İnsanî kapasitemizi büyütebilmek

Bütün beşerî sistemler vahşete ve menfaate dayalıdır. Sadece kendi menfaatini, kendi geleceğini, sadece kendini ve kentini düşünür. Acımasızca sömürür, inek gibi sağar, işi bitince öldürür.

BİLGİNİN deney ve gözlem yapılarak elde edileceğini, elde edilen bilgilerin akıl ve mantık süzgecinden geçirilerek sağlamlaşacağını savunan modern düşünce akımı çökmüştür. Nakil ve geleneği reddettiği için köksüz kalmıştır. Bunları savunan Aydınlanma düşüncesi ile iyi bir dünya kurulamadı. Çünkü geçmişi inkâr ve imha eden, geleceği asla imar edemez.

Aynı yanılgı başarı konusunda da yaşandı. Batılı değerlere göre başarı “hep kazanmak, hep elindekini çoğaltmak, hep üstün gelmek, hep kendini güçlü kılmaktır”. Oysa insanî değerlere göre başarı; hayatı güzelleştirme, sevgiyi çoğaltma, şefkati biriktirme, insanî kapasitemizi büyütebilmektir. Para ve pul, mal ve mülk, menfaat ve çıkar için belli bir yere kadar çalışılır, bir yerden sonra hepsi önemini kaybeder, cazibe kaybolur.

Bir ağacın kökü ne kadar derinde olursa başı o kadar yükseğe çıkar. Kökleri güçlü olan değerlerimiz üzerine yeni bir dünya inşâ edebiliriz. Çağlar üstü değerler ile geleceğe yön verebiliriz. İnsanın, işçinin, çalışanın olduğu yerde kapitalizmin olmaması mümkün değil. “Kapitalizm nasıl olmaz?” diye baktığımızda ise şu gerçekler çıkıyor önümüze: Gerçek bir insan, sadece kendisi için değil, diğer insanlar ve hatta sadece insanlar için değil, diğer tüm canlılar için yaşayan kimsedir. Kendini diğer insanların sorunlarını ve ihtiyaçlarını gidermek için her zaman sorumlu ve görevli kabul eder. Sadece zihniyle değil, kalbiyle de yaşar. “Dünyada bir tek insan üşüyorsa, ben de ısınma hakkına sahip değilim” diye düşünür.

İslâm coğrafyasına öyle dönemler geldi ki zekât verilecek fakir bulunamadı. İsraftan kaçınmak ve normal denge üzerinde yaşamak zenginle fakir arasındaki farkı ortadan kaldırdı, birbirine yaklaştırdı. Zekât ve infak, toplumda dramların yaşanmasına izin vermedi. Kardeşlik şuurundaki bu hassasiyetten dolayı herkes, din kardeşini kendine zimmetli bildi. Sadece maddî değil, manevî olarak da büyük gelişmeler, iyileşmeler, güzelleşmeler yaşandı. Birbirine sevgi ve şefkatle kenetlenmiş, tek vücut hâline gelmiş, sapasağlam duvar gibi bir toplum oluştu. Ne zaman ki lüks ve israf çoğaldı, o zaman bozulma başladı. Kendi medeniyetimizi bırakıp Batı’ya özendiğimiz, hayranlık duyduğumuz gün zayıflama, gerileme ve çöküş yaşandı.

Yakın tarihimiz ise medeniyetimizden uzaklaşan, özümüze yabancılaşan, kapitalist dünyanın etkisine giren, Batı’yı taklit eden bir anlayışla devam etti. Yeniden hayatta başarılı olmak istiyorsak bugün bütün olumsuzlukları, hataları, krizleri, yanlış yolları, uygulamaları bırakıp yeniden kendi medeniyetimize, İslâm’ın temel ölçülerine dönmek zorundayız. Çünkü bizim medeniyetimizde herkes birbirine zimmetlidir. Karı kocaya, evlat babaya, işçi patrona, halk devlet başkanına, diğer canlılar sahibine, öğrenci öğretmene, yeri geldiğinde anne-baba evlâdına zimmetlidir, ondan sorumludur. Doktor hastadan, çoban sürüden, başkan tebaasından sorumludur. 

Yenilmek, düşmek, hata yapmak ve sonunda acı çekmek insan olmanın doğal durumlarıdır. Önemli olan, yenilince veya düşünce düştüğümüz yerden kalkmak ve yeni bir umutla yeniden başlamak ve vazgeçmemektir. İnsan düşebilir, yenilebilir, ama düştüğü yerden kalkmasını da bilir. Yenilgiyi tekrar zafere çevirmek için mücadeleden asla vazgeçmez. Sezai Karakoç’un söylediği gibi, “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”.  

Modern ve çağdaş olduğu, insan haklarına öncülük ettiği zannedilen Batı medeniyetinde hukuk, toplumun bozulan ilişkilerini cezalandırmak için yapılmıştır. İslâm medeniyetinde ise hukuk, insanı önceleyip ilişkilerini barış, huzur ve sevgi temelinde düzenlemek için yapılmıştır. Barışı, sosyal dengeyi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, iyilik yapmayı ve üretimi esas almıştır. İnsanın mayasında kuvvetli olanın zayıf olanı koruma duygusu vardır. Bilen bilmeyene öğretmek veya ona yardımcı olmak hissi ile yaratılmıştır. Sağlıklı olan, hastanın iyileşmesi için çabalar. Hasta olan, başkasının yardımına ihtiyaç duyar ve tedavi hakkına sahiptir. Kıyamette ise yardım eden insan, yardımcı olduğu insanların duasına muhtaçtır. Bizim medeniyetimizde herkes birbirine zimmetlidir. Çünkü her medeniyet, kendi insan modelini oluşturur. İslâm’ın sunduğu insan modelinin temel özelliği; adil olmak, düşküne yardım etmek, paylaşmak, cömertlik ve fedakârlıktır.

İslâm’da temel esasların çoğu insan hayatını garanti altına alır; zekât, infak ve sadaka, insanı belâ ve musibetlere karşı korur, hayatı ve malı kirlerinden temizler. Zekât, zenginin malında bulunan fakirin hakkını alıp teslim eder. Sadaka ve infak da yine aynı şekilde fakiri, muhtaç olanı, borçlu olanı, iflas edeni gözetip toplumsal barışı ve huzuru sağlar. Sevilen şeylerden, kıymetli mallardan verildiği zaman daha çok kıymetli olur. Temel amaç, Allah’ın yolunda infak edilmesidir. Bu yüzden belli bir miktarı, bir sınırı yoktur. Batı’da ise zekât, infak ve sadakaya benzer karşılıksız para vermek, bağışlamak diye bir ibadet çeşidi bulunmamaktadır. Batı medeniyeti diğer ülkeleri sömürmekte ve ezmektedir. Bir iyilik yapıyorlarsa mutlaka daha büyük bir menfaat, daha önemli bir karşılık ve daha çok kazanmak için verirler.

Bizim medeniyetimiz olan İslâm, barış, iyilik ve huzur dolu bir dünya kurdu. İslâm böyle bir dünyayı kurmayı her zaman istemekte ve amaçlamaktadır. Komünizm, kapitalizm, liberalizm, modernizm, faşizm ise insan ruhunun, şefkat ve merhametin düşmanı olup ruhsuz, kalpsiz, gaddar, acımasız, zalim bir dünya ve zalim toplum oluşturdu. Bu yüzden her tarafa zulmetmektedir. Acımasız, kibirli ve şımarık insanlar yetiştirdi. En temel insanî değerleri, merhameti ve şefkati öldürdü, gözyaşını ve vicdanı unuttu, menfaatperest bir insan tipi inşâ etti. Vahşi kapitalizm binlerce kilometre öteden Orta Doğu’ya geldi, bombaladı, yakıp yıktı, öldürüp parçaladı. Zayıf toplumların kanı ve canı üzerinde zafer elde etmeye çalıştı. Başardığını zannediyor ama ne var ki, tam bir hüsran, tam bir yenilgi yaşıyor. Bataklığın içine düştü, kurtulmak istiyor ama kurtulamıyor.

Çünkü hayatı çirkinleştirdiler, nefreti çoğalttılar, kin biriktirdiler, düşmanlık beslediler, insanî kapasitelerini iyice küçülttüler. Hep para ve pul, petrol ve altın, mal ve mülk, menfaat ve çıkar uğruna çalıştılar. Bu yüzden ne kadar çok ezerlerse, ne kadar çok öldürürlerse, ne kadar çok sömürürlerse, ne kadar çok işkence yaparlarsa o kadar çok mutlu olacaklarını plânladılar. Bu düşünceye göre çok zevk alacaklardı. Böyle vahşi bir toplumdur Batı toplumu.

Aslında bütün beşerî sistemler vahşete ve menfaate dayalıdır. Sadece kendi menfaatini, kendi geleceğini, sadece kendini ve kentini düşünür. Acımasızca sömürür, inek gibi sağar, işi bitince öldürür.