İnsanın din ve dünya ekseninde ahvali neler söyler?

İnanan insan, çevresine güven verendir. Elinden, dilinden emin olunandır. Zarar değil, fayda verendir. İyi davranışlar içinde bulunandır. Örnek insandır. Kur’ânî beyanlar mü’min, “Allah’a ve Resûlüne iman eder, hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda malları ve canıyla cehdeder (çaba harcar)” (Hucurat, 15). Allah’a iman eden insan, Yaratıcısın hoşnutluğunu kazanmayı düşünür. Dünyevî her türlü çıkarı elinin tersiyle iter.

İNSAN dünyaya geldiği andan itibaren önce kendi yaşam tarzını belirlemiş, ihtiyaçlarına göre hareket etmeye başlamıştır. Ne var ki, her yeni şey değişir, başkalaşım geçirir, eskir. Değişkenliğe insanoğlu uymaya çalışır, adımlarını ona göre atmak zorunda olduğu gerçeğini de fark eder. Uymak mecburiyetinde olduğu şeylere uymak istemese de, şartlar ve gelişmeler insanı mecburiyete sürükler.

İnsan dünyadan ayrı tasavvur edilemez. Zira dünyada olup biten, yiten ve yenilenen şeyler hayatla yakından ilgilidir. İnsan değişen, farklılaşan, kabuk değiştiren ve yenilenen şeyleri dikkate almak gerektiğini kavrar, öğrenir ve bilir. Bu mecburiyette -aslına bakılırsa- insanın da önemli katkıları vardır. Dünyada olan biten her işte insanın daima azla yetinmemesi, arzuları, kaprisleri, muhteşemi yaşama isteği hiç ölmeyecekmiş gibidir.

Yeryüzünde hüküm süren düzenler, insanların hayâl ve tasavvur edemeyeceği kadar değişti ve gelişti. Huzur arayan insanlık, huzuru kendi elleriyle baltalamakta ve bunun acısıyla kıvranmaktadır. Bu bir karın ağrısından ziyade, bitmez bilmez bir baş ağrısıdır. Bir yanda karşı, diğer yanda birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğu ve aynı paralelde olmayan bir ayrılık senfonisi... Felsefî anlamda da bir kuruntu, avuntu, tersyüz etme ve farklı algılama/anlama, bir bakıma görme bozukluğu gibi içinden çıkılmaz bir hâl… Sanat akımlarında olduğu gibi, sanatkârların bakışlarından yansıyan hâller bütünü… Görünenden ziyâde, nesnelere yansıyan farklı algılamalar…

İnsan; bütün değişim, oluşum ve başkalaşımlarda kendi zihnî yapısına uyma hevesi, isteği, kendine yetememe durumu ve dolayısıyla birliktelik sağlanamayan karşıtlıklar armonisi… Hep kendi hegemonyası, hep baskın çıkma dürtüsü… Bütün bu hayat gailesi içinde, bir de hayatında din gerçeği var. İnsan inançsız yapamaz. İnanmadan yaşamak, inanıp yaşamaktan da fena, zelil bir illettir! Buna rağmen dünyada -azınlık da olsa- inanmamakta ısrar eden, hayatının mahpusunu yaşayanlar mevcuttur. İnandığı hâlde imanın gereklerini yapmayarak Allah indinde türlü belâlara maruz kalmak ise başka bir gaile! Bu gibilerin durumu da vahim ve bir o kadar zordur.

Din ve eğitim, insanın olmazsa olmazları arasındadır. Kendini aşmanın yolu; eğitimle şekillenen ve geliştiren biçimde okumak, anlamak ve sorgulamak, saygı ve sevgin hâkim olduğu açık her düşünceye saygı duymak ve bu düşüncelere karşı itidal üzere mülâhazalar içinde olmaktır.

İnsan inanıyor ve fakat bu inanç eksik kalıyor. Eksik kalışının saiki, ilimle amelin bir araya getirilememesidir. Dinin kurumsal kimliğine uymayan insanoğlu, kendi inanç ekseninden de sapıyor. Sadece düşünme, bir fikri benimseme ve sahip olma arzusu uygulamalarda kendini göstermiyor, bir kuralı benimsemekle birlikte uygulamamak da bir anlam ifade etmiyor.

Din, insan hayatının her ânına güzellik/iyilik katar. Dinin sistemi budur: “İyi bir hayat”... Bu anlamda dine bağlı olan, dini istikamet üzere yaşamak isteyen insan, Allah’ın hoşnut olduğu hasletlere göre hareket eder, etmelidir. İnsanın gerçek amacı, Allah’ın rızâsını kazanmak olmalıdır. Bu mânâda sonsuz bir mükâfat kazanmak ve cezadan kurtulmak değildir. Rızâya uygun yaşamakla cezadan kurtulmuş ve mükâfata kavuşulmuş olur. Güzel Peygamberimizin deyişiyle, hayatın bütününü kapsayan din, “güzel ahlâktan ibarettir”.

İnsan hayatı ibadet etmekle sona ermez. İnsana yüklenen ibadetlerin dışında da görev ve sorumluluklar vardır. Bu anlamda dini dar bir alanda görmek büyük yanılgıdır. Din, hayatın her alanını kapsar. İnsanın her davranışı dine göre şekillenir.

İslâm ve insan

İnsanın İslâm dinine bakışı ile İslâm dininin insana bakışı arasında büyük farklılık, ayrılık, hatâ ve yanlışlar olabilir, olmaktadır. Kendini dine uydurmakla dinî kendine uydurmak, işte burada kendini gösterir! İnsan dinini iyi bilmelidir ki gerektiğince yaşayabilsin. İslâm’da kulluk ile günlük hayat birbirinden ayrılmaz. İbadet bittikten sonra insanî vazife bitmez. İnsanın, sadece ihtiyaçları için insanlar arası ilişkiler zincirine uymakla işi bitmez. Bilâkis görevi devam eder. Her insanın çevresinde, toplumda yaşadıklarıyla bir ilişkisi ve sorumluluğu vardır. Her şey mal, mülk ve çıkarlardan ibaret değildir. İnsan İslâm dininin hükümlerini bilmeli ve onun hükümlere, emir ve yasaklarına göre yaşamalıdır.

İnsan samîmi olmalıdır. Kendini bilmelidir. Kendini bilen, Rabbini de bilir ve ona göre hayatını şekillendirir. Günümüz insanı büyük bir yozlaşmanın eşiğindedir. Dinî hayat kapsamında samîmiyet azalmış, aile bağları gevşemiş, insanî ilişkiler zedelenmiştir. Bu anlamda İslâm ve eğitimin bir ihtiyaç olarak önemi açıkça görülmektedir. İnsan, Allah yolunda olmalıdır. Tüm kötülüklerden arınmalıdır. Kalbinde güven duygusu olmalıdır. Hayatta huzuru istemeli ve ona kavuşmalıdır. Mutluluğa kavuşmak o kadar da zor değildir. İnsanın kendi tutumuna bağlıdır. İyi niyet, güzel ve yerinde davranışlar, incelikler, hoşgörü, feragat ve fedakârlık, infak etmek, yardımlaşmak, iyiliklerde bulunmak gibi pek çok haslet, insanı ebedî saadete götürür.

İnsan imtihandan geçer. Dolayısıyla başına gelen iyi ve kötü her şeyi iyi idrak etmelidir. Sıkıntının ardını düşünmeli, huzuru görmelidir. İyilik yaptığında kendine şunu sormalıdır: “Yaptığım bu iyilikle görevim bitti mi?”

İnsan duygusal bir varlıktır. Dolayısıyla her şeyden etkilenir. Hayatı sadece içinde yer aldığı fotoğrafın bir yanını değil, tamamını görmelidir. Küçük değil, büyük düşünmelidir. Ayrıntıları önemsemekle birlikte, detaylarda sıkışıp kalmamalıdır. İslâm dinine inanan insan, gerçek hayatı arzulamayıp dünya hayatını ahiret hayatına tercih ettiği için hep hüsranı yaşamaktadır. Kendi içindeki kötülük duygusuna karşı iyilik duygusunu beslemeli ve güçlendirmelidir. Yoksa inandığı hâlde bir Müslüman, neden yalan söyler, hırsızlık yapar, sözünde durmaz, sabretmez, iftira ve gıybet eder, düşmanlık besler, çalışmaz ve kaytarır ki?!

İnanan insan, çevresine güven verendir. Elinden, dilinden emin olunandır. Zarar değil, fayda verendir. İyi davranışlar içinde bulunandır. Örnek insandır. Kur’ânî beyanlar mü’min, “Allah’a ve Resûlüne iman eder, hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda malları ve canıyla cehdeder (çaba harcar)” (Hucurat, 15). Allah’a iman eden insan, Yaratıcısın hoşnutluğunu kazanmayı düşünür. Dünyevî her türlü çıkarı elinin tersiyle iter. Kişi, sahip olduğu güzel ahlâkı her zaman büyük bir dikkatle korumaya çalışır. Aksi hâlde insanın dünyası zindana dönüşür. Dünyada yaşarken dünyevî arzu ve heveslerden sıyrılarak Allah’a sığınmakla gerçek kurtuluşa vasıl olunur. Allah’ın rahmeti ne güzeldir! Tüm güzellikler O’na bağlanmakla mümkün olur. Yaratılışıyla güzel kılınan insan, ahlâkıyla daha da güzel olur.

Allah dilimizi duâsız, kalbimizi imansız bırakmasın!