İnsanın “olma” çabası

Bir meyve, her döneminde meyve olarak addedilmesine rağmen, gelişimini tamamlayıp olgunlaşma hâli aldığında gerçek anlamını tamamlar. İnsan da böyledir. Yaşam süreci içinde her durumda insandır. Meyvede olduğu gibi, sürecin genelinde hamdır ve kendisi olma durumuna erişememiştir. İnsan da yaşam sürecinin her kademesinde insan vasfını korur, ancak olma sürecini tamamlayıp insanî vasfa sahip olduğu kabul edilemez.

“OLMA” kelimesinin anlam zenginliği ve kullanım alanlarının çokluğu arasında boğulup kalmamak için burada hangi yönüyle ele alacağımızı belirtmekte yarar var.

İnsanın “olma” çabası üzerinde duracağımız için “varlık kazanmak, olgunlaşmak, gerçekleşmek, tamamlanmak, nitelik kazanmak, bir durumdan başka bir duruma geçmek, uygun düşmek, mensup olmak, edinmek, sahip olmak” anlamlarını iyi irdeler ve insan ile bağını doğru ortaya koyarsak, söyleyeceklerimiz daha da anlam kazanacaktır.

“Olma” kelimesi insan ile birlikte anıldığında, ilk akla gelen, “olmak” ile ilgililerdir. İnsanın sahip olması, bir şeyler edinmesi, hükmetmesi, mensubiyet duyması, çeşitli şekillerde hazlarını tatmin etmesiyle bencilliğini tatmin yönü öne çıkmaktadır. Bunlar da insanın olmazsa olmazlarındandır; ancak sadece benliğine yani egoizmini tatmin yönüne hizmet etmesi, herhangi bir canlıdan farkı olmadığını ortaya koyar.

Varlığını sürdürebilmesi, öncelikle canlılığına destek veren unsurları elde etmesi ve ihtiyacına göre kullanmasına bağlıdır. Bir adım daha ileri gidildiğinde yaşamsal ihtiyaç duymasa bile tatmin olma duygusu birçok şeyi sahiplenmeye yönlendirecektir. Bunların da insanda, yaşama azmini kamçılayan önemli unsurlar olarak yerini alması mümkündür.

Öncelikle yaşamsal ihtiyaçlar, akabinde tatmin olma ihtiyacı, bir sonraki aşamada statü elde etme, farklı olduğu hissiyatıyla başkalarına hükmetme arzusu ön plânda yerini alacaktır. İnsanı bilinmeze sürükleyen, ondaki hırs ve doyumsuz açlığıdır. Ben merkezli bir yaşantıyı ortaya koyar. Hedefi, egoizmini tatminden öte gitmeyen çabanın sonucuna ulaşmaktır.

İnsanın dış dünyaya ve kendisine karşı takındığı tavır, onun iki ayrı yönünü ortaya koyar. Yaşam tarzını biçimlendiren ve genel ihtiyaçlarını giderme ve tatmin olma çabası olarak bilinen “edinme, sahip olma ve hükmetme” gibi dış dünyayla alâkalı olanlardır bunlar. Her türlü maddî şey ve edinilecek statü bu çerçevede ele alınabilir.

İnsanı insan yapan asıl unsur, “olmak” değil, “olma” meselesidir. Bu da insanın içsel yapısıyla ilgilidir. Varlık olmaktan öte insan olma yönünü ortaya koyar. Somut olmayan, ancak insan olmanın gereği olarak değerler sistemi ağır basar.

Bir meyve, her döneminde meyve olarak addedilmesine rağmen, gelişimini tamamlayıp olgunlaşma hâli aldığında gerçek anlamını tamamlar. İnsan da böyledir. Yaşam süreci içinde her durumda insandır. Meyvede olduğu gibi, sürecin genelinde hamdır ve kendisi olma durumuna erişememiştir. İnsan da yaşam sürecinin her kademesinde insan vasfını korur, ancak olma sürecini tamamlayıp insanî vasfa sahip olduğu kabul edilemez. Olma derecesine kavuşması için “olgunlaşma” sürecini tamamlaması gerekir. Aksi hâlde yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan, hazlarını tatmin eden herhangi bir canlıdan farksızdır.

İnsanın tam olabilmesi, bencillik gibi sahip olma yöneliminden fedâkârlık, faydalılık, dayanışma, hak, hukuk ve vicdan aşamasına geçmesini gerektirir.

“Olma”ya yönelim, kişinin ruhsal güçlerini geliştirmeye yönelik olması ve akılcı yönetmesiyle mümkündür. “Olmak”tan “olma”ya yönelen kişinin, bedensellikten ruhsallık aşamasına terfisini gerektirir. İnsanın ruhsal yanı ağır basıp “insan” durumundan “insanîliğe” geçebilmesi; kendisini tamamlaması, gerçekleşmesi ve olgunlaşmasına bağlıdır. Bu durumda sadece kendisi için yaşamak yerine, sahip olduklarını başkaları adına nasıl faydalı hâle getireceği amacına yönelir. Benlikten sıyrılıp biz olma merhalesinde yerini alır.

Olma çabasında olan kişi, hedefine doğru adım atarken fedâkârlık, paylaşım, vicdan muhasebesi, faydalılık ve benzeri olumluluk düşüncesi öne geçer. Bu kişi, hayata sorgulayıcı ve eleştirel bakar; iyi-kötü, faydalı-zararlı, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi kıyaslamalarla akılcı bir sonuca varır. Netîcede herkesi kucaklayan ve olumlayan düşünce yetisine ulaşır.

Nelere sahip olduğu düşüncesinden ne yapabildiği yönüne geçebilmek, olmanın önemli basamağıdır. Mülkiyetten vazgeçmek, daha doğrusu fedâkârlık etmek ile birlikte sahip olduğu alışkanlıklardan da sıyrılabilmektir. Kendi olmak yerine “biz” rûhu aktif hâle gelecektir. Buradaki “biz”, ayırt etmeksizin herkesi kucaklamaktır. Mensubu olduğu birilerini öne çıkarıp başkalarını öteleyen zihniyetten uzak olmaktır.

Bu aşamada kişinin kendisini nasıl hissettiği de önemlidir. Yararlı olma, işe yarama, sahip oldukları ve kazandıklarıyla birilerinin yarasına merhem olma, işlerini kolaylaştırma duygusu dolaylı da olsa kazanç hanesine yazılacaktır.

Olmanın farkındalığı

Mükemmel bir yapıya sahip olan insanın kendi olabilmesi, farkındalık bilincini gerektirir. Bireysel olarak nasıl bir yapıya, ne tür yeteneklere ve kullanacağı imkânların hangi seviyede olduğu konusunda bilgi birikimine sahip olmasıdır bu. Yaşadığı ortamı, yakın ve uzak çevresinin imkânlarını ve imkânsızlıklarını bilmelidir.

Günümüz teknoloji terimiyle açıklayacak olursak, “insan” denen yapının içinde beyin “donanımı”, akıl “yazılımı”, zekâ ise “işletim sistemini” temsil eder. Ne kadar mükemmel bir donanıma sahip olursa olsun, eldeki aracın yazılımı istenen düzeyde değilse, amaca hizmet etmesi beklenemez. Onu doğru ve yapılış amacına uygun olarak kullanmak gerekir. Aksi hâlde, dört çekerli bir arazi aracını şehir asfaltında kullanarak sükse yapan kişi durumuna düşer. Egoizmi tatmin etmeye yönelik bir tavır olur bu.

İnsan beyninin mükemmelliği konusunda söyleyecek söz olmadığına göre, onu kullanacak aklın seviyesi önem arz eder. Düşünme, anlama ve kavrama gücü olan aklın ne derece doğru kullanıldığı, gidilecek yolun rotasını çizecektir. Beyin gücü ve akıl, sahip olunan veya geliştirilmiş yetenekler sayesinde amaca hizmet edecektir.

Buna rağmen yetersiz işletim sistemi insanı yarı yolda bırakır. Var olan cihazın hangi amaçlar doğrultusunda kullanılacağı da kendi içinde ayrı bir önem kazanır. Kullanıcı onu ister benliğini tatmin etmek, isterse fayda zarar terazisine tutarak kullanabilir. Bu aşamada akıl ve zekâ devreye girer. Akıl ile fedâkârlık, fayda zarar, hak hukuk, vicdan ve ahlâk muhasebesi yaparken zekâ elde edilecek sonuçla ilgilidir. Yani yapılanla kimin nasıl etkileneceği hesap edilir. Her şeye rağmen onu yerinde, zamanında ve gerekli şekilde kullanma becerisi insanın zekâ yönetimine bağlıdır.

İnsan mükemmel düzeyde yaratılmış bir varlıktır. Onda bulunan beyin, akıl ve zekâ, diğer varlıklardan farkını ortaya koyar. Kendi aralarında yaratılış bakımından birbirlerinden üstünlük ya da düşüklükleri yoktur, genel mânâda aynı donanıma sahiptirler. Oluşan farklılıklar, sahip olunan yazılım ve işletim sisteminin ne amaçla ve nasıl kullandığıyla alâkalıdır. Kısaca, o mükemmel yapının nasıl değerlendirip değerlendirilemediği önemlidir.

Bilmek ve bilinmek için yaratılmış olmak, insanı insan yapan değerlerdendir. “Allah’ın insanı yaratmasındaki temel esas bilinmektir” âyetinin bilincinde olarak, önce Yaratanını, sonra kendisini ve yaratılanları; kısaca gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyi bilmek gibi bir sorumluluğu vardır insanın.


Bilmek yetmez, bildiğini bilmek (farkında olmak) gerektir. Bildiğini bilmek; akıl, şuur, vicdan ve ahlâk unsurlarının canlılığını muhafaza etmesi demektir. Bildiklerini irade gücünün ayırt edici ve karar verici özelliği sayesinde yerinde kullanıp yarar noktasına ulaşması önemlidir. O aşamada Yaratıcının gücünü kavrama noktasını yakalamış olur.

İnsan, kendini tanımakla birlikte başkasının gözüyle de kendini görebilme yeteneğini geliştirmesiyle yükümlüdür. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren yaşamak için yaşama lüksüne sahip değildir. Yaşamak kadar yaşatmaktır onun aslî görevi. Yüce Yaratıcı’nın nefesini üfleyip rûh verdiği bu yapı, aynı zamanda yeryüzünün halîfesi olma unvanıyla şereflendirilmiştir. Bu unvana lâyık olmak, kendisinden bekleneni yerine getirmekle mümkündür. Kendisinden beklenen, kendi ile birlikte yakın ve uzak çevresinde olan her şeyi hesaba katmasıdır.

Var olmak, “anlaşılmak” olduğuna göre, insan kendini anlatmak ve görünür olmakla yükümlüdür. Sınırlarını bilemediğimiz geniş âlemde, içinde bulunduğu kendi küçük dünyasını bilmek ve bilinçli olarak kullanmak yükümlülüğü vardır. Yaratılanların en küçük zerresinden en büyüğüne kadar her birinin ayrı bir önemde olduğunu ve kendi içlerinde değer biçilmeyecek kadar görev ifa ettikleri unutmamalıdır. Önem ve önemsizlikleri, ne amaçla kullanıldıklarına bağlıdır.

Deniz dediğimiz şey, binlerce damladan ibaret olan bir şey değil midir? Önemli olan, damlanın kıymetini bilmektir. Gözle görülemeyecek kadar küçük olan bir hücrenin, kendisinden binlerce, hattâ milyonlarca kat büyüklüğünde bir canlıyı yere serdiği gibi, onun yaşamasına da katkı sağlayabildiği unutulmamalıdır.

An ve insan

Var olanların olumlu yönde kullanılması, insanın olma derecesiyle orantılıdır. Olgunlaşmak noktasında faydalılık ortaya çıkar ki menfaat ve bencilliğin devre dışı kaldığı andır bu an. “An”, insan için vazgeçilmez ve telâfisi olmayan bir zaman dilimidir.

Ânı yaşamayı bilmek önemlidir. Geçmiş zamanı irdeleyip gelecek ile ilgili tasarımlar, plânlamalar yapılırken Ânı doğru yaşama konusunda aynı titizlik gösteriliyor mu? Oysa “an” geçtiğinde, onu yakalama imkânı olmaz. Mutluluk ve huzur, ânın nasıl yaşandığıyla alâkalıdır. Olma derecesine ulaşmış insan hiçbir detayı gözden kaçırmadığı gibi geçenler için hayıflanmaz. Onun için her şeyi zamanında yaşamaktır değerli olan. Ânı yaşarken “biz” rûhu hâkim olmalı, fedâkârlık, faydalılık ve paylaşım, merkezdeki yerini almalıdır.

Geçmiş, insanın kendisini anlattığı hikâyeleridir. Önemli olan, kurgusundan sapmamaya özen gösterilmesidir. Kurgu, insanın yaratılış amacına uygun yaşama sürecini oluşturur. Kurgunun yapısı sağlam, olay örgüsü doğru kurulmalıdır. Ölümün bir kapıyı kapatırken bir başkasının açılmasını sağladığı unutulmadan, sağlam bir kurguyla, sahip olunan hikâye akıcı ve etkileyici hâle getirilebilir. Final, kişinin olma derecesinin ürünüdür.

Olma noktasının önemli kıstaslarından biri de aşırılıklardan sakınmaktır. Her şeyin hayırlısı, her şeyin orta yoludur. Beden ve rûhtan müteşekkil olan insan, ihtiyaçlarını gidermede de o ikiliği muhafaza etmelidir. Ne Hint fakiri misâli dünya nimetlerinden uzaklaşmalı, ne de dünya nimetlerinin esiri olmalıdır. Var olan nimetlerden gereği kadar faydalanmak, üreterek ihtiyaçların karşılanmasına katkıda bulunmak, hem kendi, hem de başkalarının faydasına olacak şekilde emek sarf etmek, insan olmanın gereğidir. Bu aşamada ölçülü olmaya özen gösterilmelidir.

Yoksul olmak övünülecek bir yaşam biçimi olmadığı gibi, varlıklı olmak da hor görülecek bir yaşam biçimi değildir. Varlık edinmenin hor görüldüğü toplumlarda huzur ve mutluluğun sağlanması kolay olmaz. İhtiyaçlarını gidermek için başkalarının yaşama hakkına tecavüze kadar giden bir kargaşaya sebep olabilir. Varlık sahibi olmak, sadece kendisi için kazanmak değildir. Eldekilerle ihtiyacı olanları gözetmek ve yaşantılarını kolaylaştırmak da destek olmayı gerektirir. Bilinmelidir ki, elde edilen bütün varlıklar, kişinin emeği karşılığında kendisine verilen emanetlerdir. Yardımlaşma ve paylaşma, elde var olanlar sayesinde yerini bulur. Elde bir şeyi olmayanların başkalarıyla paylaşacak şeyleri de olmaz. O zaman başkalarına faydalı olmak da mümkün değildir. Kazanmak için çaba sarf etmek, elde edilenlerle mümkün olduğunca geniş çevrelere fayda sağlamak doğru olandır.

Çalışmak, üretmek ve kazanmak insanî birer vasıftır. İyi iş yapabilme duygusunun verdiği hazzın yerini dolduracak çok az şey vardır. Bilinçli eylemin varacağı yer kazançtır. Önemli olan, bu kazancın ne kadar geniş alana ya da kitlelere fayda yönünde etki edeceğidir. Hazırla yetinmek veya başkalarının elindekilere göz dikmek, gücü nispetinde de ondan faydalanmak, insan olmayan diğer canlılarda da görülen hasletlerdir. Yeryüzünde var olan nimetleri keşfedip onlardan azamî düzeyde yararlanması görevi bütün canlılar için geçerlidir.

Mevcûtları üretip çoğaltarak hizmete hazır hâle getirme işi, insan dışında herhangi bir canlıya verilmemiştir. İnsanın vazîfesi, herhangi bir canlı olmamayı, olumlu yönde gelişimi başarabilmesidir. Çalışıp üreten kişi başlarda kendi nefsini tatmin ederken üretim arttıkça bencilliğin yerini toplumsal faydaya bırakıyorsa, o kişi hakkında olma yönünde bir çabanın geliştiği söylenebilir. Bu esnada hak, hukuk ve vicdan meselesi yerini buluyor demektir.

Son söz

Çalışıp kazanmak, insanın doğal tatmin noktalarından biridir. Onu hırs yapmamak, birlikte oldukları ve içinde yaşadığı toplumla paylaşmayı bilmek, olmaya doğru gidişin ilk adımlarıdır. Bu duygu ve düşüncenin en yakınından başlayarak sınır tanımadan genişlemesi, insanî olgunluğun yer bulmasını sağlar. Bu noktada sakınılması gereken en önemli nokta, “Desinler” ya da görülmek adına yapılmamasıdır. Ürettiğini severek vermek, paylaşma ve yardımlaşmayı karşılıksız yapabilmektir aslolan. Akıl ve irade gücü teraziyi doğru kullanmada insanın en büyük yardımcısıdır.

Yukarıda bahsedilen mükemmel yapıdaki beynin nasıl, nerede, ne için ve hangi maksatla kullanıldığının cevabını verebilecek bilinçte olabilmektir “olma”. Bu sayede insan hayatının sadece kendisine ait olmadığı şuuru yerini bulur. Ana rahminden sonsuza kadar bütün canların birbirine bağlı olduğu düşüncesinin hâkim olduğu yerde, yaratılış gâyesi yakalanmış olur. İki kişinin bağı olumlu duygu ile kaynaşmadıysa, kopması kaçınılmazdır. Duyguya sevgi hamurundan yeteri kadar karıştırılırsa, kopmaz nitelikte bir kaynak oluşturur. Karşılıklı fedakârlık, sevgi hamurunun karılmasını kolaylaştırır. Toplumsal bağın gelişmesi ve pekiştirilmesi, oluşturulacak sevgi bağıyla orantılı olacaktır. Sevmek fedâkârlık, karşılıklı özveri ve istikrar ister. Vermeden, beklenen yere sevginin yolu uğramaz. Orada ihtiras, bencillik, sahip olma ve alma duygusu ağır basar.

Benliğini ikinci plâna atıp hak, hukuk, vicdan ve ahlâk terazisi gözeten; fedâkârlık, paylaşım ve toplumsal fayda yönünde çaba sarf ederek bu dünyada emanetçi olduğunun bilincinde olanlara selâm olsun!