İnsancıklar ve dünya

Ezbere yaşamak bir tuzaktır. Ezber darmadağın edilmelidir; çünkü çok iyi bildiğini sanan, yanılmaya en yakın olandır. O hâlde ezberlemek değil, daima hatırlamak… İnsanlığını, acizliğini nefsine fısıldamak ve mümin kalabilmek…

BİNBİR türlü boğuşmalarımız arasında, kavgalarımızdan hangileri nitelikliydi? Yaşamak alelâde olduğunda, nasları terk edip kalemi elimize almaya yeltendiğimizde, tüm noksanlıklarımız su yüzüne çıktı. Su yüzüne çıkanlar müthiş bir şekilde canımızı sıkmalıydı; aksi hâlde, bayağı bir yaşam sürmenin lekesi o gün dar alınlarımızda yer edecekti…

İnsan ne zaman Tanrı’sına meydan okuduysa yerle bir olmuştur. Önce, bu yerle bir oluş insanın rûhunda baş göstermiş, derinlerine işlemiş ve kararmıştır. İnsan, hacmi kadar kir dolmuştur. Böyle bir doluluk, taşmaya muhtaç olmuştur ve etrafında kimi varsa ona bulaştırma hevesine kapılmıştır. Rûhu zayıf olanlar, bu bulaşıcılığa karşı koyamamışlardır. Böylelikle çoğaldıkça kirlenmiş insan toplulukları meydana gelmiştir. Her zaman bir ilk kıvılcıma ihtiyaç duymuşuzdur.

Sonrasında o kıvılcımı oradan alıp kendimize işlemiş ve onu sürdürmüşüzdür. Tanrı’sına meydan okuyan önce birken, sonra çokça olmuştur. Yerle bir olmanın kaynağı rûhta başlamış ve ardından yeryüzüne taşınmıştır.

Kirlenmiş bir rûh ve nice meydan okuyuşla hayatı sürdürmek, insana bu dünyada zindandan başka bir şey değildir. Zindanında kalmaya direnen insan, hırçınlaşır. Hırçınlaştıkça zararı artar ve benliği başta olmak üzere toplumunu kaosa götürür.

19 Nisan 1912 yılında “Tanrı bile batıramaz!” denilen devâsa bir gemi, bir buzul parçasına çarparak sulara gömüldü. Titanic gemisinde binlerce insan can verdi, hikâyesi bizlere kaldı. 28 Ocak 1986 tarihinde havalanan “Challenger” adlı uzay mekiği, havalandıktan 73 saniye sonra gökyüzünde parçalandı. Diğer başarılı uçuşlardan müthiş bir özgüven kazananlar, kibir göstermekle haklı buluyorlardı kendilerini ve fakat uzay mekiğinin adı, yok olma kaderini yaşadı…

Bunlar gibi yakın yaşanmışlıklar, biz iman edenlere daha önce bildirilmişti, hikâyeyi biliyorduk. Nemrut bir zamanlar kibriyle Tanrı’ya meydan okumuştu, ufacık bir sinek onun hayatını bitirdi: “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrâhim, ‘Benim Rabbim diriltir, öldürür’ demiş, o da, ‘Ben de diriltir, öldürürüm’ demişti. (Bunun üzerine) İbrâhim, ‘Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir’ deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Bakara, 258)

Yine Firavun, olağanca kudretiyle (!) sular altına gömüldü: “Derken İsrailoğullarını denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: ‘El-hak, inandım ki, İsrailoğullarının iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.’ Şimdi mi? Hâlbuki daha önce hep başkaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın.” (Yûnus, 90-91)

Meydan okumaktan kurtulmanın en elzem yolu, imandır. İnsan imandan yoksun kaldığında heveslerine boyun eğer, ömründe tatminler bulabilmek için daima bir şeyler arar durur. Hedefler silsilesi ile boğuşur. Her vakit varmak istediği bir yer vardır; vardıkça çoğalttığı, çoğalttıkça eriştiği ve ardından tükettiği… Yalnız Rabbe râm olmak rûhun tatminini getirir. İman, dünya hayatı için umuttur. Başımıza zorlukların ağ örmesi, en olması gerekendir dünyada; çünkü asıl yaşamlarımıza kavuşmak hiç de öyle kolay olmayacaktır. Asıl yaşamlar ki, orada bizi bekliyorlar yaşadığımız günlere ayna tutarak…

Yaşamak bir mümin için, temiz ve arınan, arınmak için her saniye kavga veren bir rûhla mümkündür. Hikâye hiç duraksamayacak ve sürdürülebilirliğini sıhhatli bir noktaya taşıyacaktır. Ezbere yaşamak bir tuzaktır. Ezber darmadağın edilmelidir; çünkü çok iyi bildiğini sanan, yanılmaya en yakın olandır. O hâlde ezberlemek değil, daima hatırlamak… İnsanlığını, acizliğini nefsine fısıldamak ve mümin kalabilmek…

Dünya meydan okuyanların çilesini çekerken, bizler zorluklarla boğuşuyoruz. Duâ edişlerimiz, umudumuz… Rab iyi ki var! O, biz iman edenlerin göğsünü açıp genişletmedi mi? O hâlde iman, umut ve duâ ile kalınız…