DEVLET yönteminde esas olan
yegâne şey adalettir. Toplumda barış ve huzuru sağlayan en önemli unsur, iman
ve küfür değil, adalet ve zulümdür. Devlette barış olmadan toplumda huzur
ve mutluluk olmaz. Bir devlet, ancak yönetimde adaletli olursa toplumsal barışı
sağlayabilir, huzur ve mutluluk da ancak o zaman sağlanabilir. Adaletin en
önemli özelliği de çağdaş ve medenî bir norm olmasıdır.
Her ne kadar ikircikli ve kendi içinde tutarsız
olsa da, sadece kendi halkına uygun görse de, çağdaş Batılı değerler arasında
da en önemli özellik adalettir. Esasında insanî bir değer olarak adalet, tüm zamanlarda
en önemli kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü bir devlet ancak adaletli
olduğu zaman ayakta kalabilir, zalim olduğu zamansa yıkılır.
Meşhur bir hikâyede anlatıldığı gibi, toplumda herhangi
bir kaos, toplumsal bir olay, toplumsal bir çalkantı, birtakım sorunlar, birtakım
huzursuzluklar meydana geldiğinde, serinkanlılıkla önce “Kavanozu sallayan
kim?” diye sormak gerekir.
O meşhur hikâyede şöyle: Toplumsal sonuçları olan bir
deney yapmak için bir grup insandan bir çölde yüz tane kırmızı ateş karıncası
bulup getirmeleri isteniyor. Sonra başka bir topraktan yüz tane de siyah
karınca getirmeleri... Karıncalar bulunup getiriliyor ve bunların hepsi bir
kavanozun içine atılıyor. Başta “Hiçbir şey olmaz, hepsi de karınca değil mi?” diye
düşünüyor herkes. Daha sonra bir kişi, kavanozu eline alıyor ve şiddetli bir
şekilde sallıyor. Sonra tekrar yerine bırakıyor. Kavanozun içindeki karıncalar bir
anda birbirlerine saldırıyor ve birbirlerini öldürmek için savaşmaya
başlıyorlar. Çünkü kavanozun içinde artık bir kaos ortamı oluşuyor. Öyle bir
kargaşa ve huzursuzluk, öyle bir fitne ortamı oluşuyor ki kırmızı karıncalar
bunu yapanın düşman olarak gördükleri siyah karıncalar olduğunu söylemeye
başlıyorlar. Siyah karıncalar da bu çatışmanın nedeni olarak kırmızı
karıncaları görüyorlar.
Oysa iyice akıl edilip düşünüldüğünde, kaosun asıl nedeninin, kavanozu sallayan
insan eli olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Günümüzde, devletlerde ve toplumlarda
yahut kimi ortamlarda görülen/yaşanan her türlü olay/sorun/mesele veya
mutsuzluk, savaş, şiddet ve huzursuzluğun sebebi, insan eliyle yapılan
adaletsizlik, insan eliyle gerçekleşen haksızlık ve kargaşadır. Kavanozun
içindeki karıncalar gibi, adaletsizliğe ve haksızlığa uğrayan, şiddete ve
eşitsizliğe muhatap olan topumlar, derin kargaşa ve fitneye dalıp birbirleriyle
uğraşır, didişir ama gerçek nedeni, gerçek sorunluyu göremezler.
Başka zamanlarda, başka ortamlarda olsa aslında hiç görmediği,
tanımadığı insanlarla tartışacak ya da kavga edecek bir duruma geldiğinde insan,
kendine hep o soruyu sormalıdır: “Kavanozu kim salladı?” Bizi birbirimize
saldırtanın, birbirimize düşman edenin kim olduğunu düşünmek gerekir.
Toplumda, görüldüğü gibi politik alanda yaşanan
anlayış değişiklikleri, kültürel alanda meydana gelen iklim değişiklikleri,
Müslümanların İslâmî duyuş ve düşünüş konusundaki öncelikleri ve sorunları
algılayış biçiminin değişmesine neden olmaktadır bu durum. “Konjonktürel” birtakım
kırılmalara neden olmakta ve tarihsel bağların kopmasına neden olmaktadır. Devletin
uyguladığı adaletsizlik, insanda değersizlik ve isyan duygusunun oluşmasına
neden olmaktadır. Toplumda, hayatın tüm boyutlarını her yönüyle kapsaması
gereken İslâmî dikkatin kaybolmasına sadece madde ve faydacılık anlayışının
oluşmasına neden olmaktadır. O vakit devlet güven, huzur ve barışı, insan ise sevgi,
şefkat ve mutluluğu kaybediyor.
Hak şamarının sesi az olur ama yarası hiç iyi olmaz. Toplumda
yaşanan haksızlığı ve adaletsizliği desteklemenin, yanında yer almanın sonu her
zaman hüsran olmuştur. İşte Haccac-ı Zalim, Firavun, Hüsnü Mübarek! İşte
Çavuşesku, Ebu Cehil ve daha nicesi! İnsanın onuru, insanın şerefi pahalı
elbise giymesine, pahalı koltuğa oturmasına, çok paralı bir işe sahip olmasına,
çok para kazanmasına göre değil, işini nasıl yaptığına göre
değerlendirilmelidir. Yaptıkları iyi ve güzel, Allah’ı ve insanları mutlu
edecek şekilde ise, o kimse Allah katında ve insanlar arasında iyi ve şerefli
bir insandır. Yoksa sıradan ve değersiz biridir.
İslâmî ilkelere göre insanoğlu, sahip olduğu mâkâmdan,
oturduğu koltuktan veya içinde bulunduğu mekândan şeref almaz. İnsanoğluna
şeref veren, söz, hareket ve davranışlarıdır. İnsan, oturduğu yere değer katar,
şeref verir, kalkıp gittiği zaman o şerefi de beraberinde götürür. Çünkü mâkâm
ve rütbede şeref olmaz. Şeref, insanın karakterinde, ahlâkında, ruhunda ve
huyunda olur. İslâm’da en yüce şeref; adaletli olmak, helâl kazanmak, helâlinden
yemek ve helâlinden giyinmektir. Bir şeyi “hak etmek”, en üstün niteliktir.
Haktan daha üstün, daha şerefli, daha güzel, daha arı duru bir şey olamaz. Ehli
olmadığı, hak etmediği hâlde bir yeri işgal etmek, hak eden kimsenin hakkını
gasp etmekse en büyük adaletsizliktir.
İslâm olmadan toplumda adalet, barış ve huzur
sağlanamaz. Bu durumda insan, onurlu ve şerefli bir varlık olmaz. Kavurucu sıcaklarda
susamış bir kuşun suya olan iştiyakı gibi, bizi adalet, barış ve sevgiyle kuşat
Ey Rabbim!