İnsanın “insanî” olanla arası açılınca

Bizler, zarafeti çalınmış bir dünyada yaşamanın zül olacağına inanıyoruz. İnsanın ruhuna Âlemlerin Rabbi Allah (cc) tarafından yüklenen “insanî” tohumun nice tufan sonrası yeşerdiğine iman ettiğimizden, inancımızı taze tutuyor, Vahyî bir nasihat ile “güzel bir söz” söylemeyi kulluk vazifemiz addediyoruz. İşte bu inanç ile Kültür Ajanda’mızın sayfalarını “insan, iletişim ve adap” mevzuu ile donattık ve siz kıymetli okurlarımızın dikkatine sunduk.

“GÖRMEDİN mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz) kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”*

Zarafet sessizce çekiliyor aramızdan. Tedavülden kalkmış, karşılığı bulunmayan bir servetin ziyan oluşuna tanıklık ediyoruz hepimiz. Kimimiz farkında, kimimiz ne olduğunu anlayamadığı bir boşluk hissiyle seyrediyor hoyratlaşan dünyayı, hırçınlaşan ruh hâllerimizi.

Biliriz ki, güzel olan, güzelliğe dair her bir şey, değeri bilinmediğinde asil bir terk edişi üstlenerek çekilip gider bizden. “Güzel” dedimse, elle tutulur, gözle görülür nesnelleştirilmiş güzellik değil, sıfır hacimli, sonsuzluk ederli bir değerler bütünü… “İnsanî” olana dikkat çekmektir muradım. Hani bir niyetle eyleme dönüşüveren iyilik, kalpleri yumuşatan bir bakış, teselli olan bir tebessüm, ihlaslı bir hissediş, şifa olan bir ses, mânâya yol alan bir söz, yalnızlığı bölüşen bir nefes olup muhataplarımızı kuşatıveren ahvaldir meramım.

Bildiğimiz bir başka hakikat daha var ki, o da insana yakışanın, “insanî” olanın, insanca yaşamaya devam etmemizi sağlayanın ruhumuza iyi geleceğidir. Bu iyi hissediş doğru biçimde ruhumuza yerleşmediğindendir inancımızın, değerlerimizin, şahsiyetimizin ve varoluş gayemizin en ufak bir sarsıntıda yerle bir oluşu. Bu sebepledir yarım ve eksik kalışımız, varlık içinde yoklarımızın bilânçosu ile meşgul oluşlarımız.

Dahası, insanın “insanî” olanla arası açıldığında başlıyor insanca yaşamayı unutması. Bu yüzden çirkinlik hızla yol alıveriyor. Zarafet ki, insan ruhuna kodlanmış en kuvvetli “insani/yet” manifestosuyken ilkin ona yüz çevirmenin ceremesini çekmeye zorlanıyor.

Bilmem sizlerde fark ediyor musunuz, istisnalar kaideyi bozmasa da, etrafımızdaki pek çok kişi gözlerini gözlerimizle buluşturmaktan çekiniyor. İhlastan yoksun bir nezaketi isteyerek yahut bilinçsizce kuşanınca insanoğlu, ilkin saklanma hissini keşfediyor çünkü. Görmekten, görünür olmaktan, kalbinde dolanıp duran samimiyetsiz hislerin okunmasından korkuyor.

Modern bir saklambaç oyunudur şimdilerde insanın insanla oynadığı. Ruh dünyasındaki, insana yakışmayacak kadar yozlaşmaya meyyal değişimlerin sobelenmesinden tedirgin her bir insan teki.

Öte yandan “insaniyet, insanlık” kavramlarının birer plâka hükmünde kabul ettirilişinin ve bu kabulün altında cinayetlere, bireysel ve toplumsal çirkinleştirmelere ruhsat verilişinin cinnetiyle yüz yüze dünya insanlarının hemen hemen tümü. Akıl almaz bir tutarsızlıkla debelenir hâle geldi zihinler. En çok da dilimize yansıyan bir hoyratlık kol geziyor etrafımızda; siyâsî arenalarda, sokaklarda, sosyal ağlarda, televizyonlarda…

Aslına bakarsak, bu tutarsızlık bu tedirgin oluşlarda insanın özüne dönüşüne bir umut, güzelliği yeniden yeşertmeye bir nüve, ruhumuzu bu esaretten azat edecek ve ucundan tutulup alçaldığı yerden yeniden yükseleceği bir ipucu var. Çünkü insan, böylesi tutarsız değişimlerden rahatsız demektir.

İnsan fıtraten “insanî” olan ile tezyin edildiğinden, yaratılış normalinin dışına çıkınca ilkin çevresindekileri, sonra kendini yadırgıyor. İş ki, bu yadırgamalar kanıksanmaya dönüşmeyegörsün, işte o vakit, her bir insan bir diğerine ayna oluverir. “Bende olan onda da var” tesellisini kuşanarak insanca yaşamak yerine eşyalaşmış ruhunun yükü altında ezilerek yaşamaya mecbur kalır. Ve o içimizde yeşermeyi bekleyen insanî tohum çürür!

Hâlbuki ruh zarafeti kuşandıkça, etrafına insanî olan ne varsa onu yansıttıkça, bir bulut hafifliğinde zarif, naif ama etkili varlığını ruhuna taşıtabilir. Böylece ruhunun hamalı değil, o bulutumsu mefhumun koynunda kendini taşıtabilir. Hayatı saadet yurduna yatırım olarak inşâ edecek olan insan, “yaşamak” hikâyesini bir tahammül gibi taşıyorsa, bilmelidir ki ruhu, kalbi ve zihni işgal altındadır. Ve hayatın hamallığını yaparken huzurla yaşamak nasibi olmayacaktır.

İnsan insanî olanı terk etmeye sevk edildiğinden beridir hiçbir şey eskisi kadar kolay değil artık! Eskiden sadece tarlalarda ekinler biçilirdi, şimdi bir sözle toplumlar biçiliyor, soykırımlar tarihe kara bir leke olarak düşüyor. Bir bakış, kurşun olup kalpleri delip geçiyor. İstihza dolu bir gülüş, huzurun celladı oluveriyor.

Düşünen, konuşabilen, etkilendiği kadar etkileme yetkisine haiz yegâne varlık insan, nesnelleştirilmeye göz yumduğu kadar köleleşiyor. Efendilerinin emrine girmiş zihni ve kalbi ile sürüler hâlinde yitirdiği melekeleriyle zarafetten yoksun ve adapsız bir dünyanın kölesi olarak hayata tahammül etmeye mecbur kalıyor!

***

Bizler, zarafeti çalınmış bir dünyada yaşamanın zül olacağına inanıyoruz. İnsanın ruhuna Âlemlerin Rabbi Allah (cc) tarafından yüklenen “insanî” tohumun nice tufan sonrası yeşerdiğine iman ettiğimizden, inancımızı taze tutuyor, Vahyî bir nasihat ile “güzel bir söz” söylemeyi kulluk vazifemiz addediyoruz. İşte bu inanç ile Kültür Ajanda’mızın sayfalarını “insan, iletişim ve adap” mevzuu ile donattık ve siz kıymetli okurlarımızın dikkatine sunduk.

Huzurlu okumalar diliyoruz.

Hoşnut kalınız efendim…

 

*İbrahim, 24