kendilerine dinlerini tahrif eden kilise kurumunun mensuplarınca yapılan bu akıl almaz baskılar neticesinde okuryazar kesimde bir din karşıtlığının doğmasına neden olmuştur. Bu kesimler, yaşanan Rönesans ve reform hareketleriyle toplum üzerinde var olan dinî otoritenin zayıflamasına paralel olarak yaşanılan sanayi ve teknoloji alanındaki ilerlemelerden ilham alarak bu ilerleme devam ettiği sürece din müessesinin bu yükseliş karşısında artık yok olacağını iddia ettiler. Gideceği tezini ısrarla savunmaya başladılar. Ancak dini inancın insanın fıtri bir ihtiyacı olduğu gerçeğini hesaba katamayan bu çevrelerin beklediği dinî izmihlal gerçekleşmeyince iddialarını farklı bir seviyeye taşıdılar ve iddialarını “İnsanlık, sosyal evrimle teolojik dönemden sıyrılacak” şeklinde ifade etmeye başladılar. İşte bu düşünce şekli bir müddet sonra sosyal bilimlerde “Sekülerleşme teorisi” ifadesi ile yerini aldı. Bu teorinin ana fikri: Modernleşme karşısında önce dinî kurumlar, sonra dinî pratikler ve en sonunda da dinî bilinç sosyal anlamını kaybedecekti.[39]

Sekülerizm felsefesinin seyrini incelediğimizde onun asıl hedefinin İslâm olduğu çabuk anlaşılır. Dünyada estirilen İslâmofobi rüzgârının ardında da bu akımı görmek mümkündür. Yasin Aktay’ın da belirttiği gibi en çok sekülerleştiği düşünülen uluslararası ilişkilerde bile zannedildiğinin aksine çok daha kesif bir dinî motivasyon söz konusudur. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD Başkanı Georg Bush açıkça bir Haçlı Seferi’nin içinde olduklarını söylemişti. Bu Haçlı Seferi’ne belki herkesin değil ama çok sayıda insanın dinî duygularla motive olduğunu kim görmezden gelebilir? Üstelik bu Haçlı Seferi’nin Yahudi ve Hıristiyan dünyasının zihinsel arka planındaki derin apokaliptik bilinci harekete geçirmiş olduğunu biliyoruz. Bugün ABD ve Avrupa’nın bütün Ortadoğu politikaları İsrail merkezlidir ve İsrail’in varlık sebebi bir dinî motivasyondan başkası değil. Onun Müslümanları hiçe sayan işgalci ve katliamcı politikalarının Müslüman dünyada harekete geçirmiş olduğu kimlik bilinci ve duygusal ruh hallerinin sekülerleşme tezini bir hayli zorladığı çok açık. Esasen bu dünyada İsrail diye bir devlet bu haliyle var olduğu sürece hiç kimse yaşadığımız dünyanın sekülerliğine veya gidişatın sekülerleşmeye doğru olduğuna ikna edemez.[40]

Bu düşüncenin mimarlarında olan Peter L. Berger şunları söylemektedir: “Sekülarizasyonla hedeflenen en önemli şey, dinî kurum ve sembollerin toplum ve kültüre olan etkisini yok etmektir.” Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere sekülerleşme, dinin, özellikle İslâm’ın günlük hayattaki etkisini ve yerini yok etmeye çalışan büyük bir tehdit olarak kendisini göstermektedir.[41]

Bayat, makalesinde Sekülerizmin Müslüman toplumları hedef alırken uyguladıkları metotları şu şekilde sıralamıştır:

1. İslâm’ın ilke ve esaslarını itibarsızlaştırma…

2. Hz. Peygamber ve konumunu itibarsızlaştırma gayreti…

3. Geleneksel aile anlayışının sekülerleşme ile geçirdiği dönüşüm…

4. Kutsal mekânlardan ve ibadetlerden uzaklaşma ya da olabildiğince azaltma…

5. Yaşlanma korkusu, anti-aging ve sekülerizm…[42]

Müslüman toplumlar Sekülerizmin etkisinden nasıl kurtulacak?

Modern çağın en yaygın inanç problemlerinin başında dinin önem ve gerekliliği hakkında şüphe duyma ve çoğunlukla bu sebepten ötürü dini dikkate almama problemi gelmektedir. Bu anlayışa göre artık modern insanın dine ihtiyaç duymadığına, din olmadan da insanların iyi ve güzel davranışlar sergileyerek ahlâkî bir yaşam sürebileceklerine inanılmaktadır. Üstelik bu iddia sahiplerinin önemli bir kısmını Allah’ın varlığına inanan insanların oluşturduğu görülmektedir. Allah’ın varlığına inanmasına rağmen dine ihtiyaç duymadığını iddia eden kişiler açısından belki de en fazla belirsizlik taşıyan şeyin Allah-insan ilişkisi olduğu söylenebilir. Çünkü bu kişiler, evrenin ve yaşamın Allah tarafından yaratıldığına inanmalarına rağmen, Allah ile yaratmış olduğu evren ve insan başta olmak üzere diğer canlılar arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu net bir şekilde ortaya koyabilmiş değildir. Modernleşen dünyanın insanı kendine yeni bir model ortaya koymuştur. Katı bir anlayışla rasyonalizm ve sekülerizm gibi birtakım ideolojileri benimseyerek, dünyasını bireysellik, bencillik ve faydacılık gibi temeller üzerine inşâ etmiştir.[43]

Bir sorunu tedavi etmek için ilk önce sorunu iyi teşhis etmek gerekir. Sonra da bu sorunu ortaya çıkaran saikleri, sebepleri tespit etmek ve bu sebepleri ortadan kaldırarak tedaviye başlamalıyız. Tabii tedavi olmayı kabul ediyorsak… Zira günümüzde birçok insan sadece kendisiyle alakalı bir sorunu, bir hastalığı sırf merakını gidermek için teşhis ettiriyor ama tedaviye yaklaşmıyor. Ya da tedavi diye pansuman tedbirlere başvurup sorunu öteliyor. Örneğin şiddetli baş ağrısı ile doktora gidiyor ve sorunun tansiyon kaynaklı olduğunu öğrenip orada bırakıyor. İlla ki bir tansiyon ilacı da aldığını farz edelim. Kimisi de işi ağrı kesici ile hallediyor, bunu da unutmayalım. Oysa doktor, tansiyonu tetikleyen unsurlar arasında tuzu azaltmak, alkol ve sigara kullanmamak, hareketsizlik ve stres gibi birçok şeyi sayıyor ve bunlardan kaçınmasını da ekliyor.

İşte sekülerizm ve onun doğurduğu deizm ve agnostisizm gibi çağın sorunları da böyle sorunlardandır. Özellikle gençlere inanç ile ilgili sorular sorulduğunda kendilerini ateist, deist veya agnostist olarak tanımlamaktadırlar. Birçok araştırmacı da borsa ya da finans haberi verircesine ateizm, deizm ve agnostisizmin yaygınlaştığını bildirmektedir. Evet, sorunun adı budur da çözümü nedir?

İlk önce, bu sorunlar ülkemize nereden bulaştı, buradan başlamak gerekir. Görüldüğü gibi bu sorunların ana bulaş yolu eğitim sistemimizdir. Zira modernleşmenin bize yansıması olan Tanzimat sonrası Batılılaşma ve ilerleme adına atılan her adımda dinî ve millî değerlerimiz daha da dışlanarak seküler bir eğitim sisteminin bizde de neşvünema bulmasına sebep oldu. Eğitim sistemimiz gelenekten kopuk, bir medeniyet inşâsı iddiasından uzak ve sadece her ne pahasına olursa olsun kazanmaya odaklı bir yapıya bürünmüştür. Oysa bir eğitim sistemi geleneklerinden kopuk olamaz. Tıpkı ormandaki ulu bir ağaçtan kırdaki en cılız bitkiye kadar köksüzlüğün mümkün olmadığı gibi eğitimde de köksüzlük kabul edilir bir durum değildir. Ayrıca her eğitim sistemi tabi olduğu medeniyeti inşâ ile kendisini vazifeli addeder. Biz ise bize ait olmayan ve bir medeniyetten ziyade bir sömürü ile beslenen teknolojik bir canavardan başka bir şey olmayan Batıcılığı ihya ve inşâ derdine düşmüşüz. Dr. Ümmet Erkal’ın da dediği gibi biz Modern skolastik okullarda amentü gibi Batı’nın eksik, yanlış ve kusurlu bilgilerini öğrettik. Kendi elimizle kendi gençlerimizi zehirledik ve ortaya çıkan gençlik, bize ve bizim değerlerimize düşman hâle geldi.[44]

Eğitimin bir hedefi, bir felsefesi olmalıdır. Bu hedef ve felsefe ise gençleri köklerinden koparmak, değerlerine yabancı bireyler yetiştirmek de olmamalıdır. O zaman Turgut Cansever’in dediği gibi şehirleri imâr ederken nesilleri ihyâ etmeyi ihmal edersek ihmâl ettiğiniz nesiller imâr ettiğimiz şehirleri tahrip ederler. Biz en başta iyi insanı hedefleyen, dünyada yerini bilen, sorumluluk sahibi, paylaşan, mazlumun yanında olan bir insan yetiştirme amacıyla işe başlamak zorundayız.

Esasında sekülerleşme ve dünyevîleşme büyük oranda aynı anlamı ifade etmekle beraber aralarında önemli farklılığı da barındırmaktadırlar. Müslümanın zihin dünyasında Allah, âleme müdahil olduğu gibi, yapılan dualara da icabet edendir. Müslümanın dünyevîleşmesi, dinî görevlerini yerine getirmekteki gafleti, dünyevî maslahatlara fazlaca meyletmesidir. Müslümanın, Allah inancında bir kuşkusu söz konusu değildir ancak amelde, yani pratik hayattaki dinî yaşamında eksik ve kusurları bulunabilmektedir.[45]

Batı dünyasının kendi içinde yaşamış olduğu sekülerizm ve deizm hastalığı Müslümanları da etkiledi. Bunun nedenlerini, küreselleşme, medyanın artan gücü, iletişim ve ulaşım olanaklarının gelişmesi ve Batılı epistemenin dünya üzerindeki egemen durumunda aramak gerekir. İslâm, insan hayatını bölünmez bir bütün olarak görmüştür. İslâm, insan hayatının her anını belirli ilke ve kurallara bağlamıştır. Yani Müslüman’ın hayatında profan (tanrısız) bir an yoktur. Fakat gel gör ki bugün yaşadığımız durum Müslüman hayatını kompartımanlara bölmüştür. Bu kompartımanlarda farklı eylemler gösteren bir Müslüman ortaya çıkmıştır.[46]

Kur’ân, sadece dünyevîleşme eğilimine sahip Yahudilik ya da sadece uhrevilik anlayışına sahip Hıristiyanlık gibi seküler bir hayata yol açacak tabiata sahip bir kitap da değildir. Bu yüzden seküler hayat şekli Kur’ân’ın dolayısı İslâm’ın asla öngörmediği bir hayat modelidir.[47]

Elbette ki Kur’ân’ın dolayısı ile İslâm’ın seküler tehdide karşı bir çözüm önerisi bulunmaktadır. İslâm’ın, seküler hayat anlayışı karşısında önleyici ve yönlendirici bir anlam taşıyan ahiret hayatını öne çıkardığı görülmektedir. Seküler hayatı Kur’ân’ın literatürü ile anlamaya çalıştığımızda ona en yakın ifade el-Hayâtü’d-Dünya kavramıdır. Bu tabirde geçen “dünya” kelimesini etimolojik açıdan tahlil ettiğimizde salt arzuların, isteklerin tatmin edildiği bir mekândan daha ziyade bir manası olduğu görülecektir. Kur’ân’a göre, dünya ve ahiret birlikteliği sayesinde iman ve davranış ikilisinin tesis ettiği manevî duruş her iki hayatın aynı anda inşâsını mümkün kılmaktadır.[48]

Din, insanları kendi ilke ve esasları doğrultusunda yönlendirme amacına sahip kurallar ve öğretilerdir. Bu nedenle dinin genç nesillere, ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiğinin ifade edilmesi büyük önem arz etmektedir. Günümüzde İslâm dünyasının gerek ekonomik, gerek siyasî, gerekse bilim ve teknik açısından içinde bulunduğu acıklı durum nedeni ile özellikle bugünün gençleri din ile dünya arasında ilişki kurmakta oldukça zorlanmaktadır. Bu durum da onları farklı arayışların içerisine itmektedir.[49]

Eğitim sisteminin seküler olması nedeniyle gençler içinde yaşadıkları toplumun inançları konusunda maalesef bihaber, bigâne hatta bilgisizdir. Din hakkında üç beş cümleyi geçmeyen ezberlenmiş bir malûmattan öteye geçemeyen bu bilgisizlik, dine karşı ilgisizliğin de en büyük sebebidir. Bilgisizliğinin farkına vararak bu konuda bir şeyler öğrenmeyi kendisi için ihtiyaç duyan birçok insan da maalesef dinî bilgilerini sosyal medyaya düşen kaynağı belirsiz çoğu şov kokan paylaşımlardan öğrenmeye kalktığı için öğrendikleri bilgi kırıntıları da bir işe yaramıyor.

Bu noktada üzerinde durulması gereken en önemli konu, çocuklarımıza ve gençlerimize verilmesi gereken din ve değerler eğitiminin, ilmî ve felsefî açıdan donanımlı, psikolojik ve sosyolojik süreçlerden haberdar olan bilim insanları tarafından verilmesini sağlamaktır. Aksi halde din ile dünya arasında bir bağlantı kuramayan yeni nesil kuşağın, din ve değerler adı altında verilen bu eğitimle, fikrî ve zihnî gelişimi olumsuz etkilenecek, faydadan uzak, daha çok kafa karışıklığına sebep olacaktır. Dindarlık söylemlerini diline dolayan ama seküler ahlâkın etkisinden de kurtulamayan anlayışın ellerine teslim edilen gençlik, gün geçtikçe ahlâken ve dinen daha da yıpranmaktadır. [50]

Eğitimin temelinde, yaşayan unsurlar yer alır. Toplum, eğer bu değerleri yaşamıyorsa eğitim kurumları da bir yere kadar iş görür. Toplumsal değerlerin yaşanmadığı, bunların retorikten ibaret kaldığı, haksızlığın kol gezdiği bir toplumda bu değerleri ikame etmeye çalışmak, havanda su dövmek gibidir. Bu nedenle başarılı bir eğitim, yaşayan toplumsal değerleri mikro düzeyde örnekleyen okullarda olanaklı hâle gelir.[51]

Sonuç

Sekülerizm Batı’nın bugünkü dünyada kendini tanımladığı ve evrensellik iddialarını da dayandırdığı en önemli bileşenlerden birisidir. Sekülerleşme Batı’yla özdeşleşmiş bir kavram olarak aynı zamanda İslâm’ın da karşıtıdır. Dolayısıyla evrensel bir değer olarak sekülerleşmede mesafe kat edildikçe, Batılı hegemonyanın, yani modernizmin de mutlak zaferine doğru adım adım gidildiği kabulü zihinlere yerleşik bir kaziye gibidir.[52]

Daha önce de değindiğimiz gibi her ne kadar Batı’da sekülerizm etkisini kaybetmiş olsa da küreselleşmenin getirdiği imkânlar dahilinde maalesef bizim gibi ülkelerde bu tür akımlar etkisini devam ettirmekte, bazı kesimler sırf kendi etnik kimlik, inanç ve ideolojilerini muhafaza etmek adına bu tür akımları diri tutmak adına gayret göstermektedir. Kendilerini sözde aydın, entelektüel, evrensel gören bu kesimler perde arkasında kendilerini destekleyen özel yapıları ile gelecek nesilleri köksüzleştirme ve dünyevîleştirmek için ellerinden geleni yapmaktalar. Eğitim sistemine en ufak bir müdahalede, gençleri kökleri ve değerleri ile buluşturmak ve kaynaştırmak için en ufak adımların karşısında “laiklik elden gidiyor”, “irtica hortladı”, “cumhuriyet tehlikede” şeklinde yaygara koparabiliyorlar. Arkalarındaki medya desteği ile pireyi deve yapmakta mahir algı operasyonlarının her gün farklı senaryolarını sahneleyebiliyorlar.

İslâm, insan hayatının kompartımanlara bölünmesini kabul etmez. Onun için ticaretimizi, işimizi, aile yaşantımızı, komşuluk ilişkilerimizi, yaşam biçimimizi de Müslümanca kılmak zorundayız. Gençlere bu hayatı yaşayarak öğretmeliyiz...[53]



[1] Yasin AKTAY, Bir Batılı Anlatı Olarak Sekülerizmin Evrensellik İddiası, sh: 15-16, https://tezkiredergisi.org/

[2] Abdülkerim BAHADIR, “Modernitenin Yıkıcı Etkileri Karşısında Savunmasız İnsan”, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13/13 (Şubat 2002), 130-140

[3] Murat CANPOLAT, Hukukî Açıdan Sekülerizm ve İslâmiyet (Yüksek Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ: 2007

[4] Aşkım ÖĞÜT MARANGOZ, Nurhan ULUÇ, Sekülerizm'in Kavramsal, Kuramsal ve Tarihsel Gelişimi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 4 (2), 335-345, 2021

[5] İsmail EKİNCİ, Sekülerleşme ve Din, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 7, Sh: 320-337, Sayı:1 Haziran 2018,

[6] CANPOLAT, age.

[7] AKTAY, agm., sh: 18

[8] İsmail Hakkı GÖKSOY, Nurhâlis Mâcid, TDV İslâm Ansiklopedisi, basılan cilt: EK-2. (gözden geçirilmiş 3. basım), Sh. 362-365, Ankara, 2019

[9] AKTAY, agm., sh: 26

[10] Ekrem BAYAT, Sekülerizm Tehdidi Altında Müslüman Toplumun Yıpranan Değerleri ve Kur’an, Amasya İlahiyat Dergisi, Sayı: 18, Sh: 113-145, Haziran 2022

[11] AKTAY, agm., s. 16

[12] MARANGOZ ve ULUÇ, agm. sh: 336

[13] Aytunç ALTINDAL, Laiklik Enigma'ya Dönüşen Paradigma. İstanbul, Anahtar Kitaplar Yayınevi. Sh: 28, 1994

[14] Melek ORAK, Doğu Toplumlarının Sekülerleştirilmesi, Köprü Dergisi Laiklik ve Sekülerizm Sayısı, Sayı: 51, Yaz 1995

[15] MARANGOZ ve ULUÇ, agm. sh: 337

[16] MARANGOZ ve ULUÇ, agm. sh: 337

[17] Celaleddin ÇELİK, Sekülerleşmenin Kuramsal Sosyolojik Serüveni. Journal of Islamic Research, 28 (3), 209-223, 2017

[18] Mesut Hazır, Postsekülerliğin Gelişi: 21. Yüzyılda Sekülerliğin Sosyolojisini Yapmak, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 2, Yıl: 2012

[19] ÇELİK, agm., sh: 217

[20] Hamdi GÜNDOĞAR, “Deistik Tanrı Algısı, Seküler Yaşam ve Dünyevileşme”. İslâmî İlimler Araştırmaları Dergisi 14 (Aralık 2023), 19-28

[21] BAYAT, agm., sh: 116

[22] BAYAT, agm, sh: 122

[23] BAYAT, agm., sh: 118

[24] Dr. Ümmet ERKAN, Deizm ve Sekülerizm Arasında Gençlik, https://www.medeniyetvakfi.org/

[25] Hamdi GÜNDOĞAR, Deistik Tanrı Algısı, Seküler Yaşam ve Dünyevileşme, İslâmî İlimler Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14, Sh: 19-28, Aralık 2023

[26] Dr. Ümmet ERKAN, Deizm ve Sekülerizm Arasında Gençlik, https://www.medeniyetvakfi.org/

[27] Ferit USLU, Agnostisizm, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/1, c. 11, sayı: 21, ss. 5-28.

[28] https://tr.wikipedia.org/wiki/Agnostik_teizm

[29] MARANGOZ ve ULUÇ, agm. sh: 341

[30] Volkan ERTİT, Sekülerleşme Teorisi. Ankara, Liberte Yayınları. 2019

[31] Niyazi BERKES, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay., s. 15-16, İstanbul 1978,

[32] ÇELİK, agm. sh: 211

[33] M. Ali KİRMAN, Küreselleşme Sürecinde Sekülerleşme ve Dinin Geleceği, 38. ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi: Din, cilt: I, s. 279-295, 2008

[34] KİRMAN, agm., sh: 289

[35] AKTAY, agm., 31

[36] AKTARY, agm., sh:32

[37] KİRMAN, agm. sh: 288

[38] KİRMAN, agm, sh:291

[39] BAYAT, agm., sh: 116

[40] AKTAY, agm., sh:22

[41] BAYAT, agm., sh: 123

[42] BAYAT, agm.

[43] GÜNDOĞAR, agm., sh: 24

[44] ERKAN, agm.

[45] GÜNDOĞAR, agm., sh: 24

[46] ERKAN, agm.

[47] BAYAT, agm., sh: 135

[48] BAYAT, agm., sh:117

[49] BAYAT, agm., sh: 118

[50] BAYAT, agm., sh: 134

[51] ERKAN, agm.

[52] AKTAY, agm.

[53] ERKAN, agm.