“İNSANIN içinde yaşadığı
hayata uyum sağlayabilmesi, bilgi ve beceri elde etmesi, anlayış, kavrayış ve
kişiliklerini geliştirebilmesi için yardım veya terbiye alması” olarak izah
edebileceğimiz eğitim; aile, çevre etkisi, eğitim kurumları ve kişinin kendi
gayretiyle edinilen bir olgudur. Eğitim alan kişinin bu üç ortamda her yönüyle
doğru beslenmesi sayesinde olumlu bir süreç gerçekleşmiş olur.
Ailede
alınan eğitim, çocuk yaştan itibaren en etkin ve kalıcı iz bırakan eğitme
etkenlerindendir. Çocuğun başarılı bir gelişim sürdürebilmesi, aile
bireylerinin yetkinlikleriyle doğrudan ilişkilidir. Bireylerin eğitilmişlik
durumları, oluşan aile kültürü, bireylerin birbirleriyle olan ilişkileri ve
olaylara bakış açıları önem arz eder. Çocuğun alacağı eğitimde ilk etki alanı,
aile bireylerinin ve aile içindeki etkin kişilerin taşıyabildiği eğitim ya da
elde ettiği terbiye düzeyi nispetinde oluşacaktır. Bu aşamanın etkinliği, aile
bireylerinin eğitim düzeylerinin olgunluğuna bağlıdır. Aile bireylerinden aklı
başında olan her bireyin bu sorumluluk duygusuyla davranış ortaya koyması,
kişiliğini bulması açısından çocuğa örnek teşkil edecektir. Çocukların
söylenenden çok yaşanılanı dikkate alacağı unutulmamalıdır.
İnsan
eğitiminde çevre etkisi, kişinin içinde yaşadığı çevrede oluşan hayata bakış
açısı ve bireylerin eğitilebilirlik seviyeleriyle alâkalıdır. Farklı aile
birimlerinde yetişmiş, kişisel özelliklerden dolayı farklı anlayışlarda olan
insanların olaylara ve hayata bakış açıları, tesir çevresini oluşturur. İnsanın
kişilik gelişim seviyesine göre olumlu ya da olumsuz etkilenme durumu ortaya
çıkacaktır. Toplumsal yapının, yetişmekte olan neslin gelişimine etkisinin gücü
hafife alınmamalıdır. Gelenekselleşmiş yanlışları düzeltmek, yenisini vermekten
daha zor olacaktır. Eğitim konusu bireylerin, ailelerin ve eğitim kurumlarının
olduğu kadar çevrenin de sorumluluğunu gerektirir.
Eğitimde
aile ve çevre etkisi ne kadar önemli olursa olsun, toplumsal anlayışta eğitim
söz konusu olduğunda öncelikle eğitim kurumları akla gelmektedir. Eğitim
kurumlarında asıl beklenen ise, eğitimden çok öğretimi işaret etmektedir.
Dolayısıyla terbiye konusu askıya alınıp öğretme ön plâna geçmektedir. Bununla
da terbiye edilme yerine bilgi yükleme ağırlık kazanmaktadır. Yaşantıya
yansımayan bilginin ne kadar yararı olup olmadığı düşünüldüğünde, mevcut durum
kendisini göstermektedir. Mevcut durumun olumlu yönde gelişmediği ve tartışma
götürmeyecek düzeyde problemlerle yüklü olduğu ortadadır. Merkezinde insanı barındıran
eğitim kurumları, insanın yapısına, onun her yaş ve seviyede, her ortam ve
şartta yararlanabileceği edinim kazanabilmesine özen gösterilmesinin önemini
unutmamak gerekir. Eğitimcilerin bilgi yükleme ve ezberletme yerine bilginin
yaşanabilirliği konusunda çaba sarf etme ve kendi yaşantılarında da bunu
öğrenciye yansıtabilme hususunda gösterecekleri çabalar sayesinde etkili ve
kalıcı eğitime ulaşılacaktır.
Neyi
ne kadar istiyoruz?
Eğitimde
özel gayret, yukarıda belirtilen üç etken unsurun ne yönde ve nasıl etki ettiği
ile birlikte, kişinin etkileri hangi mânâda ve nasıl algıladığı ya da aldığı da
önemlidir. Eğitim kısaca “istendik davranışlar edinme” olarak ele alındığında,
kişinin neyi ne ölçüde istediği ve özümsediği önemlidir. Burada inanma ve
istekli olmanın önemini vurgulamak gerekir. Kazanılması gerekli davranışları
benimseme ve yaşantısında uygulama noktasına geçilebildiği ölçüde kişinin özel
gayreti anlam bulacaktır. Bu noktada özel gayretin katkısı kendini
gösterecektir.
Toplumsal
yapı dikkate alındığında asıl üzerinde durulması gereken konu, toplumun her
kesimini etkisi altına alan kurumsal eğitimin hangi düzeyde olduğudur. Kurumsal
eğitimin toplumsal yapıya katkısı kısa vadede kişiler üzerinde kendisini
hissettirirken, uzun vadede toplumun her kesimini etkileyecektir. Uzun vadede
aile ve çevre de kurumsal eğitimin eğitim kalitesi nispetinde nasibine düşeni
alacaktır. Bundan dolayı bir ülkenin eğitim kurumlarının insana bakış açısı, o
ülkede yaşayanların eğitilme ya da terbiye edilme seviyelerini ortaya
koyacaktır.
Bireyselliğin
zirveye tırmandığı çağımızda eğitim kurumları da her durum ve şartta kazanmayı
ön plâna çıkaran insan profiline hizmet etmektedir. “Olumlu bir şey elde etmek,
sahip olmak, ele geçirmek, edinmek” olarak anlamlandırdığımız kazanmayı
eğitimle bağdaştıracak olursak, olumlama nispetinde önem kazanır ve kişiye
yarar sağladığı gibi kimseye de zarar vermemesi gerekir. Bu noktada insanî
yaklaşım kendini gösterir.
Günümüzde yürütüldüğü gibi, bireyselliğin, daha da ötesi bencilliğin yoğun olarak yaşandığı, hangi şart ve durumda olursa olsun elde etmeye hizmet eden kazanma, insanın en zayıf noktası olan hayvanîliğinin bir göstergesi olacaktır. Bu gidişatın, bir arada yaşama zorunluluğu olan insan topluluklarında kolay kabul edilebilir bir durum olmadığını anlamak gerekir. Kazanç devreye girdiğinde, “Muhatabın durumu ne olacak, benimle birlikte çevremdeki insanlar nasıl etkilenecek, toplumun yararı ne olacak?” diye düşünülmüyorsa, kişinin toplumsal değerlerden nasiplenmediği, iyi bir eğitimden geçmediği, kişilik gelişiminde insanî yönü zayıf bıraktığı akla gelmelidir. İnsanın olduğu yerde hak, hukuk ve ahlâk olmaz ise, orada kargaşa hâkim olur. Bunun neticesinde de mutsuz ve huzursuz hâle gelen insanların bir arada yaşaması kolay olmayacaktır.
Toplumsal
uyum için insanî eğitim
Hak,
kazanılmış meblağ, emeğin karşılığı veya manevî yetki, elde edilen pay olarak
izah edilmektedir. Bu hakkı kendinde bulan bireyin başka bireylerin haklarını
ihlâl etmemesi neticesinde kendi hakkını elde edebileceği bilinmelidir. Hak, kişiye
özgüdür; ancak başkalarının hakkına olumsuz yansıması, onu hak olmaktan
çıkarır.
Hukuk,
genel mânâda “toplumun düzen içinde yaşaması için devletin ortaya koyduğu sınırları
yazılı olarak belirlenmiş yasalar bütünü” olarak izah edilmektedir. Toplumsal
yaşamda uyumun ve huzurun sağlanması, bireylerin birbirlerini tanıması, saygı
göstermesi, ötekine rağmen kendi menfaatlerini gözetmemesini gerektirir. Aksi
hâlde iktidar gücü, mağdurlar adına müdâhil olmak zorunda kalır.
Toplumsal
yaşayışta insanların uyum içinde yaşayabilmeleri için uymak zorunda oldukları
kurallar bütünü olarak izah edilebilen ahlâk, uzun yılların süzgecinden geçerek
gelen ve toplum bireyleri tarafından kabul görmüş yazılı olmayan anlayış
biçimlerindendir. İnsanın yaratılışında mevcut olan ahlâk, vicdanın doğal
ilkelerinden ilham alır. Eğitimli ya da eğitimsiz herhangi bir insan, bu sayede
genel ahlâk kurallarını benimsemekte zorlanmaz. Sergilenen yanlış tutumlar,
kişinin şahsî çıkarları uğruna aklî hareket etmemesi ve vicdanının sesini
duymamasından kaynaklanır. Akıl ve vicdan birlikteliği sayesinde iyiye ve
doğruya ulaşmak mümkündür.
Kendisinden
başkasını düşünmeyen, hep almayı ve en önde olmayı kendisine hedef edinmiş bir
insanın toplumsal yaşamı kolaylaştıran kıstaslara uymasını beklemek ne kadar
doğru olacaktır? Bu insanlar sadece kendi refahları, rahatları, huzurları ve
mutluluklarını düşüneceklerdir. Hatta arzu ettiklerine kavuşmada başkalarının
zarar görmeleri, mutsuz ve huzursuz olmaları, onlar için bir şey ifade
etmeyecektir. İşte eğitimin önemi burada ortaya çıkmaktadır! Toplumsal ve
evrensel değerlerin insanlar tarafından öğrenilmesi ile birlikte, onların içselleştirerek
yaşantılarına yansıtabildikleri nispette eğitimleri gerçekleşmiş olacaktır;
aksi takdirde yapılan iş, öğretimden öte gidemez.
Eğitimi
terbiye noktasında ele almadığımız zaman, yukarıda kısaca değinilen
olumsuzlukları yaşamamız her daim mümkün olacaktır. “Ben, ben” demek yerine “Ben
ve sen”, “Ben ve o”, hatta en önemlisi ise “Ben” yerine “Biz” diyebilen
nesillere ihtiyaç vardır. Bu düşüncede nesil yetiştirmek; bireyselliği, her hâl
ve şartta kazanmayı önceleyen öğretimle değil, “biz” ruhuyla insanlığı
kucaklayan insanî eğitim ile mümkün olacaktır.
İnsanî
eğitim, her şeye ve her şarta rağmen “kazanmak” yerine, “kazan-kazan” ruhuyla
hareket eden, kendi huzur ve mutluluğunun başkalarının huzuru ve mutluluğu
sayesinde anlam bulacağının bilincinde olan nesiller sayesinde
gerçekleşecektir. Toplumların gelişimi ve bireylerin uyumu için bireyselliği
besleyen ve körükleyen “kendine güven” oluşumları yerine, toplumsal huzura ve
barışa hizmet eden “özgüven” gelişimlerini önceleyen nesillere ihtiyaç vardır.
İnsanın
insan olma ve insanlık değerlerini kazanması yönünde katkı sağladığında, insanî
eğitim anlam kazanacaktır. Bu değerleri “sevgi, saygı, hoşgörü, anlayış,
şefkat, merhamet, güven, ahlâk, hak, hukuk, sabır” vb. olarak sıralayabiliriz.
Çocukluğundan itibaren insanî değerleri içselleştirerek yaşantısına
uygulayabilen kişi, anlamlı bir hayat yaşama becerisi gösterebilecektir.
Bunu
anlamak için gündelik yaşantımızdaki trafik düzeninin, herhangi bir yerdeki
bekleme sıralarında ve toplu taşım araçlarında yaşananların, sahip olunanları
kullanmaktaki keyfîlik ve pervasızlıkların gözden geçirilmesinde yarar vardır.
Bu basit örnekler incelendiğinde bile ne kadar “ben” merkezli hareket
edilmesinin sonucunda kargaşaların yaşandığı ve huzursuzlukların oluştuğu
görülecektir. Daha önemli diğer toplumsal yaşanmışlıklar bu bağlamda gözden
geçirildiğinde, bilerek veya bilmeyerek, kabulü mümkün olmayan ne kadar olumsuzluğa
sebebiyet verildiği kolaylıkla anlaşılacaktır.
İnsanî
eğitim; tutku, hırs ve duygunun ön plânda olduğu ilkel yaratık olmamaya özen
göstererek, nefsî arzu ve isteklerini, zekâ ve özgürlüğünün nimetleri olarak
gören kişisellikten kurtularak akıl, irade, vicdan ve dolayısıyla ahlâkın hâkim
olduğu insanîlik seviyesine çıkarıldığı takdirde gerçekleşmiş olacaktır. Aklını
kullanarak yaratılmışların değerini kavrayan ve yararlanmasını bilen, olgu ve olaylara
vicdanı yaklaşmasını becerebilen, özgürlüğünden taviz vermeden iradesini aklî
ve toplumsal yararı yönünde kullanabilen nesiller, dünyayı yaşanabilir hâle
getireceklerdir.
İnsanî eğitimin ilk ve vazgeçilmez şartları; insana ve canlıya saygıyı, daha geniş kapsamda ele alınacak olunursa “yaratılmışların kıymetinin farkında olmayı” gerektirir. Eğitimde bilgi edinmenin olmazsa olmazlardan olduğu kabul edilirken, toplumsal barışın vazgeçilmezlerinden olan hoşgörüye, en az onun kadar eğitim sisteminin içinde yer verilebilmelidir. Bilgi ve hoşgörünün birlikteliği erdemi oluşturur. Erdemli insanların oluşturduğu toplumlara huzur ve barış hâkim olur; dolayısıyla özgürlük ve güven ortamları oluşacağından, insandaki yaratıcılık ve gelişme de kendiliğinden hız kazanacaktır.