İnsanlığın hiç eksik olmayan derdi: Göç (2)

Her ne sebeple olursa olsun, göç olayları her iki taraf için hem olumlu, hem de olumsuz durumları beraberinde taşır. Bu olgular, göç veren ülkeler açısından olduğu gibi, göç alan ülkelerin durumuna da beklenmedik etkiler getirebilmektedir.

GÖÇLERİN etkilerine geçmeden önce, genelde insanlık, özelde bizim tarihimize etki eden göçlere göz atmakta yarar var. Yaşadığımız dünyayı doğru anlamanın yadsınamaz gerçeği olan göçleri hatırlarsak konuya daha kolay adapte oluruz.

Tarihte büyük göçler

Tarihin bilinen en eski göçünün Asya’dan dünyanın her yanına dağılan toplumlarca gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu göçler Milât öncesi 10000’li yıllara dayanır. Avrupa milletlerinin oluşmasına sebep olan, bu göçler olmuştur.

“Tarihî göçler” denince hem millet olarak bizi, hem de dünya siyâsî ve sosyal yapısına yaptığı etki açısından değerlendirildiğinde Türklerin Orta Asya’dan göçü, yazılı kaynaklarda ilk yer alan göçlerdendir. Dördüncü yüzyılda Orta Asya’da yaşayan kavimlerin şiddetli ve uzun süren kuraklık sebebiyle yurtlarını terk etmeleri, dağıldıkları coğrafyanın genişliği ve kültürel etkileşim bakımından önemlidir. Bu göçler esnasında doğuya, kuzeye, batıya ve güneye göç akınları olmuştur. Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa ve Balkanlara kadar gidip oraları yurt edinen Türkler olmuştur. Avrupa’nın ortasında Romalılara rest çekecek kadar güçlü olan Hun Türkleri bunlardandır.

Yine Orta Asya’da altıncı yüzyıldan itibaren başlayan Türk göçleri, bizi doğrudan ilgilendiren göçlerdendir. Bir kısmı güneye, Hindistan’a giderken, asıl ağırlığı batı istikametinde olan Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzey ve güneyinden geçerek Avrupa ve Afrika’ya yönelen boylar oluşturur. On ve on birinci yüzyıllarda Hazar’ın güneyinden devam ederek İran, Irak ve Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya ve oradan Balkanlara devam etmişlerdir.

Bir de 16’ncı yüzyıldan itibaren başlayan kıtalar arası göçler vardır. Bunun en tipik misali, “Yeni Dünya” olarak bilinen Amerika kıtasına yapılan göçtür. Önce İspanyol, İngiliz, Fransız, Portekizli, İsveçli, Alman ve İrlandalı Avrupa milletlerinden başlayan göçler, Amerika kıtasını yurt edinerek sürmüştür. Yüzyıllar geçmesine ve gittikçe azalmasına rağmense hâlen devam etmektedir. Bu göçlerden on binlerce yıl önce, Alaska ile Rusya arasındaki Bering Boğazı’nın buzlanması sonucu Asya’dan Amerika’ya yapılan göçleri de bilimsel araştırmalardan öğrenmiş bulunuyoruz.

İnsanlığın kaderinin oluşmasında önemli bir yeri olan göçlerden biri de ilk Müslümanların Mekke’den Medîne’ye göçüdür. Bu göç sayesinde Müslümanlar devlet olma, dinlerini rahatça yaşama imkânı bulmuşlardır. Hazreti Muhammed ve öncesinde O’na inanan Müslümanların 622 yılında Mekke’den Medîne’ye göç etmelerine verilen isme “Hicret” denir. Bu göçün İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Öneminden dolayı “Hicret” adıyla anılan bir takvim yılının başlangıcını oluşturmuştur.

Kafkas göçleri

Özellikle Orta Asya’dan yapılan göçlerin yol güzergâhında olan Kafkasya, birçok kültürün birbiriyle kaynaşmasına sebep olmuştur. Buna rağmen kendi kimliklerini muhafaza eden milletler zorlu coğrafî şartlarda yaşantılarını sürdürürken, 1800’lü yıllarda önemli bir göçe maruz kalmışlardır. Kafkasya’nın etnik kimliğini tümden değiştirme düşüncesiyle halkları yerinden oynatan ve zora dayanan bir göçtür. Coğrafî olarak düzenli orduların etki edemediği dağlık bölgeler boşaltılarak bir kısmı iç bölgelerdeki düzlüklere, diğer bir kısmı da dış göçe zorlanmıştır.

Bu göçe katılan insanların tamamına yakını, zor kullanılarak Osmanlı topraklarına gönderilmesiyle Anadolu ve Orta Doğu’ya yerleşmek durumunda kalmışlardır.

Balkan göçleri

Ayrı ırktan, dinden ve mezhepten olan topluluklar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde birlikte yaşamaktayken, devletin güçlü olduğu dönemlerde aralarında fazla problem olmamıştır. Bunda Osmanlı’nın farklılıklara karşı hoşgörüyle yaklaşması ve asimile çalışmalarına tenezzül etmemesinin büyük bir etkisi vardır.

Balkan coğrafyası, Avrupa kıtasında, tarihsel süreç içerisinde her zaman jeopolitik bir bölge olarak kabul görmüştür. Böyle önemli bir coğrafyayı yönetmek, Doğu ile Batı güçlerini kontrol edebilecek üstünlüklere sahip olabileceği bakımından her daim iştahları kabartmıştır. Stratejik açıdan son derece önemli olan bölgeye hâkim olmanın yolunun Osmanlı hâkimiyetine son vermekten geçtiğine karar vermişlerdir. Öncelikle nüfus politikasına el atmayı, bu yolla Müslüman halkı göçe zorlamakla birlikte diğerlerini de birbirine rakip ya da düşman halklar hâline getirmeyi tercih etmişlerdir. Bu sayede koskoca imparatorluğun yerinde devlet kurma gayretiyle Türk ve Müslüman olan halklar baskı yoluyla yurtlarından edilmiş, milyonlarcası Osmanlı’nın son parçası Anadolu’ya sığınmak durumunda kalmışlardır.

Göç olgusunun getirdiği etkiler

Göç olayları genel olarak iki tarafı karşı karşıya getirir. Bunların biri, yerli halk yani ev sahibi; diğeri, gelen göçmen yani misafirdir. Türk kültüründe misafir olgusu önemlidir. Ev sahibi hiçbir karşılık beklemeden var olan imkânlarını sunarak misafirini rahat ettirmekten mutluluk duyarken, misafirden de edep ve ahlâka uygun şekilde ailenin düzenini olumsuz davranışlarla etkilememesini bekler.

Burada misafirin dâhil olduğu yeni ortama uyum sağlama hususunda titizliğinin gerekliliği önemlidir. Verilenlerle yetinmeye, gösterildiği yerde istirahat etmeye, ev sahibinin hoşgörüsüne uygun olarak imkânlardan yararlanmaya özen göstermelidir. Kurulu düzen içinde töre, adap gibi iletişime dikkat etmeli, gösterilen sınırlar dâhilinde geçici olan hayat sürdürülmelidir. Ev sahibinin huzurunu kaçıracak, varlıklarına el uzatacak, aile fertlerini rahatsız edecek her tür davranıştan uzak durulmalıdır. Aksi hâlde misafirperverliğin gerekleri istismar edilmiş sayılacağından, gösterilen ilgiden mahrum kalınacağı bilinmelidir.

Gösterilen ilginin insan olmaktan kaynaklandığını, dolayısıyla insanî davranış dâhilinde hareket etmesi gerektiğinin bilincinde olmalıdır misafir.

Her ne sebeple olursa olsun, göç olayları her iki taraf için hem olumlu, hem de olumsuz durumları beraberinde taşır. Bu olgular, göç veren ülkeler açısından olduğu gibi, göç alan ülkelerin durumuna da beklenmedik etkiler getirebilmektedir.

Göç alan ülke açısından olumlu etkileri: Öncelikle ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimin artması, göç edilen yerdeki iş gücü ihtiyacının karşılanması, göç edilen yerdeki ekonomik kalkınmanın hızlanması, göç ile gelen vatandaşın kendisi ile birlikte finansal birikimini beraberlerinde taşıması, bilgi birikimlerini getirmesi, yerli halk ile göçmenler arasında rekabet ortamının gelişime ve yeniliğe katkısı.

Göç veren ülke açısından olumlu etkiler: Göç veren ülkelerde işsizlik azalır. Nüfus azalır. Yurt dışına çıkan işçileri ülkelerine döviz gönderirler.  Göç eden insanlar gittikleri ülkelerde yeni beceriler elde edebilirler. Kazandıkları iş tecrübeleriyle ülkelerine döner ve katkıda bulunurlar.

Göç alan ülke açısından olumsuz etkileri: Hızlı bir nüfus artışına sebep olması ve dengenin bozulma kaygısı, gürültü ve görüntü gibi çevre kirliliği yaratması, ihtiyaca cevap veremeyecek duruma düşen kaynak, konut ve altyapı yetersizliği, kültürler arası çatışmalar sebep olması, yoğun göç sonucu şehirlerde çarpık kentleşmeyi ortaya çıkarması, sosyal yapıda meydana getirebileceği bozulmalar, yerli halkın göçmenleri kabullenme ya da dışlama kaygısı… Bu yaklaşımlar ayrımcılık ve ırkçılığı körükleyebilir.

Göç veren ülke açısından olumsuz etkiler: İş gücü kaybı ortaya çıkar. Nüfus azalır. Eğitim ve tecrübe yoluyla bilgi ve beceri elde etmiş olan vasıflı insan kaybı olur. Ülkede yaşayan insanların kendi yöneticilerine karşı güven kaybı oluşur. Göçmenlerin kültürel uyum sorunu yaşaması olarak izah edilebilir.