İnsanın eşya ile imtihanı

İnsanın dünyası büyüdükçe varlığı da o denli küçülmektedir. Eşya, madde âleminin aralanan bir kapısı ve bu kapıda tüketim çılgınlığına yönelip mânevî yoksunlukta kendini bulması, insanın eşya ile imtihanını daima hatırlatacaktır!

İNSAN kendini kelimelerle ifade eder. Ne kadar çok kelime bilirse, bu hâl kendi anlayışına yansır. Kelimeler her fert için bir güç veya zayıflık belirtisidir. Yüz kelime ile konuşan biri, bin kelime ile konuşan birini anlayamaz. Anlamaya kalksa da zorlanır.

Kelimeler fertler için bir ifade yolu olmakla birlikte, varlığın ve yaşamanın da bir kaynağıdır. Çünkü kelimeler eşya ile var olur. Eşyayı bulduğumuzda veya ürettiğimizde, kelimeler de vardır. Kelime ve eşyanın ortak özelliği, her insan için birer araç olmalarıdır. Hayatın birer aracı… Hayat da kelimeler ve eşya ile anlamını bulur ve kaybolur. Bunun zamanı/miadı kullanımına ve kendine yüklenen değere bağlıdır.

Eşya sadece bir ihtiyaç veya anlamlandırma aracı da değildir. Araç olduğu oranda iletişim vâsıtasıdır. Kültürü yansıtma ve kaybetme oranı mukâbilince iletişimi durdurma ve başlatma fonksiyonunu da sağlar. İşbirliği ve ilişkilerde doğada var olanların algılanması,  insanın tecrübeleri ve zihniyeti üzerinden gerçekleşebilir. Bu nedenle de kişinin kendini dillendirmesi, kelimeler ve eşya üzerinden sürer.

Eşya, insanın güç kazanmasında ve sergilemesinde önemli bir araçtır. Bunun önemi de edindiğimiz bilgilere göre 70 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Belirtilen bu tarihten önce insanoğlu giysilerle yaşamaya, sarıp sarmalanmaya başlamış. Eşya ile insan ilişkisi bu yönüyle yeni değildir. İnsanın bir yerde yaşamaya karar vermeye başladığı anda eşya sayısında artış başladı. Bunun sonucunda yeni bir toplum ve ekonomi modeli doğdu, gruplar genişlemeye başladı ve hiyerarşi oluştu. Her dönemi âdeta moda gibi insanı sarıp sarmaladı; özellikle de önemli statüdeki insanlar, parlak giysiler ve mücevherlerle özdeş hâle gelmeye başladılar. İnsanlar arasındaki statü eşit hâle gelmeye başladığında da insanların eşya ile münasebetleri gittikçe arttı. Bu meyanda Stanford Üniversitesi’nden Ian Hodder’in yerinde tespitiyle, “Toplumlar, ‘maddî kültür’ olmadan hiyerarşik ve gelişmiş bir yapıya sahip olamazlar” gerçekliği görülmektedir.

Önceleri yerleşik hayat yoktu. İnsanlar akıl ve imkânlarını biraz da zaruret ve ihtiraslarının teşvik ve tazyikiyle, yerleşik hâle gelince çevresel felâketlere maruz kalma riskleri artmaya başladı. Felâketlerden etkilenmemek için yiyecek stokları yaptılar. Stoklar yapmak için uygun eşya edindiler. İlişkiler de bu gibi hâllerde, özellikle de yerleşik hayatta komşularla iyi ilişkiler kurdular. Komşularla ilişkiler, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” darb-ı meselince eşyayı komşu ile takas ilişkilerine yönlendi, ilişkiler güçlendi. Zamanla toplumlar büyüyüp geliştikçe maddî eşya zenginlik yarattı.  

Günümüze gelindiğinde insanın eşya ile ilişkisi de değişmeye başladı. Tüketim kültürü eşyanın kullanım sürelerini kısalttı. Vaktiyle azla yetinen insanlar, kullanılabilecek eşyayı atmayı öğrendiler. Alışveriş yapmanın kendisi ihtiyaç olarak algılanmaya başlandı, bir yönüyle de israfa meyletmeyi arttırdı. Üretmek ve tamir etmek yerine yenisini aldık. Eskisiyle uğraşmayı istemedik.

Hızlı tüketim bir hastalık hâline dönüştü. İnsanın eşyayla bağ kurmasına izin vermedi. Eşyaya alışamadan, ilişki kuramadan yenisini almayı yeğledi. Her şeyi olduğu hâlde yoksunluk hissetti bu yüzden insan. Yokluk ve boşluk duygusu, onu daha fazla eşya almaya yönlendirdi. Böylelikle sahip olunan eşya yenilendi. Eski eşyanın değeri ancak yıllar sonra antika hâline dönüşünce kıymete bindi.

Eşya, eskimeden zamana yenik düştü. Zamanı ve modası geçti, “kullanılmayacağı” düşünüldü. Bir eşyayı uzun süre kullanmak yokluk ve yoksulluk olarak düşünülmeye/görülmeye başlandı. Bazı eşya ise yeni modeli çıktığı için değiştirilir oldu.

Emek ve sömürü düzeni bu kez eskimeden değiştirmeyi, tamir ettirmeden atmayı öğretti. Tamir kültürü de yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Zorla yaşatılmaya çalışılan meslekler de eşyanın değişimi ve yenileşme nedeniyle bir bir kayboldular. Kaybolmayanlarsa can çekişir hâle geldiler.

Bütün bu olup bitenlerle beraber tüketim kültürü veya çılgınlığından önce insan, eşyasına sadâkatle bağlıydı. Aralarında vefâlı, iyi bir ilişki vardı. Eşyası kıymetliydi, çünkü yıllarca ona hizmet etmişti. Hayatını kolaylaştırmıştı. Yakınlığını arttırmış, yükünü hafifletmişti. Hâtıralarına emanetçi olmuştu. Eşya, tüm yaşanmışlığın ve anıların emanetçisiydi. Samîmiyet, vefâ ve değer vermek, insanların eşya ile olan münasebetleriyle var olmaktaydı.

Ele alınıp dokunulan her eşyanın hâtırası gözlerde canlanır, hayâl edilir. An olur, yaşadıklarımızın tek şâhidi ve sırlarımızın tek bileni eşyamız olur. Sevilen aile fertleri veya tanıdıkları eşya ile dile gelir, gelmektedir.

Eşyaya bağlılık ve eşyaya düşkünlük, imkânlar ve anlayışlar nispetinde yürümektedir artık. Her zaman eşyanın hakikatine uygun bir şekilde onunla ilişki kurulsa da, her yeni, çabucak gözden düşmekte ve eskimektedir.

İnsanın eşya ile kurduğu bağ ve yakınlık, eskiye göre çok değişti. İnsan, kendisini eşyasıyla ifade etmeye çalışır. İhtiyaçlarını onunla karşılar. Zamanla aralarında bir bağ oluşur. Birbirlerini hatırlatırlar. Eşyayı gördüğünde kime ait olduğunu tahmin edebilirdiniz. Eşyayla insan arasındaki bu kuvvetli bağ nedeniyle anlam yükleme bakımından insan, eşyayı dost ve sırdaş beller. Âdeta eşya ile insan iç içe geçer, birbirine hayat verirdi. Eşya yıllandıkça insana geçmişten bir şeyler fısıldardı. Eşya, sahibinden izler taşırdı. Âdeta birlikte yaşlanır, birlikte birçok anıyı paylaşırlardı. Mâzi, ati ve hâl, insan ve eşya için bir mânâ teşkil ederdi…

Öğrenmede, eğitimde, sosyalleşme ve yönelim geliştirme sürecinde eşyanın bir anlamı, kuşkuya yer bırakmaz. Biz de olmasa da dünyada küçük topluluklar hâlinde yaşayan ve az sayıda eşyaya sahip insanların varlıklarını da biliyoruz. Meselâ Tanzanya’daki avcı-toplayıcı Hadza insanları, bugün çok az eşya ile yetiniyor ve fazla eşyalarını paylaşıyorlar. Dünyanın çoğunluğu böyle yaşamıyor elbette…

Son söz

Bir yanımız eşya ile kuşatılmış durumda. Diğer yanda da eşyaya muhtaç insanların varlığı yer alıyor.

İnsanların eşyalarına yaşamsal bir önem atfettikleri ve sosyal statülerinin bir işareti olarak gördükleri bir gerçektir. Zenginlik veya zengin görünme illetiyle birlikte eşya, insanla özdeş hale gelmeye başladı. Hayatlar değişti, işlevselliklerine yeni boyutlar eklendi. Eşyanın sıradanlaşması insanın büyüme sürecini de etkiledi ve sıradanlaştırdı. Wolfgang Klafki, “Bir insan için eşya ve düşünce ile ilgili bir gerçekliğin kazanımı ve aynı zamanda bu insanın kendi gerçekliğinin kazanımıdır”der bununla ilgili olarak.

Günümüz için yeni kazanımlar yeni bir dünyayı işaret etmektedir. “Eşyanın tabiatına aykırı” sözü, herhâlde eskisi kadar revaçta değildir artık! Ancak yine de eşya, insanlar arası iletişimde en önemli bir etkiye sahiptir. Öğrenme ve eğitimin, sadece başka insanlarla karşılıklı etkileşim sonucu değil, eşya ile yapılan deneyimlerle de gerçekleşebileceğini hatırlatmaya devam edecektir. Bizim yapmamız gereken şey, yönelim, geliştirme ve öğrenme süreçlerimizde yer alan eşyayı tekrar gözden geçirmek olmalıdır.

Eşyaları kullanma yoluyla “beceri” gibi bir şeyler kazanarak onlar hakkında bilgi edinerek insanın eşya ile öğrenmesi, kuşkusuz sürecektir. Sonrasında ise insan, belirli davranışları ve kendine bağlı yönelimleri eşyadan bekleyecek olması, bunun sonucunda kendini eğitse günümüz şartlarında ne olur?

Eşyanın insanlarla doğrudan bağlantısı ve işlevselliklerinin değiştirilebilir olması üzerine düşünülmesi gerekir bir durumdur. Esas imtihan da işte bu çizgide başlıyor: Eşya olduğu gibi kalmıyor ve sadece eşya değil, onunla ilişki kuran insan da değişiyor!

İnsanın kendisi ile eşya arasındaki farkı ayırt edebilmeli, eşyanın esiri olmamalıdır. İnsani eşya ile ilişkisini azaltmalı, Allah’a daha yakın olmalıdır. Batılılar günümüzde sürekli ihtiyaç üretiyorlar. İhtiyacımız olmadığı hâlde çok şey alıyoruz.

İnsanın dünyası büyüdükçe varlığı da o denli küçülmektedir. Eşya, madde âleminin aralanan bir kapısı ve bu kapıda tüketim çılgınlığına yönelip mânevî yoksunlukta kendini bulması, insanın eşya ile imtihanını daima hatırlatacaktır!