İnsanın onurlu ve şerefli olması İslâm’dadır

İslâmî ilkelere göre insanoğlu, sahip olduğu mâkâmdan, oturduğu koltuktan veya içinde bulunduğu mekândan şeref almaz. İnsanoğluna şeref veren, söz, hareket ve davranışlarıdır. İnsan, oturduğu yere değer katar, şeref verir, kalkıp gittiği zaman o şerefi de beraberinde götürür.

DEVLET yönteminde esas olan yegâne şey adalettir. Toplumda barış ve huzuru sağlayan en önemli unsur, iman ve küfür değil, adalet ve zulümdür. Devlette barış olmadan toplumda huzur ve mutluluk olmaz. Bir devlet, ancak yönetimde adaletli olursa toplumsal barışı sağlayabilir, huzur ve mutluluk da ancak o zaman sağlanabilir. Adaletin en önemli özelliği de çağdaş ve medenî bir norm olmasıdır.

Her ne kadar ikircikli ve kendi içinde tutarsız olsa da, sadece kendi halkına uygun görse de, çağdaş Batılı değerler arasında da en önemli özellik adalettir. Esasında insanî bir değer olarak adalet, tüm zamanlarda en önemli kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü bir devlet ancak adaletli olduğu zaman ayakta kalabilir, zalim olduğu zamansa yıkılır.

Meşhur bir hikâyede anlatıldığı gibi, toplumda herhangi bir kaos, toplumsal bir olay, toplumsal bir çalkantı, birtakım sorunlar, birtakım huzursuzluklar meydana geldiğinde, serinkanlılıkla önce “Kavanozu sallayan kim?” diye sormak gerekir.

O meşhur hikâyede şöyle: Toplumsal sonuçları olan bir deney yapmak için bir grup insandan bir çölde yüz tane kırmızı ateş karıncası bulup getirmeleri isteniyor. Sonra başka bir topraktan yüz tane de siyah karınca getirmeleri... Karıncalar bulunup getiriliyor ve bunların hepsi bir kavanozun içine atılıyor. Başta “Hiçbir şey olmaz, hepsi de karınca değil mi?” diye düşünüyor herkes. Daha sonra bir kişi, kavanozu eline alıyor ve şiddetli bir şekilde sallıyor. Sonra tekrar yerine bırakıyor. Kavanozun içindeki karıncalar bir anda birbirlerine saldırıyor ve birbirlerini öldürmek için savaşmaya başlıyorlar. Çünkü kavanozun içinde artık bir kaos ortamı oluşuyor. Öyle bir kargaşa ve huzursuzluk, öyle bir fitne ortamı oluşuyor ki kırmızı karıncalar bunu yapanın düşman olarak gördükleri siyah karıncalar olduğunu söylemeye başlıyorlar. Siyah karıncalar da bu çatışmanın nedeni olarak kırmızı karıncaları görüyorlar.
Oysa iyice akıl edilip düşünüldüğünde, kaosun asıl nedeninin, kavanozu sallayan insan eli olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. Günümüzde, devletlerde ve toplumlarda yahut kimi ortamlarda görülen/yaşanan her türlü olay/sorun/mesele veya mutsuzluk, savaş, şiddet ve huzursuzluğun sebebi, insan eliyle yapılan adaletsizlik, insan eliyle gerçekleşen haksızlık ve kargaşadır. Kavanozun içindeki karıncalar gibi, adaletsizliğe ve haksızlığa uğrayan, şiddete ve eşitsizliğe muhatap olan topumlar, derin kargaşa ve fitneye dalıp birbirleriyle uğraşır, didişir ama gerçek nedeni, gerçek sorunluyu göremezler.

Başka zamanlarda, başka ortamlarda olsa aslında hiç görmediği, tanımadığı insanlarla tartışacak ya da kavga edecek bir duruma geldiğinde insan, kendine hep o soruyu sormalıdır: “Kavanozu kim salladı?” Bizi birbirimize saldırtanın, birbirimize düşman edenin kim olduğunu düşünmek gerekir.

Toplumda, görüldüğü gibi politik alanda yaşanan anlayış değişiklikleri, kültürel alanda meydana gelen iklim değişiklikleri, Müslümanların İslâmî duyuş ve düşünüş konusundaki öncelikleri ve sorunları algılayış biçiminin değişmesine neden olmaktadır bu durum. “Konjonktürel” birtakım kırılmalara neden olmakta ve tarihsel bağların kopmasına neden olmaktadır. Devletin uyguladığı adaletsizlik, insanda değersizlik ve isyan duygusunun oluşmasına neden olmaktadır. Toplumda, hayatın tüm boyutlarını her yönüyle kapsaması gereken İslâmî dikkatin kaybolmasına sadece madde ve faydacılık anlayışının oluşmasına neden olmaktadır. O vakit devlet güven, huzur ve barışı, insan ise sevgi, şefkat ve mutluluğu kaybediyor.

Hak şamarının sesi az olur ama yarası hiç iyi olmaz. Toplumda yaşanan haksızlığı ve adaletsizliği desteklemenin, yanında yer almanın sonu her zaman hüsran olmuştur. İşte Haccac-ı Zalim, Firavun, Hüsnü Mübarek! İşte Çavuşesku, Ebu Cehil ve daha nicesi! İnsanın onuru, insanın şerefi pahalı elbise giymesine, pahalı koltuğa oturmasına, çok paralı bir işe sahip olmasına, çok para kazanmasına göre değil, işini nasıl yaptığına göre değerlendirilmelidir. Yaptıkları iyi ve güzel, Allah’ı ve insanları mutlu edecek şekilde ise, o kimse Allah katında ve insanlar arasında iyi ve şerefli bir insandır. Yoksa sıradan ve değersiz biridir.

İslâmî ilkelere göre insanoğlu, sahip olduğu mâkâmdan, oturduğu koltuktan veya içinde bulunduğu mekândan şeref almaz. İnsanoğluna şeref veren, söz, hareket ve davranışlarıdır. İnsan, oturduğu yere değer katar, şeref verir, kalkıp gittiği zaman o şerefi de beraberinde götürür. Çünkü mâkâm ve rütbede şeref olmaz. Şeref, insanın karakterinde, ahlâkında, ruhunda ve huyunda olur. İslâm’da en yüce şeref; adaletli olmak, helâl kazanmak, helâlinden yemek ve helâlinden giyinmektir. Bir şeyi “hak etmek”, en üstün niteliktir. Haktan daha üstün, daha şerefli, daha güzel, daha arı duru bir şey olamaz. Ehli olmadığı, hak etmediği hâlde bir yeri işgal etmek, hak eden kimsenin hakkını gasp etmekse en büyük adaletsizliktir.

İslâm olmadan toplumda adalet, barış ve huzur sağlanamaz. Bu durumda insan, onurlu ve şerefli bir varlık olmaz. Kavurucu sıcaklarda susamış bir kuşun suya olan iştiyakı gibi, bizi adalet, barış ve sevgiyle kuşat Ey Rabbim!